Kader seçimi
Dünyada PANDEMİ kaynaklı, bir ekonomik sıkıntı yaşanmakta.
Yaklaşık iki buçuk sene çarkların dönmemesi; tedarik zincirinin bozulmasına,
enerji fiyatlarının artmasına ve enflasyonun fırlamasına neden oldu malumunuz
üzere. Özellikle DOĞALGAZ fiyatlarındaki yükseliş, gazdan elde edilen ELEKTRİK maliyetlerinde
de farklılık gösterdi. Onun için de ülkeler, bu açmazın önüne zam yaparak
geçmek zorunda kaldılar. Tabi bu durum, birçok kesimin tepkisini çekti. Öyle ki
İtalya’da insanlar, biraz daha ucuz yakıt alabilmek adına İsviçre’ye giderken,
refah düzeyi ile ünlü Norveç’te bile, elektrik fiyatlarının protesto edildiğini
izledik. Haliyle söz konusu hadise, Türkiye’yi de etkiledi.
Her yıl milyarca dolar enerji ithalatı yapan bir ülkenin,
bundan etkilenmemesi de beklenemezdi. Ancak aradaki fark, Türkiye’nin diğer
ülkeler gibi enerji krizini VATANDAŞA TAMAMEN YANSITMAMASI oldu. Çünkü uluslararası
HEPI kurumunun verilerine göre; Türkiye aldığı önlemler vesilesiyle elektrikte
yaklaşık % 50, doğal gazda ise % 75'lik devlet desteğiyle, dünyanın EN UCUZ
ENERJİ FİYATINA SAHİP 3. ÜLKESİ unvanını kazandı. Asgari ücretlerde yapılan
büyük iyileştirmeyle beraber, gıda fiyatlarına getirilen KDV indirimi, elektrik
kullanımında düşük tarife düzenlemesi ve ihtiyaç sahiplerine doğalgaz ile
elektrik faturası desteği de, vatandaşın bir nebze olsun nefes almasını
sağladı.
Peki, tüm bunlar “sıkıntımızı giderdi mi” derseniz? Elbette BÜTÜNÜYLE
gidermediğini, söylemek mümkün... Fakat pandeminin etkisi azalttıkça, çarklar
hızla dönmeye başladıkça, fırsattan istifade eden akbabalar denetlendikçe ve defalarca
olduğu gibi, söz konusu problemi de ÇÖZECEK İRADEYİ GÖSTEREN SN.ERDOĞAN o
koltukta oturdukça, normale dönüleceğine inancımız tam. Ama gel gelelim bu
hadiselerin, bir seçim malzemesi yapılması oldukça dikkat çekici…
Üstelik “faturamı ödemeyeceğim” çıkışıyla gündeme gelen Muhalefet
Liderinin, sayısız vaatle seçilen belediyelerin de dahi, su için KDV indirimine
bile gidilmemesi bir o kadar manidar. Bizim ki de laf! 2001 öncesi Suriye ile
Irak işgali henüz başlamamışken, milyonlarca mülteci olayı yaşanmamışken, dünya
ekonomisini durduran pandemi yokken, terörist başı yakalanmış ve PKK ise silah
bırakmışken, gecelik % 7500’lük faizli günleri nasıl unutabilirdik ki? Tamam, “o
günler geride kaldı. Şimdi güçlü bir Türkiye var” diyebilirsiniz elbette. O
zaman geçtiğimiz hafta buluşan 6 muhalif partinin; “Avrupa Konseyi ile Avrupa
Birliği karar ve normlarına uymayı taahhüt etmesini”, sizce nasıl yorumlamalıyız.
Hemen “ne var bunda”, demeyin sakın. Zira Ayasofya’dan tutunda Ege adalarına,
D. Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinden terörle mücadeleye kadar, GERİ ADIM
ATMAMIZI DAYATAN BİR AB GERÇEĞİNİ, göz ardı etmek neredeyse olanaksız.
Hülasa Avrupa'nın bu tutumu devam ederken, içeride Biden’in
“destekleyeceğini” açıkladığı muhalif ittifakın, Erdoğan'a karşı hamleler
yaptığı aşikâr. Hedef ise ortada… Erdoğan’ı göndererek, Türkiye’nin ABD ile
Avrupa’nın adeta bir UÇ BEYLİĞİ haline gelmesi ve NATO’nun dümenine kayıtsız
şartsız girmesi, bu minvalde değerlendirilebilir mesela. Bunun için de Erdoğan döneminde,
büyük bir KIRILMA ile yüzleşmemizi istedikleri açık.
Zaten tüm hadiselerin bizlere enflasyon, döviz kuru ve enerji fiyatları üzerinden yansıması, özetle bu demek değil mi? Başarabilirler mi, bence zor… Ancak tansiyonu çıkarıp, ülkede NEGATİF BİR ATMOSFER meydana getirmek için çabalayacakları kuvvetle muhtemel. O yüzden Türkiye’nin TAM BAĞIMSIZLIĞINI savunan ve “cephe” olmak yerine, “BÜYÜK GÜÇ” olma idealini benimseyen kim varsa, bu mücadeleye omuz vermesi elzem. Yoksa aksi bir durumda Türkiye’yi yıllarca kapısında bekletenlerin, yeniden TESLİM ALMASI hiçte abartılı sayılmaz. Zira Sn. Erdoğan’ın; “2023 KADER SEÇİMİDİR” ifadesine, biraz da buradan bakmakta yarar var. Bilmem, anlatabildim mi? Fazla söze ne hacet…