"İyi seyirler"
Program sunucusunun iki kelimelik cümlesi zihnimde iyice yer etmişti.
“İyi seyirler”
“Sayın seyirciler, tadına doyum olmaya görsellerimiz
sizi bekliyor. Sakın ayrılmayın, hep bizle kalın.”
Yeni bir yaşam tarzı…
Hayatın yeni trendi…
Düşünmekten çok seyretmek…
Bilmekten çok görünmek…
Meslek sahibi olmaktan çok şöhret sahibi olmak…
Çalışmaktan üretmekten çok kolay para kazanmak…
Emekten çok eğlenmek…
Evlenmekten çok gönül eğlendirmek…
İşte yeni kuşakların yaşam felsefesi, gelecek
öngörüsü…
İnsanlığın kültürel tarihine baktığımızda üç aşama ile
karşılaşırız:
Sözlü kültür…
Yazılı kültür…
Görsel kültür…
Sohbetten ve okumaktan kopan kuşaklar seyretmeden
duramıyor… Aslında toplum olarak seyirci olmaya ikna olduk… Hem de tepkisiz,
sessiz ve duyarsız kalarak… Seyretmekle tatmin oluyoruz, teselli oluyoruz…
Seyretmede kalmanın bir sorumluluğu yok sanıyoruz…
Seyrediyoruz, soru sormuyoruz… Çünkü her soru bir
risktir…
Sadece dinleme ve izleme modunda kalanların zamanla ne
iddiası, ne ideali, ne de iradesi kalmıyor…
Bir izleyen olarak kaldıkça hayatta iz ve eseriniz de
olmuyor…
Tek bildiği, becerisi, hüneri, görevi seyretmek
olandan ne beklenir?
Seyretmekle yetinen üretemez… Hele hele çözüm hiç üretemez…
Sadece mazeret üretir…
Seyirci kalanların bahanesi, mazereti çoktur…
Mahareti, marifeti maalesef yoktur…
Sıcak koltuklarda, konforlu yaşamın kollarında
istifini bozmadan seyretmenin hazzını sonuna kadar yaşarlar… Sorumluluk bilinci
köreldikçe seyirci kalmakla yetiniyoruz… Seyretmenin tiryakisi oldukça
duyarsızlaştık… Kanıksadık… Sıradanlaşıyoruz… Etkilenmiyoruz… Dokunmuyor…
Sonuçta hayata ve hakikate de seyirci kalıyoruz.
Dünya kötülük yapanlardan daha ziyade, seyirci kalıp
hiçbir şey yapmayanlar yüzünden yaşanmaz hale geldi…
Batılı bir düşünürün dediği gibi:
“Kötülüğün zaferi için iyilerin hiçbir şey yapmaması
yeterlidir.”
Ey acıya seyirci kalanlar…
Ey yanlışa alkış tutanlar…
Etliye, sütlüye karışmayanlar…
Fincancı katırlarını ürkütmeyenler…
Sessizliği tercih eden seyirci takımı siz de
suçlusunuz…
Haksızlığa, hadsizliğe, hayasızlığa “hayır!”
diyemeyenler, sizde de hayır yok demektir…
Fahşaya, fesada, fitneye, fütursuzluğa fırsat
verenler, kötülerden farkınız var mıdır acaba?
İnsanlığın maruz kaldığı trajediye, jakobenliğe,
jenoside, zorbalığa duyarsız duranlar, bir duruşunuz olmayacak mı?
Biz seyirci kalmaya devam ettikçe, sömürgecilerin
işini kolaylaştırmış olmuyor muyuz?
İmamı Şafi’nin buyurduğu gibi: “Kendimizi hak ile
meşgul etmezsek batıl bizi işgal eder.”
Evet, düşünmeyen zihinlerin işgalcisi çoktur…
Dizi izlemekle diriliş gerçekleşmiyor…
Velev ki izlenen ‘Diriliş’ dizisi de olsa… Yeni bir
ruh olmadıkça olmuyor…
Maç müsabakası seyrederek beden eğitimi yapmış
olmuyoruz…
Evet, seyirci kalmaktan, sefere çıkmaya ne zaman karar
vereceğiz…
Sahaya ne vakit ineceğiz?..
Figüran olmaktan çıkıp, aktör olmaya niyetlendik mi?
Oyuna gelmekten, oyun kurucu olmaya yol almalıyız…
Seyr-u sülukumuz sadece seyirci kalmakla
sonuçlanmasın…
Salon Müslümanlığından, saha Müslümanlığına hicret
vakti…
İman, vicdan, mizan bunu gerektiriyor…
Aklı boş…Kalbi boş…Vakti boş olanlardan olamayız…
Ekranlara, vitrinlere kendimizi terk ederek
sorumluluktan kaçamayız…
Seyrettiklerimizin jürisi olduk, bilirkişisi olduk,
yorumcusu olduk… Not verdik… Puan verdik… Tasnif ettik… Tenkit ettik…
Peki değer üretebildik mi? İnsanlığa katkı
sağlayabildik mi? Mazlumların göz yaşını silebildik mi? Yoksulların başını
okşayabildik mi?
Dua alabildik mi?
Hep seyirci kalmak, sanıyorum yeni savrulmaların yeni
versiyonu olsa gerek…
Keşke, biraz “seyretmeme” perhizimiz olsa… İyi gelir…