İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır
Yazılarında “İslam Birliği”ni vurgulayan yazarımız Abdülkadir İkbal, “İttihadı İslam’ın gerçekleşmesi meşveretle kaim olacaktır. Gerek cemaatler ve gerekse İslam devletleri arasında birlik olması gerekir.” diyor.
Gazetemizin seçkin yazarları arasında
bulunan Abdülkadir İkbal, kendisiyle yaptığımız mülakatta başta ‘İslam Birliği’
olmak üzere muhtelif konular hakkındaki sorularımıza cevap verdi. Geniş bir
fikir yolculuğuna bizi çıkaran münevverimize yönelttiğimiz sorular ve aldığımız
cevaplar şöyle:
Şanlıurfa’da bulunduğum yıllarda
Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden rahmetli Abdülkadir Badıllı ağabeyi
tanımıştım. Biraz bize bu zattan bahseder misiniz?
Abdülkadir Badıllı ağabey hiç okul
okumamış saf bir köylü idi. Bediüzzaman’ın hizmetlerini işitir ve genç yaşta
ziyaretine gider. Üstadın yanında iki hafta kadar kalır ve bizzat derslerine
iştirak eder. Galiba on altı koyunu satarak parasını hizmet için Bediüzzaman’a
getirir. Üstad onun bu fedakârlığını kabul eder. Badıllı ağabey kendini ilme
verir. Suriye de Molla Haznevi’den icazet alır. Arapça ve Farsçayı öğrenir. T.C.K.nun
163’ncü maddesinden mahkûm olur, bilahare af çıkar. Badıllı ağabey çok okuyan
birisidir kendini yetiştirmiş ve âdeta Risale-i Nur’un hafızası olmuştur.
Üstadımızın ona hitaben yazdığı mektubu okumuştum. Lahikalarda neden yer almadı
bilmiyorum. Belki yüzlerce dönüm arazisini satarak Risale-i Nur’ların neşri
için sarf etmiştir. Dikili bir ağacı bile yoktur. Harran Üniversitesi
Rektörlüğü’nce kendisine ‘fahri doktora’ unvanı verilmiştir. Üstadın hayatı hakkında
üç cilt kitap yazmış, Mesnevi-i Nuriye’nin
tamamını tercüme etmiştir.
Yıllarca ikamet ettiğiniz ve
“Peygamberler şehri” olarak tanınan Şanlıurfa’nın ve insanlarının bariz
hususiyetleri nelerdir?
Urfa halkı genellikle Hazreti İbrahim’i
(a.s.) örnek alır, onun sehaveti (cömertiliği) Urfa halkına yansımış ve artık
bir ahlak hâline gelmiştir. Bir Hac mevsiminde hava yağışlı ve soğuktu. Hacı
adayları otellerde yer bulamadılar. Belediyenin bir anonsu ile yüzlerce hacı
adayı o gece misafir edildi. Urfa halkı, İslam’a karşı son derece saygılıdır.
Abdullah Yeğin Ağabeyin ifadesine göre; Urfa’nın sarhoşu bile Allah’tan
peygamberden bahseder. Hiçbir yerden yardım almadan Fransızlara karşı kendi imkânları
ile savaşmış ve 400 kadar şehit vererek tarihin altın sayfalarında yerini
almıştır.
Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerini
okuyan ve bu hizmete ömrünü adayan bir büyüğümüz olarak özetle üstadın esas
gayesini, temel hedefini ve neler yapmak istediğini anlatır mısınız?
Bediüzzzaman bizlere bütün
kitaplarının âdeta özetini çıkararak üç hedef gösterir. İman, hayat ve şeriat.
Bediüzzaman “Hataları tamir edin.” der. Menfi hareketlere asla cevaz vermez.
Asayişi temin hususunda da bizlere öğüt verir. Meşveret yaparak, mevcut olan
zındıkaya karşı büyük bir şahsi manevi çıkarmamızı emreder. Bu asırda en büyük
farzın İttihad-ı İslam olduğunu söyler. Yirminci ve yirmi birinci İhlas Risaleleri
ile 22’nci mektup, hareketin rehberi olarak son derece manidar ve son derece
isabetlidir.
Şanlıurfa, Bediüzzaman Hazretleri’nin
vefat ettiği şehir. 23 Mart 1960 tarihinde vuku bulan bu vefat sırasında
herhalde şehirdeydiniz. Nasıl oldu, vefat haberi, şehri nasıl etkiledi, cenaze
töreninden ve sonraki gelişmelerden bahseder misiniz?
O tarihte Urfa lisesinin birinci
sınıfında idim. Bediüzzaman’ın Urfa’ ya geldiğini duymuştum. Ancak o vefat günü
Urfa tamamen başkalaştı. İkindi vaktinde derste idik, birden bire hava karardı âdeta
geceye döndü. Şiddetli bir yağmur ve fırtına meydana geldi. Urfa sokaklarında
Bediüzzaman’ın vefat haberi dalga dalga yayılıyor ve ertesi gün Urfa sokakları
âdeta bir mahşeri andırıyordu. Birçok
insan başka yerlerden gelmişti.
Parmaklar Üzerindeki Tabut
Bediüzzaman’ın tabutu adeta parmaklar
üzerinde gidiyordu. Ulu Cami’de kılınan cenaze namazından sonra Dergâh camiinde
daha evvel yaptırılan iki kubbeden birine defnedildi. Onun vefatından tam 111
gün sonra şafak vaktinde mezarına nebbaşlar musallat oldu ve mezarını kırdılar.
Üstadın kardeşi Abdülmecit Ağabeyi birlikte getirmişlerdi. Zorla bir dilekçe
imzalatmışlardı. Üstadın na’şını güya bir semti meçhule götürdüklerini halka
anlatmaya çalıştılar. Oysaki Üstadın na’şını yıkayanlardan biri olan Mahmut
Hasırcı ağabey olayı çok dikkatli takip etmişti.
Mezarın kırıldığı gün ikindi namazında
bir asker ölmüş diyerek Yusuf Paşa Camii’nde cenaze namazını kıldılar ve bu
cesedi götürüp askeri şehitliğe defnettiler. Senaryo olarak da Üstadın na’şını
başka bir yere götürdüklerini söylediler. Üstad, Allah’ın inayet ve rahmetiyle
daha evvel “Eddai” şiirinde “Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde “ diyerek Urfa’dan
gitmediğinin mesajını vermişti.
Mahmut Hasırcı ağabey vefatından on
dört gün evvel Üstadın ikinci defa defnedildiği Askerî Şehitlik Mezarlığı’ndaki
kabrini bize gösterdi. Sadece bir kaç kişiye söylemişti, Basın toplantısı
yaptık. Bu olayı Nurculuğu Biraz da Benden
Dinleyin diye yazdığım kitapta daha tafsilatlı olarak bahsetmiştim.
İbrahim Tatlıses’in eşi Adalet
Tatlıses, bir sabah Dergâh Camii’ne gittiğini söyler. Namazdan sonra pejmürde
bir adamın kendisine, “Bacım ben o askerî heyetin içinde idim Adım Mustafa. Bediüzzaman’ı
buradan götürmediler.” diyerek yanından uzaklaştığını söyler.
Dinler Tarihinde Sapkınlıklar
Biliyorsunuz Türkiye bir 15 Temmuz
Darbesi hadisesi yaşadı. “Cemaat” sanılan aslında ABD’nin bir “istihbarat
örgütü” olduğu ortaya çıkan hain FETÖ’nün kanlı darbe teşebbüsüne hepimiz şahit
olduk. 251 şehit verdik, binlerce gazi… Bu gizli ve sinsi yapılanma, her kesimi
kullandığı gibi ne yazık ki Bediüzzaman’ı, Risaleleri ve Nur Hareketini de
kullanmaya çalıştı. Fakat istismar ettikleri ortaya çıktı. Size göre bundan
sonra dinî cemaatler, tarikatlar, gruplar ve bilhassa Nur Talebeleri, FETÖ gibi
ihanet örgütlerine karşı nasıl hareket etmeli? Teyakkuz hâlini sürdürmeli mi?
Dinler tarihinde bazı sapkın hareketler
her zaman olmuştur. Kimse bu cemaatten asla böyle bir hareket beklemiyordu. CİA,
elemanlarını bu cemaatin en üst kademesine yerleştirdi ve bunların üzerinden
ülkemize bir operasyon yapmak istedi. Allah’ın rahmet ve inayetiyle, Sayın
Reisicumhur Erdoğan’ın halkımıza verdiği mesaj ile halk, sokağa döküldü. İlk
defa bu askeri harekât, halk tarafından hiç bir silah ve imkâna sahip olmadan
darbelenmiş oldu. Bu şerrin arkasından büyük bir hayır gelecektir inşallah.
Nitekim de öyle oldu. 28 Şubat’ın gaddar generalleri de dâhil olmak üzere bu
harekete katılan bütün askerî erkân gözünü cezaevinde açtı. Böyle bir sonucu
asla beklemiyorlardı.
İslam’a hizmet etmek isteyen önderler,
rehberler, âlimler, şeyhler yaptıkları ders ve irşat hareketlerinde bu konunun
üzerinde hassasiyetle durmaları gerekir. Üstadımız bu hususta yine bizlere
muhteşem bir mesaj vermiştir. “Maddi cihadın muktezası ise o vazife şimdilik
bizde değildir.” diyerek içtihadını ortaya koyar.
Son zamanlarda F. Gülen, Üstadın
ismini ağzına almıyordu. Pir veya Piri Muğan diyerek Üstadı âdeta öteliyor ve
kendini ön plana çıkarıyordu. Üstadın bir ismi yok muydu? Ehli tahkik bu
inceliği görüyor ve tavır alıyordu. Üstadımız bu hususta da bizleri uyarıyor. “Ben
dahi bir müfsit olabilirim, sizler mihenge vurmadan almayınız” demesi son
derece manidardır.
Siz yazılarınızda ve sohbetlerinizde
devamlı olarak “İslam İttihadı”nın ve İslam kardeşliğinin önemini
vurguluyorsunuz. Bugün dindarlar arasında bir dayanışmadan, tesanütten ve
kardeşlik ruhundan bahsedilebilir mi? Yani dini cemaat ve tarikatlar,
“Müslümanlar kardeştir.” ayet-i kerimesine uygun olarak hareket ediyorlar mı? O
hâli samimiyetle yaşıyorlar mı?
İttihadı İslam’ın gerçekleşmesi
meşveretle kaim olacaktır. Gerek cemaatler ve gerekse İslam devletleri arasında
birlik olması gerekir. Cemaatler din değil, dine hizmet eden birer şube
gibidir. Ayet bizleri birleşmeye davet ederken,
maalesef ihtilaf ön plana çıkmıştır. Ancak şunu asla unutmamak gerekir
ki, her devlet kendi muhalifini kontrol
eder. Bu hıyaneti aşmanın yolu Sünnet-i Seniye’ye sımsıkı sarılmaktır.
Müslümanların aleyhinde bulunmak ve gıybetini yapmak haramdır. Müslümanın
kalbindeki iman sebebiyle âdeta dokunulmazlığıı vardır. Çünkü iman, Kâbe hürmetindedir. Kâbe’ye taş
atmak saldırmak nasıl bir felaketse, kalbinde iman bulunan birisine Allah’ın
tayin ettiği sınırların dışında saldırmak ta o kadar mesuliyeti muciptir.
Ayasofya’nın İbadete Açılması
Bediüzzaman’ın gerçekleşmesini en çok arzu
ettiği üç mesele vardı biliyorsunuz. Ezan-ı Muhammedi’nin aslına çevrilmesi. Ki
bunu merhum Adnan Menderes gerçekleştirdi. Risalelerin Devlet eliyle basılması.
Bu da Diyanet eliyle şimdiki hükümet tarafından sağlandı ve Risale-i Nurlar
basıldı. Bir de Ayasofya’nın açılması. Bu da geçen yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan’a
nasip oldu, Ayasofya’yı cami olarak ibadete açtı. Bu gelişmeleri nasıl
görüyorsunuz?
Bu hizmetlerin yapılmasını bütün ruhu
canımızla tebrik etmek gerek. Fazla söze ne hacet. Bu hizmetleri küçük
göstermeye çalışanların kendileri küçüktürler. Bu hizmetleri yapmak hiçte kolay
olmadı. Rahmetli Menderes ve iki arkadaşının hayatına mal oldu. Sayın
Erdoğan’ın ise arabasının kapıları kilitlendi içerde nerede ise boğulacaktı.
Bir defa bir ata bindirdiler atın eğeri sıkıca bağlanmadığından Erdoğan attan
düşerek yerde sürüklendi. 15 Temmuz gecesi nerede ise havada vatansız kalmıştı.
Halk o gece dışarı çıkmasaydı kim bilir başına neler gelirdi.
Şanlıurfa deyince birçok kişinin
aklına meşhur Mevlid’ler geliyor. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin
vefatından sonra sanırım başladı ve bir gelenek hâlinde devam etti. Ve her yıl
tekrarlandı, hâlen yapılıyor. Şanlıurfa’dan sonra Van ve Isparta’da da
mevlidler düzenlenmeye başlandı. Şanlıurfa Mevlidi’ne binlerce insan gelirdi ve
Şanlıurfalılar meşhur misafirperverlikleriyle bu misafirleri evlerine
götürürlerdi. Evlerde iftar açılır, sonra Ulu Cami’de yatsı ve teravih
namazları kılınır, tekrar eve gelinir ve yatılır, ertesi günü sahurdan sonra
herkes kendi memleketine giderdi. Yurdun değişik illerinden mevlide gelenler
olurdu. Çok feyizli, bereketli geçerdi. Biraz bu mevlidlerden bahseder misiniz?
Geçmişte T.C.K.nun 163 ncü maddesi
yürürlükte olduğu için Nur talebeleri Mevlid okutarak bir araya gelirlerdi. Tanışmak,
kaynaşmak, hasbıhal etmek birbirinden istifade etmek esas gaye idi. Mevlid amaç
değildi. Mevlid bahanesiyle âdeta resmî olmayan bir kongre yapılırdı. Meşveret başta olmak üzere hizmetin gelişmesi
için bazı kararlar alınırdı. Van ve Isparta Mevlitleri epeyce devam etti. Sonra
yapılmadı. Ancak Urfa Mevlidi her yıl kesintisiz devam ediyor. Hele yazın o
sıcak günlerde oruç tutan insanların uzak veya yakın yerlerden gelerek mevlide
iştirak etmeleri büyük bir fedakârlıktı.
Malumunuz Bediüzzaman Hazretleri’nin
hizmetkârlarından, yakın talebelerinden son olarak Hüsnü Bayramoğlu ağabey de
vefat etti. Siz bu “saff-ı evvel” dediğimiz ağabeyleri yakından tanıdınız. Ana
hususiyetleriyle birer cümle ile anlatır mısınız? Tahiri Mutlu, Hulusi
Yahyagil, Mustafa Sungur, Mehmet Kayalar, Abdullah Yeğin, Bayram Yüksel, Said
Özdemir, Salih Özcan, Mehmed Fırıncı, Mehmed Emin Birinci, Hüsnü Bayramoğlu vd.
Bir de bu ağabeyler hayatta iken kendi aralarında istişareler yaparlar ve
alınan toplantı kararları, cemaate iletilirdi. Son olarak Risaleleri tahrif
eden FETÖ’ye karşı bütün ağabeyler güç birliği yapmış ve ortak bir şekilde
güçlü bir tavır koymuşlardı. Şimdi bu istişare sisteminin sürdürülmesi için
neler yapılabilir, siz Nur cemaatine neler tavsiye ediyorsunuz?
Evvela bilgi olarak şunu arz edeyim.
Mehmet Fırıncı ile Mehmet Emin Birinci’nin Risalelerde isimleri yoktur. Elbette
onlar da kendilerine göre hizmetlerini ifa etmişlerdir. Diğer saydığınız tüm
ağabeylerin isimleri ve Üstadımıza yazdıkları mektuplar ve gerekse Üstadımıza
onların yazdıkları kitaplarda mevcuttur. Üstadla beraber birçokları muhakeme
olunmuştur. Davaya bağlılıkları, Üstada
sadakatleri en örmek şahsiyetlerdir.
Bu ağabeylerin yürüyüşleri, hâl ve
tavırları, mütevazı duruşları görenlerin hemen dikkatini çekerdi. Mesela biz
Abdullah Yeğin ağabeyle yürürken hiç tanımadığımız insanlar gelip elini öpmek
istiyorlardı. Kendilerine, “Bu ağabeyi tanıyor musunuz?” diye sorduğumuzda “Hayır,
onun hâl ve hareketi bizi cezbediyor” diyorlardı.
1970’li yıllarda Elazığ’a Hulusi
Ağabey’in yanına gittiğimizde ikindi derslerinde belki üç yüz kişi iştirak
ederdi. Evvela bir ayet sonra bir Hadisi Şerif sonra da risaleden okutur,
kendisi de cemaate anlatırdı. Bazen camilerde fıkıh dersi verdiğine şahit
oldum.
Mustafa Sungur ağabey öğretmenlikten
istifa etmiş, gece gündüz Türkiye’yi dolaşır ve geçimini bal ticareti yaparak
sağlardı.
Bayram Yüksel ve Said Özdemir ise
ağırlıklı olarak Ankara da hizmet ederlerdi.
Tahiri Ağabey heybetli biri idi. Her
zaman Üstadımızın kendilerine verdiği edep derslerini öne çıkarırdı.
Hüsnü Ağabey sanki tevazunun timsali
idi. Kendisi çoğunlukla ders okumaz gençlere okuturdu.1976 yılında Urfa’ ya geldiğinde
“Kardeşlerim bir an evvel Risale-i Nurları Kürtçeye tercüme edin, zaman
daralıyor” demesi büyük bir ferasetin açık bir ifadesi olsa gerek.
Salih Özcan Üstadın âdeta siyasi ve
dış işleriyle alakadar birisidir. Bu sahadaki çalışmaları fevkalade olup Arap
krallarının bazılarına Risale-i nurları hediye etmiştir. Faizsiz bankanın
Türkiye ye gelmesine vesile olmuştur.
Üstadımızın talebeleri her biri ayrı
ayrı mizaçta olduklarından, bu konuda âdeta zirve idiler.
Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi iyi
bilen bir münevver olarak sormak istiyorum. Türkiye’yi parçalamak isteyen
dışarıdan ve içeriden bazı kesimler Kürt kardeşlerimizi kullanarak ve istismar
ederek Türkiye aleyhtarlığı yaptılar, bugün de yapmaya devam ediyorlar. Kürtlerin geçmişte bazı problemleri var
idiyse bugün hükümetimiz 20 yıldan beri bu konuda iyileştirici çalışmalar
yaptı, yapmayı sürdürüyor. Hâlâ “Kürt Sorunu” diye tutturanların iyi niyetli
olduğu söylenebilir mi? Bölgedeki Müslüman Kürt kardeşlerimiz hakkındaki
düşünceleriniz nelerdir?
Üstad bu asrın hastalıklarını ve
tedavinin nasıl olacağını yazdıklarıyla ortaya koydu. Bu ülkeyi idare edenler
onu taltif edeceklerine hapishaneye attılar ve sürgüne gönderdiler. Geçmişte
böyle bir ayrılık anlayışı pek olmadı. Çünkü Devlet Osmanlı diye kurulmuştu.
Osmanlı malum olduğu üzere bir isimdir. Osmanlı üç dil kullandı Arapça, Türkçe
ve Farsçayı harmanladı. Hiç bir etnik anlayış hâkim olmadı. Kendini üstün
görmedi. Diğerlerini dışlamadı. Bu devletin yapısında ve uygulamasında herkese
yer verilmişti.
Milat’ın Başarısı
Yazarları arasında bulunduğunuz gazetemiz
Milat, 10 yılı geride bıraktı, 11. yılına girdi. Milat hakkındaki
düşüncelerinizi merak ediyorum.
Milat Gazetesi’ni nasıl anlatalım ki… Bütün imkânsızlıklara rağmen ayakta duruyor. Gerek İslam ve gerekse İslam’ın emri olan ümmet anlayışla halkımıza faydalı olmaya çalışıyor. Hak ile batılın mücadelesi hiçbir zaman kolay olmamıştır. Zaman zaman iktidarı da eleştiren ve yol gösteren yazılara yer vermesi her türlü takdirin üzerindedir. Tarafsızlığı olmakla birlikte, ait olduğu bir tarafı da vardır. Bu inceliği korumak büyük bir fazilettir. Ülkenin gerçekleri üzerine cesurca gitmektedir.