Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Kasım 2021

​İttihadı İslam, Meşveretle Olacaktır

Yazılarında “İslam Birliği”ni vurgulayan yazarımız Abdülkadir İkbal, “İttihadı İslam’ın gerçekleşmesi meşveretle kaim olacaktır. Gerek cemaatler ve gerekse İslam devletleri arasında birlik olması gerekir.” diyor.

Gazetemizin seçkin yazarları arasında bulunan Abdülkadir İkbal, kendisiyle yaptığımız mülakatta başta ‘İslam Birliği’ olmak üzere muhtelif konular hakkındaki sorularımıza cevap verdi. Geniş bir fikir yolculuğuna bizi çıkaran münevverimize yönelttiğimiz sorular ve aldığımız cevaplar şöyle:

Şanlıurfa’da bulunduğum yıllarda Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden rahmetli Abdülkadir Badıllı ağabeyi tanımıştım. Biraz bize bu zattan bahseder misiniz?

Abdülkadir Badıllı ağabey hiç okul okumamış saf bir köylü idi. Bediüzzaman’ın hizmetlerini işitir ve genç yaşta ziyaretine gider. Üstadın yanında iki hafta kadar kalır ve bizzat derslerine iştirak eder. Galiba on altı koyunu satarak parasını hizmet için Bediüzzaman’a getirir. Üstad onun bu fedakârlığını kabul eder. Badıllı ağabey kendini ilme verir. Suriye de Molla Haznevi’den icazet alır. Arapça ve Farsçayı öğrenir. T.C.K.nun 163’ncü maddesinden mahkûm olur, bilahare af çıkar. Badıllı ağabey çok okuyan birisidir kendini yetiştirmiş ve âdeta Risale-i Nur’un hafızası olmuştur. Üstadımızın ona hitaben yazdığı mektubu okumuştum. Lahikalarda neden yer almadı bilmiyorum. Belki yüzlerce dönüm arazisini satarak Risale-i Nur’ların neşri için sarf etmiştir. Dikili bir ağacı bile yoktur. Harran Üniversitesi Rektörlüğü’nce kendisine ‘fahri doktora’ unvanı verilmiştir. Üstadın hayatı hakkında üç cilt kitap yazmış, Mesnevi-i Nuriye’nin tamamını tercüme etmiştir.

Yıllarca ikamet ettiğiniz ve “Peygamberler şehri” olarak tanınan Şanlıurfa’nın ve insanlarının bariz hususiyetleri nelerdir?

Urfa halkı genellikle Hazreti İbrahim’i (a.s.) örnek alır, onun sehaveti (cömertiliği) Urfa halkına yansımış ve artık bir ahlak hâline gelmiştir. Bir Hac mevsiminde hava yağışlı ve soğuktu. Hacı adayları otellerde yer bulamadılar. Belediyenin bir anonsu ile yüzlerce hacı adayı o gece misafir edildi. Urfa halkı, İslam’a karşı son derece saygılıdır. Abdullah Yeğin Ağabeyin ifadesine göre; Urfa’nın sarhoşu bile Allah’tan peygamberden bahseder. Hiçbir yerden yardım almadan Fransızlara karşı kendi imkânları ile savaşmış ve 400 kadar şehit vererek tarihin altın sayfalarında yerini almıştır.

Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerini okuyan ve bu hizmete ömrünü adayan bir büyüğümüz olarak özetle üstadın esas gayesini, temel hedefini ve neler yapmak istediğini anlatır mısınız?

Bediüzzzaman bizlere bütün kitaplarının âdeta özetini çıkararak üç hedef gösterir. İman, hayat ve şeriat. Bediüzzaman “Hataları tamir edin.” der. Menfi hareketlere asla cevaz vermez. Asayişi temin hususunda da bizlere öğüt verir. Meşveret yaparak, mevcut olan zındıkaya karşı büyük bir şahsi manevi çıkarmamızı emreder. Bu asırda en büyük farzın İttihad-ı İslam olduğunu söyler. Yirminci ve yirmi birinci İhlas Risaleleri ile 22’nci mektup, hareketin rehberi olarak son derece manidar ve son derece isabetlidir.

Şanlıurfa, Bediüzzaman Hazretleri’nin vefat ettiği şehir. 23 Mart 1960 tarihinde vuku bulan bu vefat sırasında herhalde şehirdeydiniz. Nasıl oldu, vefat haberi, şehri nasıl etkiledi, cenaze töreninden ve sonraki gelişmelerden bahseder misiniz?

O tarihte Urfa lisesinin birinci sınıfında idim. Bediüzzaman’ın Urfa’ ya geldiğini duymuştum. Ancak o vefat günü Urfa tamamen başkalaştı. İkindi vaktinde derste idik, birden bire hava karardı âdeta geceye döndü. Şiddetli bir yağmur ve fırtına meydana geldi. Urfa sokaklarında Bediüzzaman’ın vefat haberi dalga dalga yayılıyor ve ertesi gün Urfa sokakları âdeta bir mahşeri andırıyordu. Birçok insan başka yerlerden gelmişti.

Parmaklar Üzerindeki Tabut

Bediüzzaman’ın tabutu adeta parmaklar üzerinde gidiyordu. Ulu Cami’de kılınan cenaze namazından sonra Dergâh camiinde daha evvel yaptırılan iki kubbeden birine defnedildi. Onun vefatından tam 111 gün sonra şafak vaktinde mezarına nebbaşlar musallat oldu ve mezarını kırdılar. Üstadın kardeşi Abdülmecit Ağabeyi birlikte getirmişlerdi. Zorla bir dilekçe imzalatmışlardı. Üstadın na’şını güya bir semti meçhule götürdüklerini halka anlatmaya çalıştılar. Oysaki Üstadın na’şını yıkayanlardan biri olan Mahmut Hasırcı ağabey olayı çok dikkatli takip etmişti.

Mezarın kırıldığı gün ikindi namazında bir asker ölmüş diyerek Yusuf Paşa Camii’nde cenaze namazını kıldılar ve bu cesedi götürüp askeri şehitliğe defnettiler. Senaryo olarak da Üstadın na’şını başka bir yere götürdüklerini söylediler. Üstad, Allah’ın inayet ve rahmetiyle daha evvel “Eddai” şiirinde “Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde “ diyerek Urfa’dan gitmediğinin mesajını vermişti.

Mahmut Hasırcı ağabey vefatından on dört gün evvel Üstadın ikinci defa defnedildiği Askerî Şehitlik Mezarlığı’ndaki kabrini bize gösterdi. Sadece bir kaç kişiye söylemişti, Basın toplantısı yaptık. Bu olayı Nurculuğu Biraz da Benden Dinleyin diye yazdığım kitapta daha tafsilatlı olarak bahsetmiştim.

İbrahim Tatlıses’in eşi Adalet Tatlıses, bir sabah Dergâh Camii’ne gittiğini söyler. Namazdan sonra pejmürde bir adamın kendisine, “Bacım ben o askerî heyetin içinde idim Adım Mustafa. Bediüzzaman’ı buradan götürmediler.” diyerek yanından uzaklaştığını söyler.

Dinler Tarihinde Sapkınlıklar

Biliyorsunuz Türkiye bir 15 Temmuz Darbesi hadisesi yaşadı. “Cemaat” sanılan aslında ABD’nin bir “istihbarat örgütü” olduğu ortaya çıkan hain FETÖ’nün kanlı darbe teşebbüsüne hepimiz şahit olduk. 251 şehit verdik, binlerce gazi… Bu gizli ve sinsi yapılanma, her kesimi kullandığı gibi ne yazık ki Bediüzzaman’ı, Risaleleri ve Nur Hareketini de kullanmaya çalıştı. Fakat istismar ettikleri ortaya çıktı. Size göre bundan sonra dinî cemaatler, tarikatlar, gruplar ve bilhassa Nur Talebeleri, FETÖ gibi ihanet örgütlerine karşı nasıl hareket etmeli? Teyakkuz hâlini sürdürmeli mi?

Dinler tarihinde bazı sapkın hareketler her zaman olmuştur. Kimse bu cemaatten asla böyle bir hareket beklemiyordu. CİA, elemanlarını bu cemaatin en üst kademesine yerleştirdi ve bunların üzerinden ülkemize bir operasyon yapmak istedi. Allah’ın rahmet ve inayetiyle, Sayın Reisicumhur Erdoğan’ın halkımıza verdiği mesaj ile halk, sokağa döküldü. İlk defa bu askeri harekât, halk tarafından hiç bir silah ve imkâna sahip olmadan darbelenmiş oldu. Bu şerrin arkasından büyük bir hayır gelecektir inşallah. Nitekim de öyle oldu. 28 Şubat’ın gaddar generalleri de dâhil olmak üzere bu harekete katılan bütün askerî erkân gözünü cezaevinde açtı. Böyle bir sonucu asla beklemiyorlardı.

İslam’a hizmet etmek isteyen önderler, rehberler, âlimler, şeyhler yaptıkları ders ve irşat hareketlerinde bu konunun üzerinde hassasiyetle durmaları gerekir. Üstadımız bu hususta yine bizlere muhteşem bir mesaj vermiştir. “Maddi cihadın muktezası ise o vazife şimdilik bizde değildir.” diyerek içtihadını ortaya koyar.

Son zamanlarda F. Gülen, Üstadın ismini ağzına almıyordu. Pir veya Piri Muğan diyerek Üstadı âdeta öteliyor ve kendini ön plana çıkarıyordu. Üstadın bir ismi yok muydu? Ehli tahkik bu inceliği görüyor ve tavır alıyordu. Üstadımız bu hususta da bizleri uyarıyor. “Ben dahi bir müfsit olabilirim, sizler mihenge vurmadan almayınız” demesi son derece manidardır.

Siz yazılarınızda ve sohbetlerinizde devamlı olarak “İslam İttihadı”nın ve İslam kardeşliğinin önemini vurguluyorsunuz. Bugün dindarlar arasında bir dayanışmadan, tesanütten ve kardeşlik ruhundan bahsedilebilir mi? Yani dini cemaat ve tarikatlar, “Müslümanlar kardeştir.” ayet-i kerimesine uygun olarak hareket ediyorlar mı? O hâli samimiyetle yaşıyorlar mı?

İttihadı İslam’ın gerçekleşmesi meşveretle kaim olacaktır. Gerek cemaatler ve gerekse İslam devletleri arasında birlik olması gerekir. Cemaatler din değil, dine hizmet eden birer şube gibidir. Ayet bizleri birleşmeye davet ederken, maalesef ihtilaf ön plana çıkmıştır. Ancak şunu asla unutmamak gerekir ki, her devlet kendi muhalifini kontrol eder. Bu hıyaneti aşmanın yolu Sünnet-i Seniye’ye sımsıkı sarılmaktır. Müslümanların aleyhinde bulunmak ve gıybetini yapmak haramdır. Müslümanın kalbindeki iman sebebiyle âdeta dokunulmazlığıı vardır. Çünkü iman, Kâbe hürmetindedir. Kâbe’ye taş atmak saldırmak nasıl bir felaketse, kalbinde iman bulunan birisine Allah’ın tayin ettiği sınırların dışında saldırmak ta o kadar mesuliyeti muciptir.

Ayasofya’nın İbadete Açılması

Bediüzzaman’ın gerçekleşmesini en çok arzu ettiği üç mesele vardı biliyorsunuz. Ezan-ı Muhammedi’nin aslına çevrilmesi. Ki bunu merhum Adnan Menderes gerçekleştirdi. Risalelerin Devlet eliyle basılması. Bu da Diyanet eliyle şimdiki hükümet tarafından sağlandı ve Risale-i Nurlar basıldı. Bir de Ayasofya’nın açılması. Bu da geçen yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan’a nasip oldu, Ayasofya’yı cami olarak ibadete açtı. Bu gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?

Bu hizmetlerin yapılmasını bütün ruhu canımızla tebrik etmek gerek. Fazla söze ne hacet. Bu hizmetleri küçük göstermeye çalışanların kendileri küçüktürler. Bu hizmetleri yapmak hiçte kolay olmadı. Rahmetli Menderes ve iki arkadaşının hayatına mal oldu. Sayın Erdoğan’ın ise arabasının kapıları kilitlendi içerde nerede ise boğulacaktı. Bir defa bir ata bindirdiler atın eğeri sıkıca bağlanmadığından Erdoğan attan düşerek yerde sürüklendi. 15 Temmuz gecesi nerede ise havada vatansız kalmıştı. Halk o gece dışarı çıkmasaydı kim bilir başına neler gelirdi.

Şanlıurfa deyince birçok kişinin aklına meşhur Mevlid’ler geliyor. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin vefatından sonra sanırım başladı ve bir gelenek hâlinde devam etti. Ve her yıl tekrarlandı, hâlen yapılıyor. Şanlıurfa’dan sonra Van ve Isparta’da da mevlidler düzenlenmeye başlandı. Şanlıurfa Mevlidi’ne binlerce insan gelirdi ve Şanlıurfalılar meşhur misafirperverlikleriyle bu misafirleri evlerine götürürlerdi. Evlerde iftar açılır, sonra Ulu Cami’de yatsı ve teravih namazları kılınır, tekrar eve gelinir ve yatılır, ertesi günü sahurdan sonra herkes kendi memleketine giderdi. Yurdun değişik illerinden mevlide gelenler olurdu. Çok feyizli, bereketli geçerdi. Biraz bu mevlidlerden bahseder misiniz?

Geçmişte T.C.K.nun 163 ncü maddesi yürürlükte olduğu için Nur talebeleri Mevlid okutarak bir araya gelirlerdi. Tanışmak, kaynaşmak, hasbıhal etmek birbirinden istifade etmek esas gaye idi. Mevlid amaç değildi. Mevlid bahanesiyle âdeta resmî olmayan bir kongre yapılırdı. Meşveret başta olmak üzere hizmetin gelişmesi için bazı kararlar alınırdı. Van ve Isparta Mevlitleri epeyce devam etti. Sonra yapılmadı. Ancak Urfa Mevlidi her yıl kesintisiz devam ediyor. Hele yazın o sıcak günlerde oruç tutan insanların uzak veya yakın yerlerden gelerek mevlide iştirak etmeleri büyük bir fedakârlıktı.

Malumunuz Bediüzzaman Hazretleri’nin hizmetkârlarından, yakın talebelerinden son olarak Hüsnü Bayramoğlu ağabey de vefat etti. Siz bu “saff-ı evvel” dediğimiz ağabeyleri yakından tanıdınız. Ana hususiyetleriyle birer cümle ile anlatır mısınız? Tahiri Mutlu, Hulusi Yahyagil, Mustafa Sungur, Mehmet Kayalar, Abdullah Yeğin, Bayram Yüksel, Said Özdemir, Salih Özcan, Mehmed Fırıncı, Mehmed Emin Birinci, Hüsnü Bayramoğlu vd. Bir de bu ağabeyler hayatta iken kendi aralarında istişareler yaparlar ve alınan toplantı kararları, cemaate iletilirdi. Son olarak Risaleleri tahrif eden FETÖ’ye karşı bütün ağabeyler güç birliği yapmış ve ortak bir şekilde güçlü bir tavır koymuşlardı. Şimdi bu istişare sisteminin sürdürülmesi için neler yapılabilir, siz Nur cemaatine neler tavsiye ediyorsunuz?

Evvela bilgi olarak şunu arz edeyim. Mehmet Fırıncı ile Mehmet Emin Birinci’nin Risalelerde isimleri yoktur. Elbette onlar da kendilerine göre hizmetlerini ifa etmişlerdir. Diğer saydığınız tüm ağabeylerin isimleri ve Üstadımıza yazdıkları mektuplar ve gerekse Üstadımıza onların yazdıkları kitaplarda mevcuttur. Üstadla beraber birçokları muhakeme olunmuştur. Davaya bağlılıkları, Üstada sadakatleri en örmek şahsiyetlerdir.

Bu ağabeylerin yürüyüşleri, hâl ve tavırları, mütevazı duruşları görenlerin hemen dikkatini çekerdi. Mesela biz Abdullah Yeğin ağabeyle yürürken hiç tanımadığımız insanlar gelip elini öpmek istiyorlardı. Kendilerine, “Bu ağabeyi tanıyor musunuz?” diye sorduğumuzda “Hayır, onun hâl ve hareketi bizi cezbediyor” diyorlardı.

1970’li yıllarda Elazığ’a Hulusi Ağabey’in yanına gittiğimizde ikindi derslerinde belki üç yüz kişi iştirak ederdi. Evvela bir ayet sonra bir Hadisi Şerif sonra da risaleden okutur, kendisi de cemaate anlatırdı. Bazen camilerde fıkıh dersi verdiğine şahit oldum.

Mustafa Sungur ağabey öğretmenlikten istifa etmiş, gece gündüz Türkiye’yi dolaşır ve geçimini bal ticareti yaparak sağlardı.

Bayram Yüksel ve Said Özdemir ise ağırlıklı olarak Ankara da hizmet ederlerdi.

Tahiri Ağabey heybetli biri idi. Her zaman Üstadımızın kendilerine verdiği edep derslerini öne çıkarırdı.

Hüsnü Ağabey sanki tevazunun timsali idi. Kendisi çoğunlukla ders okumaz gençlere okuturdu.1976 yılında Urfa’ ya geldiğinde “Kardeşlerim bir an evvel Risale-i Nurları Kürtçeye tercüme edin, zaman daralıyor” demesi büyük bir ferasetin açık bir ifadesi olsa gerek.

Salih Özcan Üstadın âdeta siyasi ve dış işleriyle alakadar birisidir. Bu sahadaki çalışmaları fevkalade olup Arap krallarının bazılarına Risale-i nurları hediye etmiştir. Faizsiz bankanın Türkiye ye gelmesine vesile olmuştur.

Üstadımızın talebeleri her biri ayrı ayrı mizaçta olduklarından, bu konuda âdeta zirve idiler.

Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi iyi bilen bir münevver olarak sormak istiyorum. Türkiye’yi parçalamak isteyen dışarıdan ve içeriden bazı kesimler Kürt kardeşlerimizi kullanarak ve istismar ederek Türkiye aleyhtarlığı yaptılar, bugün de yapmaya devam ediyorlar. Kürtlerin geçmişte bazı problemleri var idiyse bugün hükümetimiz 20 yıldan beri bu konuda iyileştirici çalışmalar yaptı, yapmayı sürdürüyor. Hâlâ “Kürt Sorunu” diye tutturanların iyi niyetli olduğu söylenebilir mi? Bölgedeki Müslüman Kürt kardeşlerimiz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Üstad bu asrın hastalıklarını ve tedavinin nasıl olacağını yazdıklarıyla ortaya koydu. Bu ülkeyi idare edenler onu taltif edeceklerine hapishaneye attılar ve sürgüne gönderdiler. Geçmişte böyle bir ayrılık anlayışı pek olmadı. Çünkü Devlet Osmanlı diye kurulmuştu. Osmanlı malum olduğu üzere bir isimdir. Osmanlı üç dil kullandı Arapça, Türkçe ve Farsçayı harmanladı. Hiç bir etnik anlayış hâkim olmadı. Kendini üstün görmedi. Diğerlerini dışlamadı. Bu devletin yapısında ve uygulamasında herkese yer verilmişti.

Milat’ın Başarısı

Yazarları arasında bulunduğunuz gazetemiz Milat, 10 yılı geride bıraktı, 11. yılına girdi. Milat hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

Milat Gazetesi’ni nasıl anlatalım ki… Bütün imkânsızlıklara rağmen ayakta duruyor. Gerek İslam ve gerekse İslam’ın emri olan ümmet anlayışla halkımıza faydalı olmaya çalışıyor. Hak ile batılın mücadelesi hiçbir zaman kolay olmamıştır. Zaman zaman iktidarı da eleştiren ve yol gösteren yazılara yer vermesi her türlü takdirin üzerindedir. Tarafsızlığı olmakla birlikte, ait olduğu bir tarafı da vardır. Bu inceliği korumak büyük bir fazilettir. Ülkenin gerçekleri üzerine cesurca gitmektedir.