İstiklal savaşı ve sabotajlar, ihanetler.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz Cumartesi günü Diyarbakır'daydı. "Danışman skandalları", ihmal ve protokol sorumsuzluklarının gölgeleyemediği Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ziyaretine Diyarbakırlılar yoğun ilgi gösterdi.
Öncelikle belirtmek isterim ki Sayın Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır ziyaretlerinde bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız tuhaflıklar yaşandı. Önceden gelen "danışman"ların ziyaret adı altında skandal görüşmeleri ile şehrin dinamiklerine verdikleri rahatsızlık, organizasyon bozukluğu, sarhoş danışman ve korumalarının durumu vs vsu2026 Bu "sabotaj girişimleri" de Diyarbakırlıların Cumhurbaşkanlarına ilgilerini azaltmadı. Neyse.
Başbakan iken de Diyarbakır ziyaretleri ilgiyle takip ediliyordu Sayın Erdoğan'ın. "Bakalım bu kez ne diyecek?" sorusunu herkes birbirine sorar, gazeteciler mitinglere, ziyaretlere günler kala şehre gelip halkın ziyaret hakkındaki fikirlerine başvururlardı.
Özellikle 2005 ve sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kürt Sorunu" ile ilgili devrim niteliğinde adımlar attığı malumunuzdur. 2009 sürecinin Habur'da sabote edilmesinden sonra da akan kanın durması ve hakkaniyetin tesisi için büyük riskler alarak sorunu çözmek istediyse de PKK'nın kendileri için lazım olduğunu düşünen güçler ve ülkeler bunun önüne geçmeyi başardılar.
En son 2013 Çözüm Sürecini "Baldıran zehri de olsa içerim" diyerek hakkaniyetin tesisini esas alan Sayın Erdoğan idi. Ne var ki FETÖ'sü, solcusu, ülkücüsü, kimi İslamcısı çözüm sürecine toptan karşı çıktıkları için süreç sağlıklı yürümedi. Tabi ki sürecin parametrelerinde sorun vardı, lakin asıl sorun bu değildi.
Bütün bu olumsuz süreçleri yaşayan Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır'da yaptığı konuşmada yine çok önemli açıklamalarda bulundu. Öyle ki bazıları bu konuşmayı "yeni bir Çözüm Süreci mi başlıyor?" şeklinde bile yorumladı.
Ne dedi Sayın Erdoğan?
Öncelikle çok önemli bir jest yaptı. Mitinge katılan Diyarbakırlılara Kürtçe seslendi, "eru00e9, eru00e9, hezar çar eru00e9/evet, evet, bin kere evet." Sonra "Biz söyleyecek sözü olan, derdi olan herkesle konuşmaya, yol yürümeye varız, tek şartımız kimsenin elinde silah olmayacak!" diyerek PKK'nın silah bırakması halinde nelerin çözebileceğini ifade etmiş oldu Sayın Cumhurbaşkanı.
Bu açıklamanın bu süreçte yapılmış olması çok mühimdi. Çünkü HDP cenahının, "artık 1990'lara hatta 1940'lara döndük." algısını oluşturmaya dönük çabaları boşa düştü. Hoş, Sayın cumhurbaşkanının bu açıklaması olmasa da döndüğümüz bir tarih/dönem yok. İkinci Kurtuluş Savaşı dediğimiz süreci yaşayan ve buna rağmen emin adımlarla ileriye doğru yürüyen bir Türkiye var.
Yürüyoruz, lakin son hafta FETÖ ve işbirlikçilerinin skandal hatta kimi boyutları ihanete varan uygulamalarına şahit oluyoruz. Önce FETÖ'nün medya silahşörleri tahliye edildi. Cumhurbaşkanımızı "ip, kazık" ile tehdit edecek kadar vahşileri hayrete düşüren FETÖ'cü TÜRK SOLU dergisi kalemşoru Gökçe Fırat ile Atilla Taş, Hanım Büşra Erdal gibilerini tahliye ettiler. Bunun hukuk içinde bir izahı yok ve olamaz. Sadece şu kadarını söyleyeyim:
Bugün Almanya'da biri Merkel'e seni yağlı kazığa oturturuz ya da iple idam ederiz derse o tehdidi savuran adamı tahliye eden savcıya ne yapılır? Kaldı ki ülkemiz alçak bir darbe ile karşı karşıya iken ve darbeciler bu ülkenin Cumhurbaşkanına suikast düzenlerken bunları tahliye eden yargının adı olsa olsa KAMİKAZE YARGI olur.
Bu nasıl cüret? Bu neyin fettoşluğu?..
Ben medya huzurunda bu savcıya, yargıca "seni kazığa oturturum" desem bana müebbet verirler. Ama daha şerefsizce ve alçakça bu tehditte bulunan Gökçe Fırat'ı tahliye ederler FETÖ esiri hakim-savcılar.
Sadece bu mu?
31 Mart 2017 günü Malatya Sinan Et Lokantasında ihraç edilen Hakim Şahin Tüfenkçi için verilen veda yemeği ve plaket takdimine kimler katılıyor?
Malatya'daki bu FETÖ'cülere plaket takdimine 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve Adalet Komisyon Başkanının katıldığı iddia ediliyor. Aynı törende daha önce FETÖ'den ihraç edilen Savcı Burhan Sadioğlu ve Hakim Ayfer Sadioğlu da hazır bulunuyor.
İşte Tayyip Erdoğan böyle bir ülkede Cumhurbaşkanlığı yapıyor. Bu yüzden bizim TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE mücadelemiz ne 1960'lı solcularının içi boş sloganı, ne de bir retorikten ibarettir.
Düşünebiliyor musunuz?
FETÖ denilen terör örgütü bu ülkede Cumhurbaşkanlığı Külliyesini bombalayıp bir kaldırımda 4 kişiyi şehid ediyor, Milletin Meclisini bombalıyor, tanklarla sivilleri çiğniyor ve TÜRK MİLLETİ adına karar vereceklerini iddia eden yargıçlar, savcılar Fetullah Gülen yararına hukuka tecavüz ediyor, sonra bunlar ihraç edilince yargı mensupları plaket takdim törenlerine katılıyor.
Burada HSYK ve Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunuyorum. Bahse konu olan olaya adı karışanlar hakkında nelerin yapılacağının da takipçisi olacağız.
Böyle bir devlet olamaz, olsa da fazla yaşayamaz. Kendi devletine nanik yapan yargı mensuplarının olduğu bir devlet ancak manda olur, değil miydik?