İyi ki doğdun Âkif
Bundan tam 150 yıl önce dünyaya gelerek, anasını, babasını dahası milletini sevindiren ismiyle müsemma bir şahsiyetten bahsedeceğiz. Dizelerin Mimar Sinan’ı, Ümmet-i Muhammed’in sevdalısı Âkif’i asırlar geçse de unutmayacağız, unutturmayacağız. Hep hâyırla yâd edeceğiz.
*
Âkif’in
babası, İpekli Mehmed Tâhir Efendi
1826 yılında Şuşiasa’da doğmuş. Şuşisa, Osmanlı Devleti’nin Arnavutluk
bölgesinde İpek kazasına bağlı bir köymüş. Tahsil için küçük yaşta İstanbul’a
gelen Tâhir Efendi, dönemin ünlü din adamlarından Yozgatlı Mahmut Efendi’nin
derslerine katılmış. Tahsilini tamamladıktan sonra uzun yıllar Fatih
Medresesi’nde başmüderrislik ve mücîzlik (icazet veren) yapmış. Temizliğe
düşkünlüğünden dolayı çevresi kendisine “Temiz
Tâhir” dermiş.
Tâhir
Efendi, eşi Emine Şerife hanımla
evlendiğinde 45 yaşlarındaymış. (Âkif’in annesi daha önce evlenmiş, ilk kocası
ile ondan olan 3 çocuğu vefat etmiş.) Bu âbid anne ve babadan ilk olarak Âkif,
daha sonra Nuriye dünyaya gelmiş.
İpekli
Temiz Tâhir Efendi, Miladî 1873, Hicrî 1290 yılında dünyaya gelen
çocuğuna ebcet hesabına göre 1290 eden kelime olan Ragîf
(Rı:200+gayın:1000+ye:10+ fe:80=1290)’ı isim olarak koymuş. Fakat
çevresindekiler yanlış telaffuz zannederek Ragîf’i, Âkif diye çağırmaya
başlamış. Bayramiç’te çıkarılan nüfus kâğıdına da Âkif olarak kaydedilmiş. Bu
suretle adı “Mehmed”, mahlâsı da “Âkif” kalmış. Fakat kendi beyanatına
göre babası kendisine hep “Ragîf”
şeklinde hitap etmiş. Âkif, bir manasıyla mûtekîf demektir; yani itikâfa
çekilen. Başladığı işte sebat, ısrar ve devamlılık ilkesinden asla ödün
vermeyen Âkif, ismiyle müsemma bir hayat yaşamış.
***
TÂHİR EFENDİ HEM BABASI HEM
DE HOCASIYDI
O,
doğduğunda Osmanlı “Hasta Adam” ilân edilmiş; çözülme,
umutsuzluk veba gibi her tarafa yayımlaya başlamıştı.
Çanakkale’nin
Bayramiç’inde 20 Aralık 1873
tarihinde gözlerine hayata açan Âkif’in çocukluğu 1792 yılında Hadimzâde Osman
Bey tarafından inşâ edilen, aynı zamanda Karşıyaka Camii veya Cami-i Cedit
olarak da bilinen Taşköprü Camii’nin etrafında geçmiş.
Âkif’in
babası Temiz Tâhir Efendi’nin himâyesinde
ilk Kur’an tilavetini ve mukabelesini adını yanındaki köprüden alan bu camide
yapmış. Âkif her fırsatta babası için “Hem babam, hem hocamdır. Ne
biliyorsam kendisinden öğrendim” dermiş.
İpeklizâde Tâhir Efendi, yaklaşık dört yıla yakın Köprübaşı Camii’nde imam hatiplik yapmış,
daha sonra görev aldığı İstanbul Fatih
Medreseleri’nde baş müderrisliğe kadar yükselmiş. Tâhir Efendi,
medreselerin tatile ayrıldığı aylarda eski görev yeri olan Bayramiç’e gelip
buradaki Köprübaşı Camii’nde halkı irşâd etmeye devam etmiş. Babasıyla birlikte
11 yaşına kadar Bayramiç’e gelen Âkif, ilk mukabeleyi Kur’an’dan sahifeler
ezberleyerek Köprübaşı Camii’nde okumuş ve bu suretle de hafızlığa burada
başlamış.
HAYATI HEP CAMİ MERKEZLİ OLDU
Cami;
hayatın merkezi. Bütün sınırları ortadan kaldıran yönelişte babayla çocuğun,
inançla coşkunun buluştuğu iklimde boy atan Âkif, babasının kendilerini Fatih
Camii’ne götürüşünü (Safahat / Fâtih
Camii) şiirinde şöyle anlatır:
“Sekiz
yaşında kadardım. Babam gelir: ‘Bu gece, / Sizinle câmie gitsek çocuklar
erkence. / Giderseniz gelin amma namazda uslu durun; / Merâmınız yaramazlıksa
işte ev, oturun!” / Deyip alırdı berâber benimle kardeşimi. / Namaza
durdu mu, hâliyle koyverir peşimi, / Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,
/ Ne âşıkâne koşardım hasırlar üstünde!..”
(O
Âkif ki, 8 Ekim 1912’de Balkan Harbi başladığında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye
camilerinin kürsülerine çıkacak, vaazlarıyla bir milleti yeniden uyandıracaktı.
Âkif’in hayatı hep cami merkezli olmuş. Fatih Camii de öyle, Bayezid Camii de
öyle, Süleymaniye Camii de öyle, Kastamonu Nasrullah Camii de öyle, Balıkesir
Zağnos Paşa Camii de öyle…)
BÜYÜK SANCILARA ŞAHİTLİK ETTİ
Âkif,
1878’de Fatih Emir Buharî Mahalle Mektebi’ne başlar. 1879’da Fatih İbtidâîsi’ne
(ilkokul)geçer ve babasından Arapça öğrenir. 1882 yılında Fatih Merkez
Rüştiyesi’ne, 1886’da ise Mülkiye İdâdîsi’ne girer ve Mülkiye Mektebi’ni
1888’de bitirir.
İstanbul’un
kalbi olan Fatih’te büyük sancılara şahit olan Âkif, ilmin, merhametin,
direnişin ve mücadelenin içinde varlık mücadelesi vermeye başlar. Bu çetin
mücadele sürerken babası İpeklizâde Tâhir Efendi’yi (1888) kaybeden Âkif, daha bu
sarsıntıyı atlatamadan bu seferde evleri yanar.
Âkif
için mülkiye eğitimine devam etmek imkânsız hale gelir. Artık erdemli bir
yoksulluk dönemi başlamış; fedâkarlık, dayanışma ve onurunu kaybetmeden hayata
tutunma mücadelesi kaçınılmaz olmuştur.
Mezun
olduğunda iş imkânı sunan Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi’ne 1889’da yatılı
olarak başlar, 22 Aralık 1893’te okulu birincilikle bitirir. Ziraat Nezareti
(Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında, görev yeri
İstanbul olmasına rağmen kalbindeki millet sevdasıyla Anadolu’dan Rumeli’ye
Mısır’dan Arabistan’a kadar ülkesinin topraklarını adım adım dolaşıp
memleketini, insanlarını ve sıkıntılarını daha yakından tanır.
1
Eylül 1898’de 25 yaşında iken Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Bey’in kızı
İsmet hanım ile evlenir. Bu
evlilikten Cemile (Doğrul), Feride (Akçor), Suad (Argon) isimli 3 kız, Ahmed
Naim, Mehmed Emin ve Tâhir isimli 3 erkek çocukları dünyaya
gelir.
31
Mayıs 1918’de çıkan büyük Cibâli-Fatih yangınında, 7 bin 500 evle birlikte, Sarıgüzel’deki evleri
ikinci defa yanar. Bunun üzerine 1918-19 kışını da Heybeliada’da geçirdikten sonra, yazın Beylerbeyi’ne taşınırlar.
10
Nisan 1920’de Millî Mücadele’ye katılmak için Beylerbeyi’den yola
çıkar.
EŞİNE ENDER RASTLANAN ÖRNEK
BİR ŞAHSİYETTİ
Âkif,
imâmesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılan Osmanlı Devleti’nin ardından umudun
simge isimlerinden olur. İstanbul’un işgalinden (13 Kasım 1918) sonra aldığı davet üzerine
Millî Mücadele’ye katılmak amacıyla Ankara’ya geldiğinde kendisine büyük
hayranlık duyan Taceddin-i Veli Camii imamı Tevfik hoca, Âkif’e çalışmalarını
sürdürebilmesi için Taceddin Dergâhı’nı
tahsis eder.
Eşine
az rastlanan önder ve örnek bir şahsiyet olan Âkif, ülkesini işgal etmek
isteyenlere karşı aklıyla, kalbiyle, diliyle ve her şeyden öte kalemiyle büyük
bir mücadele başlatır. Mütefekkir, iman ve aksiyon adamı Âkif, Kurtuluş
Savaşı’nda millî kuvvetlerin yanında yer almakla kalmayıp, yazı, şiir, konuşma,
vaaz ve hutbeleriyle halkı cephelere seferber ederek, Millî Mücadele’nin
kahramanlarından biri olur.
TACEDDİN DERGÂHI DİLE GELSE
DE KONUŞSA...
5 Haziran 1920’de Mustafa
Kemal Paşa’nın teklifi ile Burdur Mebusu seçilir. Bu dönemde Eskişehir,
Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya, Kastamonu gibi şehirlerde halka
ve diğer bazı mebuslarla beraber cephelerde askerlere hitaben Millî Mücadele’yi
teşvik eden konuşma ve vaazlarını sürdürür. Meclis kararıyla gittiği Kastamonu’daki
Nasrullah Camii’nde Sevr’i anlatan ve Millî Mücadele’yi destekleyen meşhur
vaazını verir. Bu vaaz büyük yankı uyandırır.
Ayrıca
Ankara’da ev buluncaya kadar Kastamonu’da oturmak üzere ev tutar, Eşref Edib’in öncülüğünde Sebîlürreşâd da Kastamonu’da yayına
başlar. Akif’in Nasrullah Kürsüsü’nde verdiği vaaz bu nüshada yayınlanır. Bu
sayı büyük ilgi gördüğünden bir kaç defa basılır.
Âkif,
1920’nin Aralık sonunda Ankara’ya döner. Mustafa Kemal Paşa, Sebîlürreşâd kadar
hiçbir gazetenin neşredilemediğini ve manevî cephemizin kuvvetlenmesinde
Sebîlürreşâd’ın büyük hizmeti olduğunu bildirerek teşekkürlerini sunar.
Burdur
Mebusu olduğu yıllarda günlerini Taceddin
Dergâhı’nda geçiren Âkif, dostlarıyla Millî Mücadele şuurunu burada zirveye
taşır. Bir gece yatağından fırlar kağıt kalem bulamayınca İstiklâl Marşı’mızın
ilk mısralarını bu mütevazı mekânın duvarlarına kazır. Milletin derdini,
acısını, sevincini ve coşkusunu hem teninde, hem ruhunda yaşayarak dizelere
aktarır. Çünkü O, dizelerin Mimar Sinan’ı, Ümmet-i Muhammed’in sevdalısıdır.
(Haftaya devam edelim inşallah)