Dolar (USD)
34.55
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3010.30
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Ağustos 2020

​İtirazım Var

“İman bakımından en olgununuz, ahlakı en güzel olanınızdır. En hayırlınız da kadınlara güzel davrananınızdır”… Evet, Sevgili Peygamberimiz; bu hadisten de idrak edileceği üzere, İSLAM’IN KADINA VERDİĞİ ÖNEMİ, davranışları ile ortaya koymuş bir değerdir. Öyle ki İslamiyet’ten önce kadının hiç değeri olmadığını, kız çocuğuna sahip olmanın utanç verici kabul edildiğini ve dahi kız çocuklarını diri diri gömüldüğünü çoğumuz yakından biliyoruz. İslamiyet’ten sonra ise bu düzen tamamen yıkılmış, kadının herhangi bir ayrıma tabii tutulmadığını görüyoruz. Çünkü kadını, aile ve toplumun temel taşı addeden İslamiyet; Dini sorumluluk, hukuki ehliyet, temel hak ve hürriyetler açısından, herhangi bir ayrımı söz konusu bile yapmamıştır.

Fakat gelin görün ki kadınlarımızın istismar edildiğini ve zaman zaman da şiddete maruz bırakıldığını, üzülerek takip ediyoruz günümüzde. Birde bu yetmezmiş gibi piyasada boy gösteren bazı PARALI ASKERLERİN, yaşanan çirkinliği Yüce Dizimize fatura etme çabası akıl alır gibi değil. Çünkü kendilerine “ÜSTÜN UNVANLAR” yakıştıran bu çevrelerin; İslamiyet’in kadına verdiği değer ortadayken, üstelik AB’de her 3 kadından 1’inin şiddete uğradığı bilinirken, konuyu SAPTIRMALARI oldukça manidar. Elbette bu tarz güdümlü tiplere, söylenecek gün yüzü görmemiş çok sözümüz mevcut. Ama şimdilik bu hakkımızı saklı tutmak kaydıyla, asıl meseleye girmekte fayda olduğu kanaatindeyim.

***

Son zamanlarda kadına şiddet hadiselerinin, kamuoyunda infiale yol açtığı net. Bu olayların önü alınabilir mi, bilmiyoruz… Belli ki sorunu baskılayan kapitalist üretim ve kadını metalaştıran kapitalist tüketim tarzları dışında, başka bir yaşayışa geçilmedikçe sıkıntının bitmesi çok zor... O sebeple mevzuyu, yalnız “kültürel seviye” özelinde değerlendirmenin, büyük bir hata olacağı şüphesiz. Neden mi? Her seferinde Dünyanın en ileri toplumları biçiminde gösterilen Garp toplumlarında bile, şiddet istatistiklerinin artarak devam etmesi, konunun ne eğitimle ne de kültür seviyesiyle alakası bulunmadığını ispatlar nitelikte. Kaldı ki şayet öyle olsaydı, SÖZÜM ONA “çağdaş batı”, niçin tedbir ve cezaları arttırma yoluna giderdi ki?

Anlayacağınız gelinen aşamada, hukuki yaptırımların önem arz ettiği tabi ki inkâr edilemez. Lakin Devletlilerin zaten bir takım hukuki düzenlemeleri varken ve yetmediği yerlerde yenilerini ekleme iradesine sahipken, kurtuluşu TEK BİR MECRADA aramak fazlasıyla düşündürücü. Bu minvalde kamuoyunda, bir “İstanbul Sözleşmesi” tartışmaları almış başını gidiyor malumunuz. Sosyal medyada “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” tivitleri mi dersiniz, ekranlarda hakarete varan bir fütursuzluğa yeltenilmesi mi? Madem “İstanbul sözleşmesi yaşatır” o halde, bildiriyi kabul eden ülkelerde “ŞİDDET BİR TÜRLÜ NİÇİN ENGELLENEMİYOR” demeden edemiyor insan…

***

Şimdi “Sende mi karşısın” diyeceğinizi gayet iyi biliyorum. Evet, belki karşıyım! Fakat benim nedenlerim, mesnetsiz ve sığ değil. Mesela Sözleşmede kadına şiddetin, sadece “toplumsal cinsiyet” perspektifiyle açıklanması, düşüncelerimin temelini oluşturuyor. Zira “TOPLUMSAL CİNSİYET” kavramının, dünyada “cinsel kimlik ve cinsel yönelim” biçiminde savunulması, konuyu bam başka bir boyuta evirmeye meyyal. Nasıl mı? Sözleşmede “cinsel yönelim ve cinsel kimlik” ayrımı yapılmamasının, LGBTİ tarzı olguları LEGALLEŞTİRME gibi bir TUZAK içerdiği kesinlikle yok sayılamaz. Bunun yanı sıra şiddete ilişkin risk faktörlerinden, hiç birine yer verilmemesi de bir diğer itiraz sebebi. Keza DSÖ’ye göre alkol bağımlılarının, bağımlı olmayanlara nazaran 12 kat; madde bağımlılarının ise 16 kat daha fazla saldırganlık sergilediği ortada…

İtirazlarımız, bu kadarla da sınırlı değil tabi ki. “Namus” mefhumunun, "SÖZDE NAMUS" ifadesiyle hakir görülmesini; Batı’nın hayat anlayışını esas almasını; Aile yapısının feminist ideolojilerin insafına bırakılmasını ve saha uygulamalarının, geçmişte PKK’nın “çukur eylemlerini” gölgeleyen GREVIO örgütünce denetlenmesini… de ilave edebiliriz. Peki, çözüm…? Evvela MANEVİ ÂLEMDE, hepimizin bir “VİCDANİ MUHAKEME” yapması kaçılmazdır. MADDİ ÂLEM de ise, İstanbul Sözleşmesi’ne itiraz etmenin; şiddeti mazur görmek, kadını sınırlamak yahut her türlü travmatik durumda evliliği sürdürmeye zorlamak, manasına gelmediğini herkesin idrak etmesi elzem. Bunun yerine itirazları esas alan ve bahsedilen sorunların önlenmesine ilişkin tedbirlerin, KENDİ HUKUK SİSTEMİMİZDE alınması önem teşkil ediyor. Hal böyle olunca da Siyasilerin, Diyanet İşlerinin, hukukçuların, sosyal bilimcilerin, aydın ve alimlerin inisiyatif alması bir zorunluluk oluşturuyor. Yoksa kadın sorununa batıdan bakan, çeşitli menfaat hesapları güden ve tarihi kültürümüzü aşağılayan bir anlayışın, toplumu FELAKETE sürüklemesi işten bile sayılmaz.