Kabul görme ve onanma sorunu
Kişi için coğrafyanın kader olmadığı bir dönem bu. Prof. Dr. Mustafa Orçan’ın ifadesiyle; modern çağla birlikte sadece üretimde, tüketimde, yönetimde, iletişimde, eğitim ve sağlıkta değil; kişinin sosyalleşmesinde de bir devrim gerçekleşti.
Dolayısıyla günümüz gençlerinin sosyalleşmesinde aile, akraba, okul, arkadaş, yaşanılan mekân ve mekândan etkilenmeler artık sınırlı düzeyde kalmaktadır. Twitter üzerinden sosyalleşen bir nesil var artık karşımızda.
Hedefsiz, kaygısız, inançsız ve ideolojisiz bir sosyalleşme biçimi bu. Yerli ve milli hesaplar falan dediklerine bakmayınız. Yerli ve milli kavramlarını bile yerli yerine oturtamama sorunu yaşıyoruz.
Mesai harcayıp bundan on yıl evveline kadar gidip CHP’lilerin küfürlerini ortaya döküp, bir de onlara küfretmenin adını milli mücadele koyanlar var mesela.
Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay “Yerlilik, antropolojik/sosyolojik bir kavramsallaştırmadır” diyor. Örneğin, Bursa’nın yerlisi kimdir dediğimizde; belki Bursa’ya çok eskiden yerleşmiş bir insanı kastediyor olabiliriz.
Ancak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın işte bu “ruhaniyatlı” şehir dediği o değerleri bilmiyorsanız, içselleştirmemişseniz, Bursa’da yaşamınızı sadece bir mukim olarak geçirmeniz söz konusudur; ama bu, sosyolojik olarak, “yerli” sayılmanız anlamına gelmez.
Bunu Türkiye için de genelleyebilirsiniz.
Sarıbay, millîlik konusuna da tamamen bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanların genel, yani millet olmaktan gelen değerleri beraber yaşama geleneği ve kültürünü sürdürme kabiliyeti ile ilgilidir der.
Basit kavramlar değil bunlar. Yani sosyal medyada hesabının yanına yeşil küre koymakla yerli ve milli olmuyorsunuz.
Bir de onanma, kabul ve takdir görme sorunumuz var ki en vahim olanı da sanırım bu.
Oysa bir medeniyetin bilinçli bir mensubu olan, kendi değerlerinin başkaları tarafından onanmasına da ihtiyaç duymaz.
Yeni Zelanda Başbakanı’nı hatırlarsınız. Neredeyse hepimiz, tüm Müslümanlar “bravo ne kadar da hoş bir şey yaptı Başbakan” şeklinde takdir ettik.
Ali Yaşar Sarıbay Hoca anlatsın. “Şimdi ben buradan Hanımefendinin yaptığı şey yanlıştır, demiyorum ama Yeni Zelanda eşittir Batı’nın bütünü değil, bir kere, buna dikkat çekmek isterim. Beş milyonluk bir ülkedir.
Fakat trafik kazasının bile neredeyse olmadığı bir yerde şok edici bir olaya şahit oluyoruz. Yani yaptığı şeyler gayet insanidir. Bizim tarihimizle ilişkilendirildiğinde Anzak’lar, Çanakkale’de bize karşı İngilizlerle birlikte savaşa girmişlerdir.
Esas eleştirdiğim nokta, Müslümanların tutumu. Bu tutum, kendi sahip olduğu değerlere ilişkin bir tepkiyi yansıtmaktan çok, sadece kabul görme dediğimiz bir şeyle ilgili olması, yani bizi onamalarının neredeyse her şeyin, -söylemeye dilim varmıyor ama- katledilen insanların acısının önüne geçmesidir.”
Kabul görme, onanma... Kendi kimliğimizin, değerlerimizin, başkalarının aracılığıyla farkına vardırılmasına muadil “yaralı bilinç” tezahürü!
Oysa Batı medeniyetinin mensupları kendi medeniyetlerine ait benzer bir durumda kendilerinin onanmasını beklemiyorlar.
Örneğin, Charlie Hebdo dergisine terör saldırısından sonra, eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Paris’teki mitinge katıldığını hiçbir Fransız medyası “Müslüman bir başbakan terörü lanetlemek için bizi destekledi” diye ne bir haber, ne de bir değerlendirme yaptı.
Biz ise Yeni Zelanda başbakanını “geleceğin dünya lideri” yapıp; “bak nasıl terörü lanetledi” havalarına girdik fakat bunun Batı medeniyeti açısından hiçbir anlam ifade etmediğini göremedik.
Biraz daha daraltayım. Bugün Ertuğrul Özkök ya da seküler, sol, laik kesimden biri tarafından onanan, takdir edilen bir muhafazakâr için bu inanılmaz bir duygudur. Bunu saklamıyorlar zaten.
Ancak aynı şey muhafazakâr biri tarafından yapıldığında bunun karşı taraf için hiçbir değeri olmuyor.
Çünkü gerek medyada ve sosyal medyada gerekse akademi ve siyaset dünyasında kendi fikrini, düşüncesini kendi içinde sağlamlaştıramama sorunu yaşanıyor. Bu da özgüvensizliği ve ezikliği de beraberinde getiriyor.