İyi ki plaketim yok
Doğru söylemek, kitabın ortasından konuşmak gerekirse tele-temaşa ekranlarında önüne gelene dağıtılan banal plâketlerden rahatsız olduğumu belirtmek isterim. Ödül törenlerinden ziyade son günlerde devlet adamlarına verdirilen plâket konusunda plâket imalatçısı hiçbir kuruluşu zemmetmeden gerçekten inandığım konuda fikir yürütmek istedim.
Yurt
dışından getirdikleri üç boyutlu kristalin içerisine lazer işlemeleriyle
Türkiye’de plâket üretiminin seri hale gelmesinde öncülük eden firmaların
sitesine göz attığınızda holdinglerin, kamu kurumlarının, vakıf ve ajanslara
tedarikçi olduklarını görüyoruz.
Eskilere
göre yeni teknolojik imkânlarla daha hızlı üretim yaptıklarını öğünerek anlatan
firmaların plâket, pleksi ve akrilik plâket, kristal cam, özel ödül, kupa ve
madalya, rozet ve yakalık ile tabelalar dikkat çekmektedir. Ürünlerinde tekstil
hariç her türlü malzemeyi kullandıklarını, çelik, sarı pirinç, alüminyum, cam,
sac, kristal örnekleriyle sitelerinde teşhir ederek kendi tanıtımlarını
yapmaktadırlar. Yazımızın başında söylediğimiz gibi bunların yaptıkları
çalışmalardan kazandıklarıyla ilgili bir tenkitimiz yok. Eleştirimiz onlara bu
imkânları seren daha doğrusu verenleredir.
Çok önceleri dediysem de bundan kırk yıl kadar
önce bu plâketlerin değerli şeyler olduklarına inanır, plâket alanlara gıpta
ederdim. Plâket
enflasyonunun nerede ne zaman nasıl oldu da bu kadar yayıldığı veya ilk nereden
başladığını internette bulabilirsiniz. Adnan
Menderes döneminde Amerika-Türkiye ilişkilerinin artmasıyla birlikte şilt verilmeye başlanmış, 27 Mayıs 1960 ihtilâli
sonrasında silahlı kuvvetlerde ‘bröve’ verilmeye başlamış.
12 Eylül darbesiyle birlikte plâketleri
ulufe babından dağıtımıyla tatmin olmamışlar ki, üniversiteler ‘Fahri
Profesör’ unvanı vermek için sıraya geçmişler, cüppe giydirilen darbeci
Evren'e gittiği her yerde fahri
hemşerilik beratı, şehrin anahtarı ve plâket verilmesiyle bu işin yarışa dökülmesi
o karanlık günlere denk düşmektedir.
Günümüze gelecek olursak plâketin günlük hayatın bir parçası olduğu, hatta
plâketsiz tören görmenin mümkün olmadığını müşahede ederken, bir kenara
fırlatılamayacak kadar çekiciliği olmasını isteyenlerin gün geçtikçe arttığını
da söyleyebiliriz.
Plâket ve ödül mevzuunda farklı düşünenler elbette vardır. İşte bunlardan
biri Türkiye Yazarlar Birliği’dir. Türkiye’de kültür, sanat ve düşünce alanında
her yıl yapılan değerlendirmeler neticesinde ödül almayı hak edenlere piyasa
mamulü plâket vermek yerine geleneksel Türk klasik sanatlarımızın seçkin
örneklerinden özel olarak tasarlanmış ‘Katılım Beratı’ takdim ederek
sanatçılarımıza sahip çıkmaktadır. Yazarlar Birliği’nin yurtiçi ve yurt
dışında tertiplediği bütün etkinliklerinde orijinal ipek üzerine tezhip,
minyatür, ebru ve hat sanatının özgün çalışması, altın ve gümüşün deri ile
buluşturan sanatçı dostumuz Bekir S.
Soysal’dan bu vesile ile söz etmezsem haksızlık etmiş olurum. Onun
tasarımlarının bugün özellikle Türk dünyası coğrafyasının en ücra köşelerinde
sergilendiğini de bilenlerdeniz.
Yazımızın başlığına bakıp da plâket istemiş durumuna düşmeyiz inşallah.
Belki bugüne kadar farklı kurum ve kuruluşlardan sevimsiz metallerden almış
olsak da, eve gelmeden ilgili makama, yani çöpe gittiğini rahatlıkla söylerim ve’s-selam.