Kader, İktidar, Muktedir
İktidar, Arapça “kadere” kökünden gelir ve gücü kullanma anlamını muhtevidir. Bu, gücü bir bakıma kadere yön verecek şekilde kullanmak, dönüştürmek, olduğundan başka bir mecraya aktarmak demektir. Allah, doğarken her insanın içine bir kudret ışığı yerleştirmiş, hayatı boyunca nefes alış verişini o ışığa sabitlemiştir. Böylece içimizdeki kudret bizi kaderimize götürmekte; kaderimizi ise iktidarlarımız ve muktedir olma alanlarımızı tayin etmektedir. Allah’ın kadir-i mutlak olması, kaza ve kadere dışarıdan hiçbir müdahale olmaksızın, hiçbir müdahaleye gereksinim duymaksızın yön vermesi demektir. İnsan ise kadir-i mutlak değildir ama iktidar sahibidir. İnsanlar arasında “kudretli” olanlar ile olmayanlar arasındaki temel farkı da iktidarlarından ziyade muktedir oluşları belirler. Doğrusu Allah, yarattığı her şeye bir iktidar alanı tanımış, muktedir olup olmamayı ise onların tercihlerine bırakmıştır.
Kudret karşılığı olarak güç ve onu kullanma biçimi doğrudan irade ile ilgilidir. Bu manada iktidar sahipleri güçlerini, dünyayı kendi iradelerine göre biçimlendirmek için kullanırlar ve dünyadaki bütün iktidar mücadelelerinin altında üç aşağı beş yukarı, kendi varoluşlarını ötekilerin varoluşlarına aktarma yatmaktadır. İktidar ile muktedir arasındaki fark sadece bir fiil-fail ilişkisi değildir, aynı zamanda gücün imkanlarını elde bulundurduğu halde onu kullanmayı bilmemeye dair ciddi bir ara alanı da işaret eder. Ve kader tam da orada oturur zaten. Potansiyel olarak yapma gücü bulunduğu halde harekete geçmemeyi veya yanlış hareketi ima eder iktidar. Kendisine tanınmış eylem alanını ya hiç kullanmamayı yahut başkalarına kullandırmayı barındırır muktedir olamayış. Her iktidarın mutlaka muktedir olamayacağı temel paradigması da tam olarak buradan nemalanır.
Kader; bir varlığın oluş alanına girdiği andan itibaren oradan çıkana değin yaşadığı serencamın adıdır ve bu manada Tanrı’nın yarattığı her şeyin bir kaderi vardır kuşkusuz. Evrenin kaderi, dünyanın kaderi, insanın kaderi… Güç, akmaya başladığı andan itibaren kaderle buluşur. İnsanlar için kader, varlıklarına eklemlenmiş olan eylem alanlarını kullanıp kullanmamaları, kullanabilip kullanamamaları yahut nasıl kullandıklarına dairdir. Kelimenin baht anlamında kullanılması da söz konusu serencamın her varlığa sunduğu seçeneklerden dolayıdır. Ancak kader, elbette seçenekler öncesini değil, seçenekler sonrasını, her şeyin olup bittiği toplam varoluş durumunu ihsas eder. Aslında kaderin kadirlerden beklediği şey, kudretin iktidara, iktidarın muktedir oluşa tahvilidir.
Her iktidar sahibi kudretli olmadığı gibi, her kadir de kudretli değildir. Bu, tamamen muktedir olmaya dairdir ve bu ikisi arasındaki sınır en azından kaderler arasındaki sınır kadar kesindir. Hem iktidar hem muktedir özne elbette kaderi tam da kendine göre tayin edecektir. Kişisel güç alanına dair en genelden en özele bütün tasarrufları kendine göre biçimlendirecektir. İyi ya da kötü, güç ilişkisi kendini böyle sunar. Muktedir olmanın doğasında hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan, bütün akışı kendine göre biçimlendirme vardır. Zalim de olsa adil de olsa bütün kudret sahiplerinin, kudretlilerin yekununun tarihe geçmesi onların muktedir oluşlarından dolayıdır. Zalim ama muktedir olmayan iktidarları da adil ama muktedir olmayan iktidarları da tarih unutur. Kaderin sıradan raflarında durur onların yerleri. Tarihin nabzına kan taşıyanlar, talihin (kader) yüzüne nefes üfleyenlerdir. Temiz veya kirli ama kudretini kaderle birleştirenleri hatırlar tarih. Temiz veya kirli, iktidar olduğu halde hiçbir zaman muktedir olmayanları siler atar. Hatta belki iktidar olamayanları affeder de muktedir olamayanların yüzüne bile bakmaz.
İktidarın günlük hayattaki pek çok kullanım alanı ve bağlamından sıyrılıp neredeyse tamamen siyaset terimine dönüşmesinin sebebi, toplumsal hayatın kaderine siyaset üzerinden hükmedilmesidir. Öyle ki siyasal iktidar, muktedir olsun olmasın güncel hayatın düzenlenişinden bilime, kültürden sanata hayatın her alanına doğrudan müdahale araçlarını elinde bulundurur. Buradaki mücadelenin neredeyse savaş görünümünde geçmesinin sebebi de bu olağanüstü güç olanaklarından kaynaklanmaktadır. Çünkü devletin elindeki bu araçlar, bir bakıma hem iktidarın hem de ona tabi insanların kaderini belirler. Güç, yukarıdan aşağıya yayıldığı, ışık yukarıdan aşağıya indiği için iktidarın mayasıyla mayalanır toplum. İyiyse iyi, kötüyse kötü… Ve sonuçta elbette her şey olup bittiğinde çeteleler tutulur. İktidar muktedir olmuş mu, olmamış mı? Toplumun kaderi bir yerden başka bir yere nasıl şekillenmiş? Yol mu almış, savrulmuş mu? İyilik mi artmış toplumda, kötülük mü? Başlangıçta, daha yola çıkılmadan verilen sözlerin hangisi tutulmuş, hangisi tutulmamış? Bu, kendisine birinci elden Tanrı, ikinci elden toplum tarafından kudret verilmiş iktidarların muktedir olup olmayışları kadar onların kaderleri üzerindeki doğrudan etkisinin sigaya çekilmesidir aynı zamanda.
Tıpkı kaderlerde olduğu gibi, iktidarların da iyisi kötüsü vardır. Olduğu gibi görünenlerin yanında, kötü göründüğü halde iyi, iyi göründüğü halde kötü olanların… Kötü iktidarlarda iyi muktedirler ne kadar az ise iyi iktidarlarda kötü muktedirler o kadar çoktur... Ağırlığından dolayı kötülük dibe çöktüğü için kötü iktidarların iyileri hep göz önündedir; hafifliğinden dolayı iyilik yukarılarda gezindiği için iyi iktidarların kötüleri ise hep kör noktalarda, görünmeyen yerlerde durur. Kötülüğe göre daha hafif olduğu için iyiliğe nüfuz, kötülüğe nüfuzdan daha kolaydır. Bununla birlikte muktedir iyinin, kötünün iktidarına; muktedir kötünün, iyinin iktidarına müsaade etmeyeceği açıktır. Velev ki iktidar, geldiği biçimiyle muktedir olma imkanından yoksun, muktedir olma bilincinden uzaksa… Velev ki iktidar, bir öğretiyi, bir dünya görüşünü, bir düşünceyi tahkim etmek için değil sadece kendini tahkim etmek amacıyla yola çıkmış yahut zamanla yoldan çıkmışsa… Velev ki iyilik de kötülük de görünür olmaktan çıkıp tamamen atmosfere karışmış ve ne zaman, nereden, nasıl çıkacağı asla kestirilemeyen bir havaya bürünmüşse…
İnsanlar ölür, düşünceler yaşamaya devam eder. Bir nesil gider, bir başkası gelir; bir iktidar gider, bir başkası oturur onun yerine. Kader kendine hep yeni iktidar alanları inşa eder, yeni muktedirler bulur. Yerine konamayacak tek şey bir daha geri dönülmez “keşke”leridir hayatın. Keşke bir daha iktidar olsam, muktedir olmak neymiş görün o zaman… Tıpkı öldükten sonra Tanrı’dan bir daha yaratılmayı isteyen günahkarlar gibi…