Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.26
Gram Altın
2964.31
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Eylül 2022

İyi Anne, İyi Baba!..

Sizin evde böyle değildir ama görüyorsunuzdur;

Bebeklerin önlerinde cep telefonları, habire çizgi film izliyorlar.

“Çocuk büyütmenin” en kolay yolu.

Önündeki görüntülere kilitlenen yavrucak ne ağlıyor, ne sızlıyor, ne de “huysuzluk” ediyor.

Orayı burayı kurcalamak yok, onu bunu dağıtmak, kırmak dökmek yok.

“Yaramazlık” etmek yok.

Ekrana kilitlenmek var.

Büyük rahatlık!..

*

“Rahatlıkta zahmet, zahmette rahatlık var” malûm.

Bir aile sohbetinde dinledim:

Babaanne küçük torunlarına “namaz surelerini” ezberletiyormuş.

Gelinlerden biri bebeğini cep telefonuyla dört yaşına getirmiş, diğeri ise televizyon bile seyrettirmemiş.

Babaanne, “Telefon, televizyon görmeyen bebek zehir gibi ezberliyor ama diğerinin ilgisini, dikkatini asla ezbere çekemiyorum. Artık çaresiz, telefondan ezberletmeyi deniyorum ama yine de olmuyor. Diğeri ben söyleyince hemen kapıyor, ama bu çocuk yok, olmuyor. Çok akıllı olduğunu görüyorum, her lâfı çok iyi anlıyor ama ezberi yok!”

Çocuklardan birinin ezberde bu kadar sıkıntı çekmesinin tek sebebi televizyon-telefon bağımlılığı

mıdır bilemem.

Lâkin kendimden bildiğim bir durum var.

Eskiden uzun bir makaleyi bir kez okuyunca neredeyse noktalarına, virgüllerine kadar hafızaya alırdım.

“Sözel” derslere, öğretmen sınıfa gelmeden önce, 15’er dakika kadar çalışırdım ve her seferinde de konuyu anlatmak için parmak kaldırırdım.

Cep telefonunun olmadığı yıllarda gazetecilik yaparken, aradığım numaraların neredeyse tamamı aklımda kalırdı.

İlk çıkan cep telefonlarının hafızaları sınırlı olduğundan az sayıda numara kaydedebilirdik, bundan dolayı da ezberimde kalanlar vardı.

Sonra sonra…

En yakınlarımın bile telefon numaralarını aklımda tutamamaya, daha doğrusu tutmaya başladım.

Bu kitap okumalarımdan aldığım verime de yansıyan bir durum; kolay kolay dikkatimi veremiyorum artık.

Aklım hemen dijital dünyaya kayıyor, “kitabın özeti olsa da kısa sürede halletsem işi” diye düşünüyorum!..

Beynim tembelleşti yani, kolaya alışınca böyle oluyor.

Acaba, çocuklarımıza en az 4 yaşına gelinceye kadar cep telefonu vermesek, hatta televizyondan çizgi film izlettirmesek?

Diyeceksiniz ki,

“Telefondan, televizyondan öğrenecekleri de var ama!”

Vardır belki, ne kadar vardır bilemem de…

Zararının çok daha fazla olduğu şüphe götürmez.

Bunca yıldır bilgi-yarışma programları izliyoruz, kaç soru ve cevabı aklımızda kalıyor Allah aşkına.

Öylesine bakıyor, vakit geçiriyor, o an için meraklanır gibi oluyoruz…

Ve sonra, unutuyoruz!

Evet, her şeyi Devlet’ten beklemek yerine, bebeklerimizi beyinlerini uyuşturan maddelerden mümkün olduğunca uzak tutabilir miyiz?

Onlara, güzel masallar hikâyeler okuyabilir miyiz?

Onlarla sohbet edebilir miyiz?

Saçma sapan dizilere, yemek yarıştırma programlarına, şu bu faydasız (dahası zararlı) işlere ayırdığımız vaktin hiç olmazsa yarısını çocuklarımızın “ruhi ve fikri gelişimleri” için tahsis edebilir miyiz?

Kolay iş değil elbette, önce kendini geliştireceksin ki çocuğa bir şeyler verebilesin.

“Efendim bize zamanında ne verdiler ki… Eğitim iyi olsaydı biz de iyi olurduk!”

İnsanoğlu kendisini savunmakta, hatalarına -eksikliklerine mazeret üretip durmakta, topu başka yerlere atıp sıyrılmakta gayet mahir.

Zorluğa göze alıp kendine çeki düzen verme , kendini geliştirme faaliyetine girişmek yerine “sisteme” yüklenmek hem kolay, hem de rahatlatıcı.

“Ben bir şey almadım dolayısıyla çocuklarıma da fazla bir şey veremem!”

Oldu, tamam.

Haklısın.

Böyle devam et!

************

ÇOCUKLARA ABUR CUBUR!

Malûm;

Ruh, beyin, beden sağlığı için “beslenme” de çok çok önemli malûm.

Bakıyorum, çocukların önlerinde cips denilen “yanık yağ” ürünü kanserojen yiyecekler…

Şekerlemeler, bisküviler, ıvır zıvır şeyler.

Sarı kolalar, siyah kolalar, meyve suyu adı altında zararlı içecekler…

Bir insan bebekliğinden itibaren böyle “beslenirse” sonuç nereye varır?

Anneler, babalar bebeklerinin önlerine cep telefonlarını, kanserojen yiyecekleri koysunlar…

Sonra da…

Eğitim kötü!..

Evet, eğitimde sıkıntılar var da…

Ya bizlerde?

*

Başka sıkıntılar da var, hem de ne çok.

Mesela, imkânı olan bir yerlere “tatile” gidiyor, dünyanın da parasını harcıyor.

Ben, imkân olduğunda hemen köylere gidiyorum, yanıma ne kadar bebek alabilirsem o halde.

Oralarda nineler, dedeler var; güzelim hayvancıklar var…

Köylerimiz eskisi gibi değil elbet, bitişe doğru gidiyor çoğu…

Böyle ama, yine de bir şeyler var.

Evin önündeki ateşte ekşi kaynatanları izlemek büyük zevk, ruhu dinlendiriyor.

Etraftan bir şeyler topluyorsun, dalından bir şeyler tadıyor, tattırıyorsun.

Bebek, erişebildiği yerlerden bir şeyler kopartınca gururla etrafa bakıyor.

İlk geldiğinde dikenlerin batmasından korkuyor ama birkaç günde elini kolunu çizdirmeden yürüyebilmenin yollarını öğreniyor.

Önüne bakmadan yürüğünde düşüyor, ağlıyor.

Ona yürürken nelere dikkat etmesi gerektiğini söylüyorsunuz.

Hayatta işine çok yarayacak dersler alıyor.

Çocukları, “tatil” diye, bağırtıların birbirlerine karıştığı, vıcık vıcık terli mekânlara götürmek de var, o vakti bir köyde geçirmek de…

“Herkesin köyü yok!” evet ama her köy aslında bizim köyümüz.

Bir komşumuzun köyü de bizim köyümüz olabilir zamanla, ararsan Allah’ın izniyle bulursun.

*

Buraya kadar “çocuk gelişimi” için üç adımdan bahsettim:

1-Telefondan, televizyondan mümkün olduğunca uzak tut,

2-Zararlı yiyeceklerden uzak tut,

3-Fırsat buldukça köylere götür. İmkân varsa, günü birliğine de olsa, köy göster.

*

Bunların çocuğa faydası olur mu olmaz mı?

“Olmaz” diyenler…

Bebeklerinin önüne bir telefon, bir paket de cips koymaya devam etsinler!