İyi yazarlar, külliyat hâlinde okunmalı
Mustafa Kutlu, Beşir Ayvazoğlu ve İsmail Kara, kaleme aldıkları ve kütüphanelerimize kazandırdıkları eserlerle irfanımıza büyük hizmetlerde bulunuyorlar. Bize düşen görev, eserlerini okumak ve okutmak.
Yazar Mustafa Kutlu’nun her kitabı okunmaya değer kıymettedir. Gençlerimizin öncelikle okuyacağı yazarlar arasında gelir Mustafa Kutlu.
KATILDIĞIM bazı toplantılarda gençler kitap tavsiyesi isterler. Yetişkinlerin daha önceden okuduğu, beğendiği, istifade ettiği, hatta etkilendiği kitapların isimlerini öğrenmek, elbette haklarıdır. Bu talepte, kestirme yoldan doğru bilgiye ve iyi edebiyata ulaşma amacını görüyorum. Genellikle kitap isminden ziyade isim veriyorum. Ve gençlerimize, “Yazarları külliyatları ile okumak gerek. Zira bu eserlerinden birisi veya birkaçı mutlaka ruhunuzu saracak, gönlünüze düşecek ve belki de sizi o yazarın daimi okuyucusu kılacaktır.” diyorum.
Tavsiye ettiklerim
Yaşayan yazarlar arasında gençlerimize üç ismi mutlaka tavsiye ederim: Mustafa Kutlu, Beşir Ayvazoğlu ve İsmail Kara. Üçü de uzun yıllardan beri tanıdığım eserlerini merak ve heyecanla beklediğim, okurken istifade ettiğim seçkin yazarlarımız. Bugünlerde bu kıymetli yazarımızın yeni eserleri çıktı. Onlardan mecburen muhtasar bahsedeceğim. Zira iyi kitapları teferruatlı şekilde anlatmak doğru değil. Okuyucu, “Nasılsa ayrıntılı biçimde kitabın özetini gördüm, öyleyse alıp okumasam da olur.” zehabına kapılabilir. Hâlbuki hiçbir tanıtım veya tenkit yazısı, bir kitabın yerini tutamaz.
Uzun tanıtım olmamalı
Eskiden uzun uzun, ayrıntılı biçimde kitaplardan söz ederdim. Beni bu kötü huyumdan, Allah selamet versin Özcan Ergiydiren ağabeyim vazgeçirdi. Böyle bir yazımı bir dergide okuduktan sonra, “Yahu o kadar çok detaylı anlatmışsın ki, okuyucuda kitabı satın alıp okuma hevesi bırakmamışsın, yapma!” dedi. Bu haklı ve yerinde ikazdan sonra o fena itiyadımı terk ettim, artık kitapların can alıcı bölümlerinden söz ediyor, okuyucunun dikkatini kitaba çekmeye çalışıyorum.
Topkapı’dan Topkapı’ya
İlk kitap çok okunan, sevilen ve okuyucuların gönlünde köklü ve sağlam bir yer edinen Mustafa Kutlu’ya ait: Topkapı’dan Topkapı’ya. Kitabı görür görmez delikanlı iken yaşadığım bir hadiseyi hatırladım ve tebessüm ettim. İstanbul’a ilk geldiğim 1978 yılında namını çok işittiğim Topkapı Sarayı’nı ziyaret etmek istedim. Beyazıt Meydanı’nda dolaşırken birisine “Topkapı hangi tarafta?” diye sordum. Beni Aksaray istikametine yönlendirdi. Lâleli’ye, Aksaray’a, sonra Fındıkzade’ye yürüdüm. Topkapı’ya varınca surları gördüm. Birisine yine “Topkapı Sarayı nerede?” diye sual edince, “Yanlış gelmişsin. Burası Topkapı semti. Topkapı Sarayı aksi istikamette, geldiğin yoldan geri gideceksin. Beyazıt’tan sonra Çemberlitaş’ı geçersin. Sultanahmet semtine varınca sorarsın, yerini gösterirler.” Süklüm büklüm, gerisin geriye döndüm. Dönüş yolunda, Beyazıt’ta bir tanıdıkla karşılaştım. “Nereye böyle? Terlemişsin, yorulmuşsun, uzaktan geliyorsun herhâlde?” sorusuna “Topkapı’dan Topkapı’ya” cevabını verdim sonra da yaşadıklarımı anlattım. Bunun üzerine bir hayli gülmüştü.
Mustafa Kutlu’nun üslubuna hayranım. Sadece ben mi? Hayır böyle on binlerce sadık okuyucusu var. Yalnızca hikâyeleri değil, gezi yazıları da, fikir kitapları kalbe dokunur, düşündürür. Ders çıkarır, ibret alırsınız. Esasen o edebiyat yapmaktan ziyade hayatı yaşamak ve doğru biçimde yaşatmak derdindedir. Keşke iktisatçılarımız, sanayicilerimiz, iş adamlarımız, yatırımcılarımız ve belediyecilerimiz iyi birer Mustafa Kutlu okuru olsalar. O zaman bugün çekilen sıkıntıların büyük çoğunluğunu yaşamazdık diye düşünüyorum. Mesela “kanaat ekonomisi” diyor, “israftan kaçıp, iktisada yönelmeyi” işaret ediyor. Bugün çok moda olan iklim değişimine, kuraklığa diyebilirim ki Türkiye’de ilk dikkat çekenlerdendir Mustafa ağabeyimiz. Şehir sakinlerinin, bilhassa İstanbulluların Dersaadet’e sahip çıkması için kaç yüz yazı yazdı gazetelerde, kaç kitabı kaleme aldı, Allah bilir? Topkapı’dan Topkapı’ya bulunmuş eski bir dosya, bence eskimeyecek bir eser. 1986 yılında kaleme alınmış “İstanbul gezi yazıları”ndan oluşuyor. Bize bizi, değerlerimizi, eksikliklerimizi, ihmallerimizi hatırlatan, noksanlıklarımızı yüzümüze vuran uyarıcı bir kitap. “Malum çok hızlı yaşıyor, çok hızlı değişiyoruz. Dün dünde kaldı demek doğru değil, mazi bizi hiçbir vakit terk etmez.” diyor, çok doğru. Topkapı’nın o eski hercümerç hâlini anlatarak başlıyor hikâyeye, elimizden tutarak, mihmandarlık ederek, bizi Sultanahmet’e kadar getiriyor. Tabii arada Vatan, Millet ve Ordu caddeleri var. Camiler, çeşmeler, ağaçlar, kütüphaneler var. Sahaflar, Enderun, Marmara Kahvesi, Erenler, Türkocağı gibi kültür mahfillerinde diz kıranların hatıratı… Türbeler ve hazirelerin bitmeyen ölümsüz saltanatı… Sultanahmet’teki olağanüstü değişim. Kitap Fuarı, Ramazan geceleri, Yeşil Konak ve Soğukçeşme Sokağı. Aynı zamanda ressam olan Kutlu, Suriçi’nin 40 yıl önceki macerasını fırça darbeleriyle tablolaştırıp hassasiyetle önümüze seriyor. Nasibi, talibi ve talihi olanlar, bu şehr-i azizi, nefs-i İstanbul’u usta yazarımızın nefis kaleminden ve sevimli hatıraları eşliğinde okuyacaklar. Topkapı’dan Topkapı’ya, diğer kitaplar gibi Dergâh Yayınları’ndan çıktı.
Her Kuyuda Bir Yusuf
Yaşayan en birikimli biyografi yazarımız Beşir Ayvazoğlu, sevilerek okunan eserlerine bir yenisini daha kattı: Her Kuyuda Bir Yusuf. “Altı Renkli Adam, Altı Farklı Hayat”ta, Cinuçen Tanrıkorur, Nuri Arlasez, Hakkı Süha Gezgin, Hasan Ferit Cansever, Florinalı Nâzım ve Hânende Nedim resmediliyor. Tanrıkorur musikimizin, Arlasez kültür tarihçiliğimizin, Gezgin edebiyat âlemimizin, Cansever fikir hayatımızın, Nâzım mizah vadisinin, Nedim ise Boğaziçi’ndeki ses saltanatımızın simgeleşmiş şahsiyetleri. Her biri, nev-i şahsına münhasır. İşini aşk derecesinde severek yapan, şevk sahibi ve inançlı şahsiyetler. “Müteşair” kimliği ve çok renkli kişiliğiyle Florinalı’nın yaşadıklarına nasıl tebessüm ediyorsak, Cinuçen Bey’in hayatına, fikirlerine, idealizmine, her hâl ve şarttaki üstün gayretine o kadar hüzünleniyoruz. Hele İsmail Kara’nın şahitliğine göre, 2000 yılında ağır hastalıkla mücadele ederken, âdeta son demlerini yaşarken ellerini açıp yaptığı şu sarsıcı dua, gözlerimizi nemlendiriyor: “Ya Rabbi! Bana sıhhat ver, beni ayağa kaldır, biraz daha çalışayım. Kendim için istemediğimi biliyorsun, şu sahipsiz ve kimsesiz memleketim için biraz daha çalışayım. Yeter diyorsan sen bilirsin ya Rabbi! Daha ne yaptım ki! Süheyl Ünverlere göre, Ekrem Hakkı Ayverdilere göre yaptıklarım ne ki?”
Medeniyet inşacısı
Bir başka kültür kahramanı ve medeniyet inşacısı Nuri Arlasez. Yazma kitapları, fermanları, vakfiyeleri, işlemeleri kısacası tarihimizin nişanelerini ve kültürümüzün unsurlarını zor dönemlerde toplayan sonra da bunları Süleymaniye Kütüphanesi ve Yıldız Sarayı’na armağan eden gönlü gani adanmış adam. Kocamustafapaşa’da tanıştığı “Halime Nine”nin toplumumuzu, hatta insanlığı iktisadi olarak ayağa kaldırabilecek olan “Yemeğin iyisi kötüsü olmaz. Besmeleyle yedikten sonra her yiyecek değerlidir!” sözü, bugün için ne kadar anlamlıdır. Hikmetli sözü anlayabilsek, anladıktan sonra yaşayabilsek…
Beşir Beyin kitabının neredeyse her sayfasındaki satır altlarını kırmızı kalemle çizdim. Ne çok bilmediklerim varmış meğer. “Filozof Nuri”nin İngiliz tarihçisi ve tarih felsefecisi Arnold Toynbee ile Antalya’nın ücra Türkmen köyüne yaptıkları seyahat çok düşündürücüdür. Yüreği kavi Anadolu köylüsünün büyüklüğüne bir kez daha şahit oluyoruz. İkisi de yolculukta yorulmuş, acıkmışlardır. Sığındıkları ihtiyar kahveciden yemek isterler. Kendilerine “Hoş geldiniz, safalar getirdiniz” diyen nur yüzlü ihtiyar, “Oğul” der Arlasez’e, “Yeter ki sen fukaranın olanına katlan! Nemiz varsa senindir. Yalnız Rabbim yoktan var eder. Onu bizden bekleme!” Sofra kurulur, yemek yenilir. Nuri Bey, yoksul olduğu anlaşılan adamcağıza para vermek ister. Aksakal Türkmen kocası, parayı kabul etmediği gibi şöyle sitem eder: “Taa nerelerden kalkıp bu kuş uçmaz, kervan geçmez yere gelip gönlümüze neş’e ve ferahlık verdiniz. Üstüne bir de para mı vereceksiniz?” Ancak Nuri Bey emeğin karşılığını ödemek ister, ısrar eder. Bunun üzerine yaşlı köylü, “Bak oğul, misafirimizsin. Daha fazla ısrar edersen paranı kabul etmek zorunda kalacağız. Neş’emizi bu kahpe para için kaçırmaya değerse ver!” Bu söz üzerine Nuri Bey ısrardan vazgeçer. Toynbee, şaşırmış ve hayran kalmıştır. Hislerini şöyle ifade edecektir: “Bize kelimenin en kuvvetli manasıyla bir insanlık dersi verdi. Bu borcu hiçbir zaman eda edemeyeceğiz. Dünyaları ayakta tutan, her memlekette gizli kalmış bu gibi kahramanlardır. Bunların yüzü suyu hürmetine memleketler ayakta kalır.” İşte deryadan birkaç katre… Her Kuyuda Bir Yusuf’u, yazarımızın bütün eserlerini neşreden Kapı Yayınları kültür hayatımıza kazandırdı.
İstiklal Marşı’na Yeni Bakış
Bu sene İstiklâl Marşı’mızın kabul edilişinin 100. Yıldönümü. Mehmed Âkif’e ve marşa dair güzel kitaplar çıktı. Bu eserleri İsmail Kara, Bir Düşünce Tarihi Metni Olarak İstiklâl Marşı isimli eseriyle taçlandırmış bulunuyor. Çağdaş Türk ve İslam düşüncesine dair mühim eserleriyle fikir dünyamızı aydınlatan İsmail Kara’nın bu eseri, Safahat şairini ve millî marşımızı bütün veçheleriyle idrak edebilmek için iyi bir fırsat. Mustafa Kutlu gibi İsmail Bey’in de bütün eserleri Dergâh Yayınları’ndan vitrinlere çıkıyor. Her üç yazarımıza şükranlarımızı sunarken İstiklâl Marşı’nı, arka kapak yazısından tanıyalım:
“İstiklâl Marşı sadece hissiyatı ve lirizmi yüksek azametli bir şiir değil, o aynı zamanda döneminin ana temayüllerini veren, temel problemlerini tartışan ve güçlü toplumsal karşılığa sahip büyük bir ‘fikir metni’. Ölüm kalım mücadelesinin verildiği bir kriz ve geçiş döneminde varlık alanına çıkmış ve zaferi, çözümü mümkün kılan kuvvetli unsurlardan biri olmuştu. Büyük ve imkânlı metinler böyledir… Kalemin kılıç yerine geçmesi ve düğümleri çözmesi gibi… Sonra çok tekrarlandı ama 1924’ten bugüne anlamı, irtibatları ihmale uğradı, sönükleşti. İstiklâl Marşı tam bir asır sonra nisbeten farklı ama derin krizlerin ortasından tarihte icra ettiğine benzer bir fonksiyon üstlenebilir. Onun için hiç olmadığı kadar anlaşılmasına ve şerhine emek vermek gerekiyor. Elinizdeki kitap bu yolda bir ilk adım.”