Kaderin senin elinde
“Kader”
tartışmaları aslında içeriğinde sakladığı çok boyutlu toplumsal bileşenleri
sebebiyle salt dinsel bir mesele değildir. Öte yandan kader konusu bir toplumun
bugünü ve geleceğinin nasıl bir projeksiyonla inşa edildiği/edileceğine dair
bize fikirler de vermektedir.
Kader
tartışmalarının İslam tarihinin erken dönemlerinde boy göstermesi ve içerikleri
bir yandan “insan”a dair perspektifi diğer yandan politik yönsemeleri bize
aşikar kılmaktadır. Şunu kabul etmek lazım gelir ki, özellikle Hz. Osman’ın
(RA) iktidarının ikinci döneminde devlet yeniden arapların klasik “mülk” olma
anlayışına dönüş temayülleri göstermiştir. Ümeyye oğullarının bürokrasinin
farklı yerlerindeki konumları bu anlayışın yerleşmesi için bir imkan da
oluşturmuştur.
Hz.
Ali ve Hz. Muaviye arasındaki rekabet ve çatışmanın sonunda Muaviye’nin
iktidarını ilan etmesi, aslında müslüman toplumlarda nasıl bir insan ve nasıl
bir toplum sorusunun bugüne uzanan cevaplarının oluşmasında belirleyici
olmuştur denilebilir. Esasen toplumun refleksleri de devletin bir “mülk” olması
anlayışını desteklemiştir. Bu, biraz da tarihsel kodların değiştirilemediği
taktirde her zaman yeniden ortaya çıkabileceği şeklindeki tezi de bize
göstermektedir.
Emeviler
dönemindeki kader tartışmaları esasen politik bir içerik taşımaktadır.
“Kader”in neliğini de kapsayan bu tartışmalar, neticede Muaviye’den başlayarak
iktidarın kendi icraatlarının sorumluluğunu üzerinden atma girişimlerini
onaylamak üzere devreye girmekteydi. Dolayısıyla Emeviler insanlara “başınıza
gelenler Tanrı’nın isteği ve onayıyla başınıza gelmektedir” şeklindeki cebri
tutumu benimsetmek üzere harekete geçmişti ki, tüm çabaları bunun meşruiyetini
sağlamaya yönelikti.
Tarihsel
ve sosyolojik koşullar bugüne gelinceye kadar “kaderci” bir insan tipini baskın
hale getirmiştir. Bugün özellikle Ortadoğu’da gündelik hayatta çok boyutlu bir
kaderciliğin hakim olduğunu görebilmekteyiz. Bu durum kaderini kendisinin
dışındaki faktörlere (siyaset, kültür, toplum, diğer insanlar vb) bağlayan
insan tipolojini üretmeye devam etmektedir.
Bugün
dünya ölçeğinde ekonomiden siyasete, toplumdan gündelik hayata kadar baskın bir
kültür hale gelmiş olan post/modernlik insanlık tarihinde bir kırılma
yaratmıştır. Modernliğin kendisinden önceki dönemden en bariz farkı, insanın
dünyayı kendisinin inşa edebileceğine dair inancı ve kaderini eline alarak
kendi kendisini üstlenmesi ve kaderini değiştirmek üzere hareket geçmesidir.
Esasen
modernliğin getirdiği bu kırılmanın anlam bulduğu zemin bireyselleşme ve
sekülerleşmedir. Bugün İslam ile modernlik arasındaki gerilim bu noktalardan
kaynaklanmakla birlikte, modernliğin getirilerinden burada yararlanılamadığı da
bir gerçektir. Söz gelimi; insanın kendi yükümlülüğü ve kaderini eline alması
gerektiği İslam’ın da savunduğu bir anlayıştır. Fakat müslüman toplumlarda bu
henüz gerçekleşmiş değildir. Modernlik üzerinden konuşacak olursak,
bireyselleşmenin kolektiviteleri tamamen yok etmesi ile yalnızlaşma gibi
negatif sonuçlar eleştiri konusudur. Öte yandan insanın kendi anlamı ve hedefini
kendi içkinliğinde ve dünyada bulduğu bir durum da İslam açısından sorunsala
dönüşmektedir.
Müslüman
toplumlarda bugün ihtiyaç duyulan profil, yükümlülüğü ve kaderini üstlenen ve
bunları bir başka kuruma, kişiye vb. devretmeksizin toplumsal pratikler üreten
insandır. Bunun yolu da aileden başlayarak yaygın ve örgün eğitimde bu profile
odaklanmaktan geçmektedir.
Bugün ya küresel postmodern tüketim hegemonyası yörüngesinde ya da Emevilerden başlayan cebrilik yörüngesinde hareket eden sıkışmışlık hali, aslında şikayetlerin odak noktası gibi durmaktadır. Bugünlerde yoğunlaşan özgüven halinin altı ise dolu görünmemektedir.