İstişare
Sevmiyoruz istişare etmeyi. Birbirimize danışmaktan, akıl sormaktan hoşlanmıyoruz. Hâlbuki meşveret, genişlemek, büyümek, çoğalmak ve bereketlenmektir. Farklı fikirlerin bir araya gelmesi, değişik düşüncelerin hakta yarışmasıdır. Hakikat güneşinin, fikirlerin yarışmasından doğduğunu biliriz de o aydınlığı, o nuru nedense istemeyiz. Yanılgılar, yenilgiler, üzüntüler gelir daha sonra. Bu sefer de kumrular gibi nerede hata yaptığımızı kara kara düşünür dururuz.
Uymuyoruz büyüklerin sözlerine. Hazret-i Peygamberin tavsiyesine riayet etmiyoruz. “Veşavirhum” denildiğinde meşveretin önemini hatırlar, onaylarız ama sıra bize gelince bu tarakta asla bezimiz yok. Her birimiz ayrı devletin kurucusu, muhteşem bir ordunun komutanı olma derdindeyiz. Her orduya komutan gerek, amenna. Ama kumandanlar da ardlarından “ölümüne” koşacak asker ister. Komutanla asker birbirini tamamlar. Taçlanmış zafer, ikisinin ahenkli gayretiyle kazanılır.
Farklı fikirlere tahammülümüz yok. En iyiyi, en doğruyu, en mantıklısını biz biliyoruz zannediyoruz. Dostumuzun, arkadaşımızın, komşumuzun, hocamızın veya talebemizin düşüncesi nedir merak etmiyoruz. Hâlbuki insanoğlu sosyal bir varlıktır. Hiç bir zaman tek başına yetmez, her şeyi bilmez, her konuda uzman olamaz. Farklı telakkilere kulak vermesi, değişik anlayışları bilmesi, bambaşka hislere saygı duyması gerek. “Kervan yolda düzelir.” ama doğru söze kulak vererek.
İstişaresizlik, meşverete önem vermemek genelde yaygın. Akademisyenler de bu illete düçardır siyasetçiler de... Dernek ve vakıf yöneticileri de aynı hastalıklı hâl ile hemhâldirler. Patron işçisine, memur amirine, talebe hocasına, öğretmen meslekdaşına asla danışmaz. İstişare etmeyi zül addeder, küçülme sanır. Hâlbuki aynı cemiyetin mensupları aynı toplumun bireyleriyiz. Birbirimize ihtiyacımız var, yekdiğerimize yardımcı olmalıyız. Komşu komşunun külüne muhtaç...
Cumhurbaşkanımız “kültür sanat meselesi beka meselesi kadar mühimdir.” derken aynı yolda yürüdüğünü sananlar bu meseleyi önemsemiyorsa bir sıkıntı var demektir. O zaman medeniyet değerlerine bağlı kadroların öne çıkarılması gerek. Bazı belediyeleri görüyoruz, kalıcı kültürel hizmetler yerine popülizme kayıyor. Ünlü bir kaç isimle zevahiri kurtarmaya çalışıyor. Ancak popüler isimlerin ışıltılı cazibesi bir yere kadar. Böyle düşünenler kanar, yanılır, aldanır, yenilir ve hezimete uğrar.
Sinemada, tiyatroda, edebiyatta, müzikte, güzel sanatlarda niçin yetersiziz? Çünkü bir araya gelinmiyor. Oturulup konuşulmuyor, eksiklikler tespit edilmiyor, hatalar söylenmiyor, her şey hasıraltı ediliyor. Ondan sonra hüsrana uğranıldığında suçlu aranıyor. Suçlu biziz, yani hepimiz! Partilerin il/ilçe başkanları, belediye başkanları, vakıf ve derneklerin yöneticileri, üniversitelerin rektörleri, işadamları, şirketlerin idarecileri, kamu kuruluşlarının müdürleri. Mesuliyet taşıyanlar.
En büyük eksiğimiz muhabbet! Sevgi dalına tutunduğumuzda sahil-i selamete çıkacağız. Çıkıp bir kayanın üstünde oturacağız ve ortaya çıkan selleri, azgın dalgaları, girdapları konuşabileceğiz. Meşveretin önemini kavrayacağız belki de... Hazret-i Peygamberin tavsiyesinin önemini anlayacağız. Belki de aklımızı başımıza alacağız. İşi ehline vereceğiz, ‘ehliyet’e ve ‘liyakat’a daha çok değer vereceğiz. Sonra azimle, sebatla, aşkla çalışacağız ve daha büyük yıkımları yaşamayacağız.
Ümitsizlik yok! Asla. Bugüne kadar yapılan hizmetleri görmemek nankörlük. Ama önümüze konan, takılıp düşmemize sebep olan taşları da atmamız gerek. Başkasına kızmaktan ziyade önümüze bakacağız, eksiğimizi görüp yürüyüşümüzü düzelteceğiz. Noksanlıklarımızı farkedip kendimizi tamamlayacağız. Ruhumuzu onarıp kalbimizi temizleyeceğiz. Akl-ı selime sahip olup Allah’a güveneceğiz. Yeni bir ruh ve taze bir şevkle yeniden “Ya Allah Bismillah” deyip yola koyulacağız.
Bu yoldan çıkmak da yok, dönmek de. Ülkemizin bize ihtiyacı var, mazlum dünyanın da. Biz de istikamete, muhabbete, istişareye muhtacız. Bu olduktan sonra gerisi önemli değil. Zira biz “17 Aralık” ve “Gezi” ihanetlerini aşmış, 15 Temmuz Destanı’nı yazmış mübarek milletin evlatlarıyız. “Ölümüne” meydanlara inmiş, şehadeti göze almışız. Ümidimiz bol, imanımız kavidir. Kardeşliğimizi unutmayacağız, muhabbeti ve istişareyi elden bırakmayacağız. O zaman aşamayacağımız dağ, geçemeyeceğimiz deniz kalmayacak. Kutlu menzile, güzel Türkiye’mizin aydınlık çağına, Allah’ın izni ve inayetiyle varacağız.