İtikâf
Hilkate değmiş bir yokluk sonra varlık. Hilkate değmiş bir karanlık sonra aydınlık…
Gece gündüz oynardı sanki âdem! Doğanın
kucağında, tıpkı onun gibi.
Bazen de huzuru için yapardı bunu, mutmain olmak
için. Yakardı tüm ışıkları! Söndürürdü bazen de/ çekilirdi inzivaya. Sükût
derdi. Derdi işte. Derd’i bırakmak, sabrı kuşanmak ve Bir’e yakın olmak için…
Işıkları söndürmek korkutmazdı, karanlıklardan
korkan olsa da, aynalara bakamasa da göremese de gözaltlarına değen gölgeleri…
Söndürmek iyiydi zaman zaman ışıkları… Gecenin
zarifçe örtüldüğü arz gibi, dinleniyordu beden...
Kimsecikler görmeden ağaçların saçlarını
örüyordu, kuşlarla şarkı söylüyor, papatyalarla söyleşiyordu.
Kim bilir belki de o kocaman, güçlü bildikleri
kişi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu o vakitler.
Yanağına düşen damlaları kendisi bile
görmüyordu.
Lakin avuçlarına sinmese de gözyaşı kokusu!
Sadece yürek, belki de gözleri bilecekti ağladığını.
Elleri işte! Siliverirken dokunuyordu her yere.
Ve her yeri şahit tutuyordu gözyaşlarına.
Ah elleri!
‘’Dizlerimi bükmek’’ dedi, sonra ‘’Eğilmek
küçülmek iki avucun arasında’’ dedi. Ne kadar güzelmiş karanlıkta. Ana rahmi
dinginliği…
İtikâf …
Arı suya dalış, bir yıldıza yarenlik,
bir çiçeğin kokusunu taşımak gönülden evrene.
Latif bir sessizlik, ulvi ahenge
tercüme.
İtikâf…
Alemin seyrinde vefa, uyanıklık gecenin
aydınlık hükmünde
Ruha yüklenmiş terennüm, kalbe asılan
fenerler.
Koyulaşmış tüm renkleri yıkamak, takva
çeşmesinde.
Adımlamak aleme, ezber tutmak ilahi
isimlerle
İtikâf…
Rikkat, saadet. Huşu...
‘Amin’ deryasında yüzlerce dua.
Tıkanmış damarlara anjiyo
Buğulu bir sesten dökülen yağmur.
İtikâf…
Azad, hilkat, hikmet…arınıklık suyu.
İtikâf sekine, yola girme, tevbe.
Teslimiyeti yineleme,
Kemalat. Sadakat…
Ben isteyenim. Ben yalvaranım. Ben kulum… Halimi
arz eyledim sadece Rabbime.
Ben yârin kapısına dayanmalıydım onun yollarına
kapanmalıydım.
Adımı duyuyordum sanki semalardan.
‘’Üzülme ye’se kapılma’’ dercesine bir meltem
üflerdi bu karşılık.
Belki bir rahmet inişi. ‘Oku’ dedi rabbim
okudum, okudum, okudum… Kucağıma doluşmuş yıldızlar var.
Işıltının ruhu sükûnet/ sükûnetin rengi gece/
dili dua…
Sığdığım kab sığ değil şimdi, sanki daha da derinleşiyor
gibi… Ayaklarım çöllerden rahmete yürüyor, dilimin her dönmesinde.
Sen Rahman’sın diyorum. Sen Rahim’sin diyorum.
Sen Afüv’ sün …
Birer birer kalkıyor kabuklar. Birer birer
kopuyor devleşmiş yaralar nasıl bir merhemmiş ki bu, ıslandıkça tenim yıkanıyor
ve tüm azalar.
DUA. Ne çok yakışandı dile… Geceye yakışan
karanlık gibi. Günahları örseleyecek silkeleyecek…
Ruhun giyindiği elbiseleri birer birer soyarken
karanlıkta yenilerini giydirmek birer birer…
İncilerle süslemek pınarlardan gelen/eş tutmak
yıldızların ışıltılarını…
Tüm kafeslerin parmaklıklarını söküp özgür
bırakmak kuşları…
İşte o vakit! İşte o vakit! Karanlıkta
karanlığın kalbi nasıl bıçaklanır öğrendi âdem… Nur fışkırır kesiklerden. Yanar işte tüm ışıklar
Bir damla büyüklüğünde aydınlık. Bir seccade
boyu aydınlık. Bir oda kadar aydınlık. Gökyüzü kadar aydınlık. Bitiyor işte
gece. Güneş kucaklayacak birazdan…
Gözyaşı akar bazen. Bazen yakar. Bazen deler
geçer. Bazen de her damla saplanır. “Döküldükçe israf olmayan tek şey gözyaşıdır.
“Yenik ekin yaprağı gibidir yürek. İnziva, gece, dua, dinginlik, yakarış…
Teslimiyetin, hafifliğin, karanlıktan aydınlığa geçişin köprüsüydü sessizce
rabbiyle hemhal. Kapatmalıydım ışıkları, gönül kandilleri ki sönmezdi asıldıkça
birer birer, tüm azalar da.
Vakit ramazan. Bir itikâfla
onarmak ruhu bedeni. Derde bulanmış yüreklerin dinginliğe niyeti, arz makamı. Duâ
ve selam...