İzmir Hristiyan Kürtler Kilisesi
Rahip Brunson olayının detayları aydınlandıkça bazı gerçekler de gün ışığına çıkmaya başladı. Mesela sizin haberiniz var mıydı, İzmir’de bir Hristiyan Kürtler Kilisesi kurulduğundan? Benim yoktu. Muhtemelen devletin istihbarat birimleri dışında belki konu üzerinde çalışan yazar ve akademisyenlerin de bilgileri yoktu. Brunson denilen adamın Kürtlerden devşirdiği Muhammed Ahmed isminde bir pastör, Hristiyan Kürtler Kilisesi çatısı altında Brunson’un PYD ve PKK ile olan ilişki trafiğini yönlendiriyormuş. Dini yapılanma adı altında adamlar resmen terör örgütleriyle paslaşarak Türkiye aleyhinde çalışmalar yürütmüşler. Kürtler üzerinde özel çalışmaları olan bu evanjelist kilise şimdilerde ABD’de yaptığı lobi üzerinden Türkiye’yi köşeye sıkıştıracak hamlelere hazırlanıyor. Kim üzerinden? Trumph üzerinden. Trumph geçen hafta Beyaz Saray’da topladığı Evanjelistlerle Türkiye’ye yapacakları yeni yaptırımlar hakkında toplantılar düzenledi. Peşinden ABD Suriye’deki PYD unsurlarına hava savunma sistemleri kuruverdi. Anlayacağınız, stratejik müttefikimiz ABD Türkiye aleyhine hangi plan ve oyun varsa soluğu orada alıyor. ABD derin devletinin maşası, kukla başkan Trumph ise bu kararları sahaya indiriyor. ABD Kürt kartı üzerinden her türlü hileyi çeviriyor. Bir dönem Kürtlere siz Müslüman değilsiniz aslınız “zerdüşttür” dediler, şimdi de Kürtlere “Hristiyanlık” propagandası yaparak kendilerine uşak etmeye çalışıyorlar. Kürt kardeşlerimizin bu oyunları gördükleri muhakkak da ABD’nin ne zaman aklını başına devşireceğini merak ediyoruz.
İfrat ve Tefrit Arasında Savruluyoruz
Liderleri, partileri, cemaatleri ve önderlerini sevmek, desteklemek başka bir şeydir, putlaştırmak, melekleştirmek, onlara insan üstü konumlar atfetmek ya da onları hatadan, kusurdan münezzeh görmek başka bir şeydir. Siyasi liderlerin putlaştırıldıkları rejimler genellikle otoriter ya da totaliter rejimlerdir. Lenin, Franco, Mussolini, Hitler, Pol Pot gibi adamlar faşist-komünist diktatoryaları döneminde kendilerinin putlaştırılmalarına bilerek göz yummuşlardır. Oysa İslam ve insanlığın medeni değerleri insanların putlaştırılmalarını değil adalet ve hakkaniyet çerçevesinde değerlendirilmelerini öngörür. Bu bilinç çerçevesinde halife Ömer’e sahabe rahatça “gerekirse seni kılıçlarımızla düzeltiriz” diyebilmiştir. Yine bu yüzden Ebubekir “içinizde bu göreve en layık ben olmadığım halde başınızdayım, gerekirse beni düzeltin” diyebilmiştir. Bugünün toplumuna baktığımızda ortada ne Ebubekir var ne Ömer. Ortada sevdiğini aşırı seven, putlaştıran, yerdiğini de aşırı yeren ve işi düşmanlığa götüren bir toplum var. Yani ifrat ve tefrit arasında salınıp gidiyoruz. Ne düşmanlığımızda hayır var ne de dostluğumuzda. Bazen severken sevdiklerimize de kötülük ediyoruz. İnsan sevdiğine nasıl kötülük eder? Onun bazen kusurlarını bazen de iyi taraflarını görmezden gelerek ya da yanlış yaptığı noktalarda uyarı vazifesini yerine getirmeyerek kötülük eder. İyi taraflarını takdir etmemek ne kadar olumsuz sonuçlar doğuracaksa yanlışlarını eleştirmemek de o oranda kişiye zarar verecektir. Hz Peygamber’in bir uyarısını burada hatırlamak durumundayız. “Sevdiğiniz kişiyi aşırı sevmeyin gün gelir düşmanınız olur, düşmanınıza da aşırı düşmanlık etmeyin gün gelir dostunuz olabilir” İşte ölçü bu. İslam Peygamberi’nin ölçüsü üzerine ölçü tanımadığını iddia eden Müslümanlara yani bizlere bugün ne oluyor ki parti liderlerini, camaat önderlerini ya göklere çıkartıp onları birer evliya ilan ediyoruz ya da tam tersi eleştirilerimizle yerin dibine sokuyoruz. Peki makul olan nedir? Makul olan alkışta ve taktirde de eleştiri ve öfkede de ileri gitmemek, insanlığımızı, efendiliğimizi, nezaketimizi ve Müslümanlığımızı çiğnemeden olayları ve insanları değerlendirebilmektir. Donanımlı, kültürlü, nezaket sahibi insan övgüye de yergiye de tahammül edebilen insandır. Ancak toplumumuz şu an bu aşamaya ulaşabilmiş değil ne yazık ki! Birisiyle ilgili birazcık eleştiri getiriversen bu eleştiri getirdiğin kişi de biraz tanınan bilinen birisi olsa-mesela bir cemaat lideri ya da bir parti lideri-adam hınç ve öfkeyle köpürüyor. Neye köpürüyorsun kardeşim? Senin liderinden, önderinden, hocandan daha değerli daha takvalı, daha sağlam daha yüce ruhlu insanlar yok mu zannediyorsun dünyada! Altına bir post serdi etrafına üç beş kişiyi topladı diye bu adamları her türlü hatadan münezzeh görüp her buyruklarına kafa mı sallayacağız? Kimdir bunlar? Allah’tan vahiy almış nebidirler de bizim mi haberimiz yok? Anladığım bir şey varsa o da şudur. Eğer birisi sizi bir diğeri hakkında bir eleştiri yaptığınızda ağır şekilde telin ediyorsa bilin ki orada bir çıkar çetesi vardır, illa ki bir menfaatlerine çomak sokmuşsunuzdur da onun için öfkeden kızarmaktadırlar. Aksi halde aklı başında bir Müslüman tevazu ve hilm sahibidir, önce dinler, değerlendirir, haklılık payı varsa hakkını verir olmadığına da inanıyorsa kibarca savunmasını yapar ve konuyu kapatır. Netice-i kelam daha alacağımız çok yol, yiyeceğimiz de kırk fırın ekmek var!
Dünyanın Parası Gevurun Cebine Gidiyor!
Üniversitelere bilimsel amaçla kullanılmak üzere veri tabanı alınıyor. Her üniversite bu veri tabanlarından ayrı ayrı alıyor ve milyonlarca dolar ve milyonlarca Euro paramız gereksiz yere yurtdışına çıkıyor. Oysa İran bu işi çözmüş. Devlet ihtiyaç olan veri tabanlarını eksiksiz alıyor, bir tane alıyor herkesin kullanımına açıyor, herkes bu veri tabanlarından yararlanıyor. Bizde ise TÜBİTAK ayrı alıyor, üniversiteler ayrı alıyor, mükerrer alımlar söz konusu oluyor. Biz İran’dan daha mı az akıllıyız ki dünya kadar paramız yabancı yazılımcıların kesesine giriyor? Bu işi bilen bürokratlar, akademisyenler var. Konu onlardan sorulursa mesele daha da aydınlığa kavuşur. Euro’nun ve Doların tavan yaptığı ve ülkemize ekonomik operasyon çekildiği böyle bir zaman diliminde neden bizler devlet ve toplum olarak böyle bir bedel ödeyelim. YÖK merkezi alım yapsın bütün üniversitelere açsın. Bu işten çok tasarruf ederiz devlet olarak.
Almanlardan Zengin miyiz?
Son on beş yılda Türkiye’de özellikle Alman malı otomobillerin sayısı müthiş derecede arttı. Özellikle kamu talebi yüzünden Türkiye adeta bir Mercedes, BMW, Audi ve Volkswagen cenneti haline geldi. Her belediye başkanının altında bir Audi var. A6, A8 modelleri peynir ekmek gibi satılıyor. Volkswagen Passat ise zaten ganimet gibi. Koruma araçları, genel müdür araçları, belediye başkan yardımcılarının araçları bu model araçlardan oluşuyor. Passat’ın bugün full paket fiyatı 450 Bin TL civarında seyrediyor. Neredeyse yarım trilyon lira. Şimdi sormak lazım yarım trilyonluk makam aracına binen bir bürokrat kaç liralık katma değer üretiyor, kaç liralık iş üretiyor ya da kaç lira devleti tasarrufa kavuşturuyor ki böyle bir araca binmeye hak kazanıyor. İstanbul’da durum daha da vahim. Bazı ilçe belediye başkanları s serisi Mercedeslere biniyorlar. Bazılarının arkalarında eskortları da var. Ben vatandaş olarak aracıma benzinin litresini 6.5 liradan alıyorum, dizel hakeza o civarda, LPG deseniz nerdeyse 4 TL olmuş. Bu araçlara binenler hangi bedeli ödeyerek bu araçları kullanıyorlar? Bir belediye başkanına, eğer mesele güvenlik, konfor filansa yüz bin liralık bir Volvo yetmez mi? Ya da bir Japon? Bal gibi yeter. Euro’nun, Dolar’ın tavan yaptığı şu günlerde özellikle yabancı araçlara binen makam sahiplerinin daha fedâkar davranmasını bekliyoruz. Almanlar bizden daha fakir değil!
İngiliz Muhipleri Cemiyeti!
Hatırlarsınız kurtuluş mücadelesi yıllarında İngilizlerin tarafında duran hainlerin üye olduğu bir cemiyet vardı: İngiliz Muhipleri Cemiyeti. O cemiyet yeniden kuruldu. Ama Türkiye’de değil. İngiltere’de kuruldu ve Türkiye’den de İngiltere’den de üyeleri var. Kurucu başkanı Elif şafak! Bu ne idüğü belirsiz kontes The Guardian’da bir yazı yazmış ve yazısında Batılılara “Türkiye’ye müdahale edin” çağrısında bulunmuş. Allah kimseyi, onurundan, vatanından, milletinden, haysiyetinden, şerefinden ayrı komasın! Vatan ve millet duygusu olmayan insan müsveddeleri en tehlikeli insan tipleridir. Can Dündar gibi, Elif Şafak gibi, Fetullah Sırıtan gibi… İngilizler bunların boynuna tasmayı takmış, istediği gibi havlatıyor! Havlasın bakalım bu Erdoğan ve Türkiye düşmanları nereye kadar havlayacaklarsa! 15 Temmuz’da milletten yedikleri şamar bir yerlerinde hala sızlıyor olmalı ki hala havlamaya cesaretleri var! Biz Erdoğan’ı da ülkemizi de seviyoruz, siz varın İngiliz kininden imal edilmiş kulübeciklerinizden havlamaya devam edin!