Kabuksuz meyveyiz…
Her
meyvenin bir kimliği ve kendine uygun yaratılmış bir kabuğu vardır. Hakîm-i
Mutlak meyvenin içine göre dış yaratmış… Kabuğunu
beğenmediğimiz; uygun görmediğimiz, kusur takabileceğimiz hiçbir meyve yoktur.
Hatta hayvanların bile kabuğu yani dışı – derisi tam ruhlarına münasip şekilde
yaratılmıştır. İçi aslan olanın, dış
görüntüsü derisi domuz değildir, kıyafeti de aslandır. Yerde sürünen kıyafet,
yılanın tam ruhuna münasiptir. İşte bu hakikatlere binaen, derisi soyulmuş,
değiştirilmiş; kabuğu soyulmuş, açılmış bir meyve çürümeye - ölmeye daha çok
meyillidir, harap olması kaçınılmaz. Bir
tarafı soyulmuş, açılmış meyve çürümeden kalmaz!
Avrupalının, Japon’un, Hintlinin, Arabın, İskoç’un
vs. kendine has kabuğu kıyafeti var. Bizim de vardı. Ama bizi soydular ve
ruhumuza, duygularımıza, tarihimize uymayan bir kabuk kıyafet geçirdiler… Zaten
soyulmuş olmamız çürümeye büyük bir adım olmuştu, bir de farklı bir kabuk
üzerimize geçirdiler ki o bazılarımızı daha çabuk çürüttü. Elmayı ancak kendi kabuğu korur. Bizi Yaradan Yüce Mevla, elmaya has
bir kreasyon giydirmiş, portakala da, muza da vs. Elmanın kabuğunu, soyulmuş
bir portakala ve ya her hangi bir meyveye kabuk etmeye, ambalaj etmeye çalışmak,
kimyaları, karakterleri uymadığı için, hem soytarı eder, hem de tadını bozar
çürütür. Soğan kabukları bir armudun üzerinde ne gülünç kıyafet olur ve o kabuk
öyle bir sırıtır ki…
Bizi
dilimizden kopardılar yetmedi, kıyafetimizi soydular. Ruhumuz kartal ama
kıyafetimiz domuza benzer. Ruh ne kadar uçmak istese de ceset pislik içinde...
Kabuğumuzu soyup, farklı ve bize uymayan kabuk geçirmekle kalmadılar,
kızlarımızı delikanlılarımızı bir güzel dövdüler; ilim – irfan yuvalarında kitap
ve Kur’an tutanların, serhat boylarında Allah için kılıç tutanların şimdi ki
kolları, vücutları, hatta yüzleri bile dövmeli. Kabuğumuz değişince, bir
zamanlar, iç güzelliğine ehemmiyet veren millet, şimdi daha fazla kabuğa; dış
görüntüye önem veriri oldu. İçimizde, terkibimizde olması gereken; ilim –
irfan; edep – hayâ; sarsılmaz bir iman önemsiz hale geldi. Şimdi bazıları
tarafından aranılan; batının zehirli meyvesinin kabuğunu sırtına geçirdin mi,
bir takım yerlerini dövdürüp, açılıp – saçıldın mı al sana medeniyet…Böyle bir medeniyet, medeniyet değildir.
Başkasının kabuğu ve içi boş hayat tarzını sahiplenmek medeniyet olamaz!
Düşmanının çürük kabuğunu kendine layık gören hiç boşuna “bağımsız” olduğunu
söylemesin. Emperyalistler bizi esir etmişler, yetmemiş kirli ve çürütmeye
meyilli kıyafetlerini bize geçirmişler ve ellerimize kendi alfabelerini
vermişler, yetmemiş, kendi kanunsuz kanunlarını bile bize dayatmışlar…
Bağımsızlık savaşlarını kazanan hiçbir millet,
düşmanının kostümüne, diline alfabesine sarılmamış, düşmanın gelenek ve
göreneğini hayranlık tarzında yaşatmamıştır. Bizlere geçirilen kıyafet, batılının tam ruhuna ve hayat tarzına uygun;
içleri çürük olduğu için bir taraflarının açılmış olması da bir şey
değiştirmiyor. Bizi çıplak bıraktılar ve kızlarımızı öyle bir hale soktular
ki… Ayaklarının altı cennet olacak müstakbel analar, batılının hayat tarzı için
tepinir oldu ve o ayaklar, aç gözlüğe değil, kanaate direnir oldu.
Yaz geldi, kışın bile açık saçık olanlar, şimdi geceliği hatırlatan kıyafetlerle cadde ve sokaklarda gençliği ve insanları bacaklarıyla hançerliyorlar…Emperyalistlerin kabuğu, kabuk edilirken, yaşatılırken, onların müziği, onların yeme tarzı ve onların hayâsız açgözlülüğü, aile tarzı ve merhametsizliği de aynı kıyafetle geldi. Derhal kendimize has ve doğal ve de biri koruyacak kendi kabuğumuzun içine girmeliyiz ki; etkide kalmış, diğer değerlerimizde düzelsin. Biz bir meyveyiz ama kabuksuz meyveyiz ve bu çürümüşlüğe bir son vermeliyiz. Özellikle bir tarafı açılmış müstakbel anaları bakterilerden muhafaza etmeliyiz…