İttihad-i İslam Sancağını'nı düşürmeyen civanmertler
İttihad-i İslâm Sancağı neyi temsil eder? Allah, Vatan, Namus ve Birliği. Şayet devlet bu sancağı açmış ise, birlik ve beraberlik ruhuyla kenetlenen civanmertler canını fedâ etmek için cepheye koşardı.
3
kıta, 7 iklimde 624 yıl hüküm süren koskoca Osmanlı, 1768-1774’te Rusya ile savaşta mağlubiyeti
sonrası önemli toprak kayıpları ile zafiyete düşmesini fırsat bilen 7 düvelin sırtlan sürüleri
tarafından 7 cephede kuşatıldı. Çanakkale, Kafkasya, Sina ve Filistin, Irak,
Hicaz-Yemen, Galiçya, Balkan Cepheleri’nde âdeta mahşer yaşandı. Trajedilerle
dolu “Osmanlı’yı paylaşma” savaşında
240 bin civanmerdimiz esir düşerken, 3 milyon canımız da şehadet şerbeti içti. Bu
cephelerde bir nesli, dahası, hâfızamızı kaybettik.
Neden?..
İttihad-i İslâm Sancağı’nın altında toplanıp “Hak ile Bâtıl” mücadelesini hakkıyla veremediğimiz için...
Kurdun
sürüyü dağıtması gibi ümmeti dağıtan küffar; yumuşak lokma haline getirdiği Müslümanları
o gün bugündür sömürüyor, sömürmekle de kalmıyor; vatanına, malına, canına,
namusuna tasallut ediyor.
İçimizdeki
gafiller yüzünden, kendi İttihad-ı İslâm’ımızdan yüz çevirip; askerî, ekonomik ve kültürel olarak umut bağladığımız
“Bâtıl Batı”nın peşine düştüğümüz
günden beri içimiz kan ağlıyor, yüzümüz gülmüyor.
*
İttihad-i
İslâm Sancağı’nı kapağına taşıyarak, umudumuzu diri tutan civanmertlerin ruhunu
şâd etmek için yola çıkan İnkılâb Basım Yayım Müdürü Hasan Güneş beyefendi büyük vefa örneği göstererek memleketi
Kastamonu’nun “civanmert”lerini gelecek
nesillere aktarmak için bir eser hazırlatmış. İttihad-i İslâm Sancağı (Allah, Vatan, Namus, İttihad) altında
topladığı kahramanları “CİVANMERT- Geçmiş İle Gelecek Arasında Kastamonu’nun
Ruh Derinliğinden Yansımalar” isimli kitapla gelecek nesillere aktarmaya gayret
etmiş. İnkılâb Yayınları’ndan çıkan eseri kaleme alan İsmail Fatih Ceylan âdeta iğne ile kuyu kazarak tarihin
derinliklerindeki kahramanları gün yüzüne çıkartmış.
*
Milattan
önce 64 yılından itibaren Roma’nın nüfuz sahası olan Kastamonu yöresi,
imparatorluğun 395’te ikiyi ayrılmasının ardından Doğu Roma’nın hakimiyetinde
kalır. Bu hakimiyet Türklerin 1071’de Anadolu’ya girmesine kadar devam eder.
100
yıl kadar Danişmendoğulları idaresinde kalan şehir ve çevresi daha sonra 15 yıl
kadar tekrar Doğu Roma İmparatorluğu hâkimiyetine geçer. Bu defa bölge, 1213
yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın emriyle Selçuklu
kumandanı Hüsameddin Çobanbey tarafından fethedilir.
Çobanoğulları
ve Candaroğulları Beylikleri tarafından yönetilen Kastamonu ve yöresi 1460
yılında Osmanlı idaresine girinceye kadar önemli bir ilim ve kültür merkezi
olur, çok sayıda ilim, devlet adamı, maneviyat önderi ve kahraman yetiştirir.
*
Meşhur
seyyah İbn Battûta 1333 yılında Kastamonu’ya geldiğinde şehrin hâkimi
Candaroğlu Süleyman Bey’dir. Seyahatnâme’sinde, “Bu şehir Anadolu’nun en güzel, en büyük beldelerindendir. Yaşamak için her
kolaylık var...” diye yazar. İbn Battûta’dan 307 yıl sonra bölgeyi ziyaret
eden Evliya Çelebi, “Kastamonu âlimi,
şairi ve hâfızı bol olan bir diyardır...” ifadelerini kullanır. Coğrafyacı
İbn Saîd ise 1274 veya 1287 yılında Kastamonu yöresinde 100 bin çadır göçebe
halkın yaşadığını yazar. Bu da, şehrin iskânında Türkmen veya Yörük adıyla
bilinen grupların önemli bir rol oynadığını göstermektedir.
*
Kastamonu
denildiğinde kime sorsanız ilk olarak aklına Şeyh Şaban-ı Velî gelir. Meğer Kastamonu “Evliyalar Beldesi” olmasının yanında nice kahramanı bağrında
yetiştirmiş, İttihad-i İslâm Sancağı’nı
3 kıta, 7 iklimde dalgalandırmış. Devlet, İttihad-i
İslâm Sancağı’nı açtığında (Allah, Vatan, Namus, Birlik) birlik ve
beraberlik ruhuyla kenetlenen yiğitler gözünü kırpmadan seferberliğe koşmuş.
Hele
İttihad-i İslâm Sancağı’nın açıldığı bizim bir Çanakkale destanımız vardır ki, dünya
böyle bir savaş ve kahramanlık sahnesine tanıklık etmemiştir. Bu kahramanların
başını da daha bıyıkları terlememiş Medreseli, Daru’l-Fünunlu (İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi), Mekteb-i Sultanîli (Galatasaray Lisesi), İstanbul
Sultanîli (İstanbul Erkek Lisesi), Vefa Sultanîli (Vefa Lisesi) ve
Dârülmuallimîn-i Âliyeli (Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi) öğrenci ve öğretmenleri
çekmektedir. Bir de 1885 yılında açılan ve 1963’te ismi Abdurrahmanpaşa Lisesi olarak değiştirilen Kastamonu Mekteb-i Sultanîsi talebeleri vardır.
*
Dünyanın
dört bir yanından gelen Avrupalı, Afrikalı, Avusturyalı, Hintli ve Senegalli
düşman askerleri, Gelibolu Yarımadası’na havadan, karadan ve denizden ölüm
kusmaktadır. Çanakkale Boğazı’nda âdeta “mahşer”
yaşanmaktadır. Burası 7 düvelin üzerimize çullandığı Çanakkale Cephesi’dir...
Bu savaş, Hak’la bâtılın savaşıdır... Bu zafer, ölümü öldürenlerin zaferidir...
18
Mart 1915’te başlayan ilk saldırı 9 Ocak 1916 tarihinde karşı donanmanın
Osmanlı topraklarını tamamen terk etmesiyle son bulur bulmasına amma velâkin canlarını
vatanları uğruna seve seve fedâ eden daha bıyığı terlememiş öğrenci ve
öğretmenlerin çoğu geri dönemez. Öğrencilerini şehid veren okulların bir kısmı
o tarihlerde mezun dahi veremez. Destanların yazıldığı, dramların yaşandığı bu
süreç sonrasında, “eğitim hâfızamız”da
oluşan boşluk uzun yıllar doldurulamaz.
*
Millî
Mücadele’ye Kastamonu’nun Nasrullah Camii’ndeki vaazıyla destek veren Âkif,
Çanakkale Cephesi’ni görmediği halde vatanları için çarpışan Kınalı Kuzuları,
15’lileri, “Ne büyüksün ki kanın
kurtarıyor Tevhîd’i... / Bedr’in
aslanları ancak, bu kadar şanlı idi” diye tarif ederken, 5 bin 500
kilometre uzaklıktan hislerimize tercüman olan Pakistanlı Şairi Âzâm Muhammed
İkbal ise, rüyâsında huzuruna çıktığı Hz. Peygamber’in kendisine hediye olarak
ne getirdiğini sorması üzerine, Cennet’te bile bulunmayan bir hediye
getirdiğini söyleyerek, içinde Çanakkale şehitlerinin kanının bulunduğu şişeyi
Hz. Peygamber’e sunduğunu ifade eder. Ve ruhunda hissettiği Çanakkale’yi, “Yalnız bir şey getirdim kutlanmıştır
tekbirlerle, / Bir şişe kan ki, eşi
yoktur namusudur, / vicdanıdır,
/ Buyurun, bu Çanakkale şehidinin
kanıdır” ifadeleriyle dizelere döker, ölmeyen şehidlerimizi bir kez daha
ölümsüzleştirir. Tıpkı bizim Âkif gibi...
*
İşte
bu destansı olayların yaşandığı Çanakkale ve Kafkas Cepheleri’ne Kastamonu’dan
da 120 talebe, 1914-1918 yıllarında
vatan müdafaası uğruna tahsillerinden, hayallerinden ve canlarından vazgeçerek
koşar. Bu sebeple 1916-17 ve 1917-18
ders yıllarında mezun veremeyen okul, tarihinde en hüzünlü yıllarını yaşar.
1919’da ise askere giden lise
talebelerinden sadece 14’ü geri döner, diğerleri ise şehidlik mertebesine
ulaşır.
Balkan
Savaşları, Birinci Dünya Harbi ve ardından Mondros Mütarekesi sonrası hengâmeli
bir süreçte Anadolu’nun işgalinde, bölgeleri bizzat işgale uğramasa da,
Kastamonulular vatanın kurtuluşu uğrunda savaşmayı dinî bir vazife bilerek
cepheden cepheye koşar.
Kastamonu
bulunduğu stratejik konumundan dolayı Millî Mücadele sırasında büyük yararlar
sağlar. Özellikle Ankara’ya “İstiklâl
Yolu” diye anılan İnebolu-Kastamonu üzerinden yiyecek, giyecek, para,
cephane ve silah nakli yapılır. Eli silah tutan erkekler cephede olduğu için,
taşıma işini daha çok kadınlar, yaşlı erkekler, sakatlar ve çocuklar yapar.
Çanakkale
Savaşı’nda hepsinin şehid olup erkeği kalmayan “Ersizler” köyü misali, savaşların getirdiği yoksulluk, yokluk
içinde bu insanların karda çıplak ayakla, cansiperâne, kağnılarla cephane nakli
çalışmaları, yiğitlikleri, fedakârlıkları asla unutulmayacak.
Üzerinde
bağımsız olarak yaşadığımız bu toprakları ünlü-ünsüz civanmertlere borçluyuz.
Sahip olduğumuz bu değerleri minnetle hatırlamayı ve gelecek nesillere
aktarmayı bir vefa borcu kabul eden Hasan
Güneş beyefendi, “Civanmert”
isimli eserin yazımını yazar İsmail
Fatih Ceylan’a tevdî etmiş. Kuruluşa ve Kurtuluşa ev sahipliği yapan, Millî
Mücadele yıllarının en önemli olaylarına da sahne olan Kütahya’nın Tavşanlı
ilçesine hayata gözlerini açan kalem erbabı İsmail Fatih Ceylan, tarihin tozlu
raflarından çıkardığı birbirinden mümtaz ve civanmert ismi okurla tanış
eylemiş.
*
Yazar
Ceylan, Kastamonulu olup İttihad-i İslâm
Sancağı’nın açılmasıyla cepheden cepheye koşan;
*Kastamonu’dan
İstanbul’a gelerek, Saray’da odunculuktan Sadrazamlığa yükselmeyi başaran Girit Serdarı “Deli” Hüseyin Paşa,
*Kastamonu
Sancağı’nın Osmancık kasabasında doğup daha sonra akrabaları aracılığıyla Saray
Baltacıları Ocağı’na girip, Sadrazamlığa kadar yükselerek Rus Çarı 1. Petro
tarafından hediyelerle kandırıldıktan sonra sürgün edilen Baltacı Mehmed Paşa,
*Kastamonu’nun
Cide kazasına bağlı Hoşalay köyünde doğup, sarayda çuhadarlıktan rikâbdarlığa,
silahtarlıktan mîrialemliğe, hazine kethüdâlığından nişancılığa, vezirlikten
rikâb-ı hümâyun kaymakamlığına ve dahi en genç Sadrazam olmayı başaran Elmas Mehmed Paşa,
*Kastamonu’nun
Daday ilçesinin Sorkun köyünde dünyaya gelen ve genç yaşta İstanbul’a gelerek
Saray-ı Hümâyun’da Bostancı Ocağı’na girip, Bostancılık görevine tevdî
edilmesiyle Moldavya’da (Boğdan) eşkıyâ takibinde bulunan ve bilahare de
Sadrazamlığa kadar yükselen Serdar-ı
Ekrem Moldovancı Ali Paşa,
*Aslen
Kastamonulu olup, babasının görevi nedeniyle bulunduğu Rusçuk’ta dünyaya gelen
ve Şerif Hüseyin’in isyanları, İngiliz Casusu Lawrence’nin saldırıları
karşısında “Medine Kalesi’nden Türk
bayrağını indiremem” diyerek, kuşatma altındaki Medine’yi askerleriyle çekirge
yiyerek müdafaa eden, Surre Alayları’nın asırlardır “Kutsal Topraklar”a taşıdığı değerli hediyelerin büyük bir bölümünü
yağmadan kurtararak İstanbul’a geri gönden “Çöl
Kaplanı” Fahreddin Paşa,
*1871
yılında Kastamonu Tosya’da dünyaya gelen, Mekteb-i Erkân-ı Harbiye’den mezun
olup, yarbayken başarısıyla Almanların dikkatini çeken, mirvilalıktan ferîklik
rütbesine terfi ettikten sonra İttihat ve Terakki Hükûmeti tarafından rütbesi düşürülen,
tayin edildiği İşkodra Kumandanlığı ve Valiliği görevinde bulunurken Karadağ
Ordusu’na karşı mücadele eden, Esad Toptanî Paşa’nın ihanetine uğrayıp şehadet
şerbeti içen İşkodra kahramanı Hasan
Rıza Paşa,
*Soyu
Gagavuz Türklerine kadar dayanan, İstanbul’da doğup Fatih Mekteb-i İdâdîsi’ne
girip, Manastır Askeri İdadisi’ni bitirip, Harp Okulu eğitimine devam ederken
2. Abdülhamid muhalifliğine soyunan, Kurmay Okulu’nu ikincilikle bitiren,
kolağalık görevindeyken Bulgar, Rum ve Arnavut çetelerine kök söktüren, İttihad
ve Terakki ihtilal hareketlerine dahil olan, 31 Mart Vak’ası ile Sultan 2.
Abdülhamid’in tahtan indirilme sürecinde Talat ve Cemal Paşa ile aktif rol alan,
Balkan Savaşı bozgunu, Selanik’in savaşılmadan Yunan’a verilesi, Bab-ı Âli Baskını
gibi olaylardan sonra pişman olup Sultan 2. Abdülhamid’in İslâm Dünyası’nı
birleştirme siyaseti için Teşkilât-ı Mahsusa’yı kuran, Harbiye Nâzırlığı
döneminde ülkesini kara bulutlar kaplayan, Osmanlı’nın kurtuluşu için ittifak
arayışında Almanya’ya sarılan, Ruslara karşı başlatılan Sarıkamış Hârekatı’nda büyük
bir drama imza atan, Bolşevikler tarafından şehid edilen “Hürriyet Kahramanı” Enver Paşa,
*Enver
Paşa’nın küçük amcası olarak 1882’de İstanbul’un Beşiktaş semtinde dünyaya
gelen, Dicle Nehri’nin kıyısındaki Kut şehrini kuşatan İngilizleri büyük bir
bozguna uğratarak Kût’ül-Amâre Zaferi’ni kazanan, 1934 yılında Soyadı
Kanunu’nun çıkmasından sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından Kût'ül-Amâre Zaferi
nedeniyle “Kut” soyadını alan, yeğeni
Enver ile birlikte Mustafa Kemal Paşa tarafından sınır dışı edilen, Kût’ül-Amâre kahramanı Altıncı Ordu
Kumandanı Mirliva (Tuğgeneral) Halil Kut Paşa,
*
Ailesinin Kastamonu’nun Taşköprü ilçesine bağlı Yazı köyünden geldiği İstanbul’da
1883 yılında doğan Kafkasya kahramanı
Hâlid Paşa,
*1884
yılında Kastamonu’nun Daday ilçesine bağlı Kelebek köyünde doğan, 30 Ağustos
1922 Meydan Savaşı sonrasında Yunan orduları başkomutanı generali Trikopis’i ve
beraberindeki subay ve askerleri esir alan Hâlid
Bey,
*1889
yılında doğan ve Enver Paşa’nın kardeşi olan, son rütbesi Yarbay olmasına
rağmen vefat edinceye kadar “Nuri Paşa”
olarak anılan, Trablusgarb’dan Kafkasya’ya koşuşturan, “Yâverân-ı Hazret-i Şehrîyâri”lik payesiyle Padişah Yâveri olan,
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında Azerbaycan’a hâkim olan Rus ve Ermeni
birliklerinin Mart Olayları adı ile anılan Müslüman katliamları yapmaları
üzerine, Kafkas İslâm Ordusu adında Osmanlı, Azeri ve Dağıstan askerlerinden
oluşan bir ordu ile Azerbaycan’ı işgalden kurtarma harekâtı başlatan “Bakû Fatihi”, millî ve yerli silah
sanayisinin temelini atan ve ürettiği silahlarla “Filistin Dâvası”na verdiği destekten dolayı Siyonistlerin
düzenlediği sabotaj sonucu şehid düşen Nuri
Killigil,
*İstiklâl
Harbi’nin en şiddetli günlerinin yaşandığı 1921’in Aralık ayında kağnısına
yüklediği cephaneyi taşırken hayatının baharında donarak şehadete erdikten
sonra Kastamonu’nun sembollerinden biri hâline gelen Şerife Bacı gibi kahramanların hayatına dokunmuş. Bu civanmertlerin
asilliklerini, cömertliklerini, âlîcenaplıklarını, mertliklerini, yiğitliklerini
ve inandıkları yolda canlarını fedâ edişlerini âdeta yaşadıkları döneme
götürerek anlatmaya gayret etmiş.
Yeni
neslin bu civanmertlerden öğrenecekleri çok şey var.
Ruhları
şâd olsun.