İyi niyet iyi sanat değildir
Özellikle belli bir bilim, sanat ve ilgili mesleki alanlarda henüz bir klasik var edememiş, bir gelenek oluşturamamış gruplarda oluyor bu. O çerçevenin içinde olup da şartlandırılmış eğilimleri aşamayan insanlarda.
Nedir olan? Bir iki sanatsal üretimle ne oldum delisi olma hali. Üretenden çok üretenin yakın sosyal çevresi ürünü tavanlara uçurmaya bayılıyor.
(Bu tıpkı eskiden köyden tek tük okumaya gönderilen gençleri, köylerine dönerken protokol ağırlığıyla karşılamaya benziyor. Ne var ki genç köyüne dönmemiştir.)
Ufacık bir ürün ortaya koyulduğundaki heyecan ve abartıyı belli bir noktaya kadar anlayışla karşılayabiliriz. Daha genel, dünya veya ülke genelinden bakıldığında o kategoride sonuncu da olsa, kendi ortamında ilklerdendir. Konu seçimi, tekniği veya özgünlüğü kalbe bir çizik atmaktadır, tamam. O da güzel. Fakat uzun zamandır bu alanda tek bir çocuğu olmamış bir toplumun, birden bire ortaya çıkmış olan o sanat ürününe bakışı, yakınlarının bir yeni doğan üstüne eğilmiş te hohlamaya durmuş olmasına benzer bir şey oluyor. Gök görmedik her yakın yeni doğan eserciğin üstüne eğilmiş ve öylece donakalmıştır. Ve ürün gözden göze, elden ele gezip durmaktadır. Bu sürecin uzun sürmesi ve abartılması daima dikkatimi çekmeye devam etmektedir. Çok defa duyduğum ilk heyecanın ve gülümseyişin donduğunu ve katılıp kaldığını yaşadığım için…
Bu uzun süren abartının bir engel olduğu malum.
Birincisi yeni bir ürünü geciktirebilir. İkincisi yeni ürünün de aynı hizada olmasına neden olabilir. Üretilmiş her ürüne, bir değil, iki değil daima “Çok mükemmel!” diyerek kayda değer bir eleştiri getirmeme ve sürekli övme halinin ilerlemeyi durduran ve gerisin geri döndüren bir şey olma tehlikesi hep vardır.
Görmemişgillerin bir eserciği olmuş, tutmuş niteliğini koparmış… mı desek ne desek.
Bu anlamda kimi ustaların, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, ortaya koyulan ürünün bir işe yaramaz olduğunu göre göre sırf teşvik amaçlı “bunlar güzel işler, devam edin” şeklindeki tekrar cümlesi de çok sasıdır. Ciddi bir teşvik objektif bir değerlendirme ve doğru bir eleştiri ile daha çok mümkünken.
Fakat ticari kaygılarla değil, manevi kaygılarla üretilmiş her eser illa güzel değil, illa sanat eseri değil. Olmuyor. Olamayabiliyor. Diyorum ki bir ürün ortaya koyarken ki niyetimiz manevi ve üstün bir niyet olsa dahi bu niyet o ürünün onaylanması, alkışı ve yükseltilmesi için yeter neden değil. Bir yandan üretim niyetindeki güzelliğe, saflığa belki de az rastladığımız için aşık oluyoruz. Fakat öte yandan ürünün teknik açıdan niyetine yakışan düzeyde olmayışına ses çıkarmıyoruz.
Olgun bir toplumun en çok söylediği değerlendirme sözü, “Çok güzel, harika!” olamaz.
Bunda utanılacak bir şey yok. Mesela sinema dünyasına baktığımızda büyük prodüksiyonlarla oluşturulmuş pek çok ürün eser olmanın çok uzağında. Ticari kaygılarla üretilmiş mal hükmünde. Yüz yıldır bu konunun üstüne çoktan olmuş toplumlara baktığımızda, geldikleri veya gelemedikleri noktaya baktığımızda görürüz. Adı sanat olan pek çok şeyin soyadının niteliksizliğini… Dolayısıyla soylarını soylamadığını… Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Ekran bu konunun her gün açık büyük aynası. Aslında sanatın boy aynası. Huy aynası. Uzun metraj diye başladığımız pek çok filmin çeyrek metraj bile olmadığını defalarca tecrübe ediyoruz. Sonunu değil, yarısını bile getirmeye değmez.
Hatırladım şimdi. Bir romancı arkadaşım romanını basmadan önce illa okumam konusunda o kadar baskı yapmıştı ki... Konuşmanın bir yerinde "Bu romanla..." dedi. "Çok kazanmayı umuyorum." Atıldım konuşmanın orta yerine. "Yani sen için..." (acı çekiyordum) mal hükmünde mi bu kitabın?" "Evet" dedi. Öyle... O günden sonra onu asla okumayacağımı söyledim. Roman olabildiğince bilindi. Yıllar geçti. O ısrarla "okumanı ve değerlendirmeni çok istiyorum' dedikçe "Sen o malı okuttun" dedim. Okumadım.
Tıpkı böyle... Her ürün sanat eseri olmayı hak etmiyor. Fakat sadece ticari kaygılarla değil, safiyane kaygılarla üretildiğinde de sanat eseri olmuş olmuyor.
Bir çalışma, bir eser dilediği kadar üstün manevi niyet ve amaçlarla üretilmiş olsun, özgün bir sanat atakla güçlü bir yankı yapmadığı ve bu yankıyı taşıyan düzeyde bir teknik büyüye ulaşmadığı sürece övülesi bir eser değildir. Tıpkı salt ticari kaygılarla üretilmiş bir diğer “mal, nesne” gibi de değildir belki. Fakat eser olmadığı vakidir.
Ortaya koyulan ürünlerimizin illa bir sanat eseri olmadığının, olamadığının farkına varırsak, daima övgü yumağını büyütmeyi bırakıp kozamızın dışına çıkar ve ürünü en genel çerçevede kapladığı yere göre kıymetlendirir veya değersiz görüp çöpe atma cüretini gösterirsek, bu daha dürüst yol alacağımızı gösterir. Kendimize karşı dürüst olmalıyız. Kimi sanat dallarında daha iyiye doğru ilerleyebilmek için o gereksiz yüceltme ve gururu terk etmeliyiz. Belki de ürünlerimizi yalancı yakınların değil, doğrucu yakın ve doğrucu uzakların değerlendirmelerine teslim etmekten korkmamalıyız.