Izdıraplar kategorik değildir
İnsanın dünyada bulunuşu, ilginç bir serencamı içinde barındırır. Bir kere dünyaya atılmıştır; kendi farkındalığını yaşadığında nereden geldiği, hayatı ve öldükten sonraki yaşamıyla ilgili belirsizlikler hemen onu kuşatır. Bunlar birer belirsizlik taşır ve insana ciddi olarak kaygı verirler.
Bu temel sorulara özellikle dinler ve farklı ideolojiler cevaplar üretirler. Cevaplarda açıkçası insanın aradığı şey, bu belirsizliğin giderilmesidir. Bir kere en baştan itibaren dinler, belirtilen sorulara cevaplar ürettiği için insanda bir karşılık bulurlar. Özellikle ölümden sonrası için ideolojilerin bir cevabı yoktur ve bu sebeple öteki dünyayı ve mutlak iyiyi bu dünyanın sonuna yerleştirirler.
Belirsizlik giderildiği oranda insanın kaygıları da sona erer mi? Kesinlikle hayır. Zira ölümün ve geleceğin belirsizliği, gidilecek güzergahtaki muğlaklık ve dünya hayatında sorunlar insanda kaygılar yaratmaya devam ederler. Tam da bu sebeple, kaygılar insandan ayrılmazlar.
İçinde yaşadığımız çağ, kaygıların da en yüksek düzeyde yaşandığı bir dönem olarak dikkat çekiyor. Bütün mutluluk vaatlerine rağmen, geçen yüzyılda insanlık iki büyük savaş yaşadı ve milyonlarca insan öldü. Varoluşçuluk yaşanan ızdıraplar karşısında insanın bir çıkış yolu arayışı olarak dikkat çekmişti. Küreselleşme çağında dünya küçüldükçe, kaygılar ve ızdıraplar da artıyor. Çünkü ontolojik güvenlik problematiğe dönüşüyor.
Ailenin giderek eski önemini yitirmesi, mahalle ve komşulukların dağılması, bireyselleşme, yalnızlık, güvensizlik, çevre kirlenmesi, şiddet gibi listesini uzatabileceğimiz sorunların hepsi tüm insanlığı etkiliyor. Her değişim ve tercihin bir bedeli var ve onu ödüyoruz. Bu sorunlar solcu, sağcı, islamcı, ateist, deist, alevi, Sünni vb. hiçbir kategoriyi es geçmeden herkeste kendisini gösteriyor. İşte bir türlü anlayamadığımız şey bu.
Toplumda artık eski zihniyetin sınırlarına dayanmış bulunmaktayız. Eski zihniyet, her bir olaydan kendi ideolojisi, dini, mezhebi hasılı kategorisi lehine “puan” devşirmek üzere hareket ettiğinden olayın ifade ettiği vehameti bir türlü anlayamıyor. Aynı toplumda olduğumuzu, yanıbaşımızdaki her olayın ortak ızdırabımız olduğunu kavrayamıyor. Söz gelimi; son zamanlarda siyanürle intihar vakalarından herkes “kendi taraf”ına puan devşirmeye çalışıyor.
Açıkça söyleyeyim; ben bu olaylar karşısında büyük bir dehşet duydum ve olaylar toplumumuz adına beni kaygılandırdı. Çünkü ben bir insanım. Sadece bunlar değil, insanların aile kurmaktaki isteksizlikleri, evlenme yaşının yükselmesi, bireyselleşme, yalnızlık, ontolojik güvensizlik, dünya ölçeğinde varolan bölüşümde adalet sorunu ama her şey beni kaygılandırıyor ve ızdırap veriyor. İnsanlıkta kemale ermek ve insanlığı kaybetmemek, bunlar karşısında bir ızdırap duyabilmeyi gerektiriyor.
Peki ideoloji ve dinler ne işe yararlar? Dinler ve ideolojiler insanların kaygılarını gidererek, insanlara yaşanan sorunların içinden nasıl çıkılacağına dair öneri sunarlar. Bu önerinin, bütün insanlığı kapsayacak düzeyde hitap hacmi geniş olursa ve “insan”ın yanında ve kaygılarına ortak olduğunu hissettirirse geniş kitlelerin heyecanıyla karşılanacaktır. Her birinin yapması gereken şey, önerisini insanlara sunarak geriye çekilmektir. Yoksa “pusu”ya yatarak, her bir olaydan manipülasyonlarla kendine “puan” devşirmek değildir.
Dikkat ederseniz toplum olarak artık konuşamıyoruz; her bir olay ideolojik ve dini yorumların altında o kadar baskılanıyor ki, çoğunlukla vakıanın kendisi bile anlaşılmadan sosyal medyanın mezesi haline geliyor.