İzmir taksici cinayeti üzerinden İslam hukuku
Cumhuriyet döneminin en önemli tartışmalarının başında Türkiye’de tesis edilen demokratik hukuk sistem ile İslam hukuku üzerine yapılan tartışmaların geldiğini söylememiz yanlış olmayacaktır.
Cumhuriyet dönemi Türk
Devlet yapısının temelini modern hukuk sistemi olarak adlandırılan beşerî hukuk
sisteminin oluşturduğu herkesçe malum.
Bir devletin temel
yapısını oluşturan anayasal hukuk sistemi kendisini oluşturan bireylerin ve
toplumun bir arada barış ve huzur içerisinde yaşamasını sağlayacak kuralların
bütünü olarak değerlendirilmektedir.
Bir devlet halkının inanç,
kültürel ve ahlaki yapısını dikkate alarak oluşturacağı anayasal sistemi
kurmakla mükelleftir.
Ancak Türkiye’de durumun
böyle olduğunu söylememiz mümkün değildir.
Türkiye Anayasası, medeni
hukukunu İsviçre’den aldı ve içtihatlarında Alman hukukunu takip etti.
Ceza hukukunu İtalya’dan
aldı, idare hukukunu ise Fransa’dan aldı.
Böylece oluşturulan
cumhuriyet hukukunun teorik çerçevesi oturmuş bir “sistem” olarak ele almak pek
mümkün gözükmese de sonuç olarak Kıta Avrupası hukuk sistemini benimsemiş olduk.
Geçtiğimiz yarım yüzyılda
bu sistemi takip eden devletlerin anayasaları meşruiyetlerini Avrupa merkezli
bir insan hakları ülküsünü takip etmekle sağladılar.
Cumhuriyetimizin hukuk
sisteminin “ne” olduğu sorusuna verilebilecek en kestirme cevap budur.
Fakat bu kestirme
cevaptan anlaşıldığı üzere, hukuk sistemimizin ana hatlarında gerçekte “Müslüman
Türk cumhuruna” yer olmadığı anlaşılacaktır.
Geçmişten gelen Türk
hakimiyet anlayışının farklı inanç ve milliyete sahip insanların Türk İslam
hukuku idare yapısı içerisinde adil ve ötekileştirmeyen bir ilgiye muhatap
olduklarını söyleyebiliriz.
Bu durum başta İslam hukuk
anlayışının toplumun insani ve inanç değerlerine vermiş olduğu önemin
göstergesi olduğunu söyleyebiliriz.
Geçtiğimiz gün İzmir’de
meydana gelen tüyler ürpertici olay Türk hukuk sisteminin adalet algısının
sorgulanmasına sebep oldu.
Üşümesin diye taksisine
aldığı bir yolcu tarafından katledilen taksi şoförü Oğuz Erge’nin öldürülmesi
Türk halkının ortak iradesi ile toplumun insani değerlerini öldürdüğü kanaatini
yüksek sesle dillendirdi.
Tutuklanarak cezaevine
gönderilen katil zanlısı Delil Aysal’ın cezaevinde bıçaklanarak yoğun bakıma
alınması bir anda bu menfur olayla sarsılan Türk halkın sevince boğduğunu ifade
edebilirim.
Bu olayı duyar duymaz
aklıma gelen ilk şey Bakara suresi 179. Ayeti kerimede geçen; “Kısasta sizin
için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız.” İlahi emri
oldu.
Öyle ya adaletin tesisi
kanunlar çerçevesinde olmalıydı. Adaletin tesisi toplumun bireysel girişimleri
ile sağlanamazdı.
Bu durumda toplumsal
huzurun bozulacağı aşikardır. Toplumda katlin karşılığında kısasın uygulanması
durumunun cinayetleri tamamen gidereceği tarihsel uygulamalarda açıkça
görülmektedir.
Ülkemizde gerçek anlamda
adaletin tesisi inanç ve kültürel yapımıza uygun olarak Kuran ve sünnet
ışığında İslam ceza hukukunun, İslam temel hak ve özgürlüklerin, İslam medeni
hukukunun ve İslam miras hukuku gibi toplumun inanç değerlerine tahakkuk
eden düzenlemelerin anayasa metnimize alınması ile mümkün olacağı aşikardır.
Bugün taksi şoförü Oğuz
Erge’nin katil zanlısının bıçaklanarak öldürülmek istenmesi toplumda kısas
beklentisinin temel göstergesi değil midir?
Halkın bu olaya duyarsız
kalmayıp memnuniyetini alenen açığa vurması gerçekte insan ve toplum fıtratına
ve vicdanına uygun bir hukuk anlayışının İslam hukuku içerisinde var olduğunun
göstergesidir.
Öyle ya bir katilin affı
ancak maktulün yakınlarınca sağlanabilir. Devletin katil zanlısını af yetkisi
yoktur.
Öyleyse devleti
yönetenler Müslüman toplumun bu beklentisine daha ne kadar sessiz kalabilir?
En kısa zamanda fıtrata
uygun olan İslam dininin hukuk sistemini oluşturan unsurları anayasa metnimize
alınmalıdır.
Bilemiyorum siz bu konuda
ne düşünürsünüz?