Dolar (USD)
34.47
Euro (EUR)
36.22
Gram Altın
2953.35
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İstiklal Marşı'nın hüzünlü çocukları (2)

Kendisiyle yapılan bir söyleyişi de Âkif’in oğlu Emin, hayatını şöyle anlatmaktadır: “ …Çocukluğum, delikanlılığım 25’ine kadar iyi geçti. Maalesef bunu takip eden yıllar devamlı bir kâbusun, korkunç, karanlıkları içinde, inkisâr-ı hayâl, hüsran, sıkıntı ve sefaletle doludur.”

Emin Ersoy’la görüşen muhabi’in anlattığı tablo, İstiklal Marşı’nın çocuğunun içinde bulunduğu hazin durumu şöyle tasvir etmektedir: “… Karacabey, Harası’nın koyun ağılında sobasız. Gıdasız, diz boyu pislik içinde titreyen adam, Mehmet Âkif’in oğludur.”

Mehmet Âkif’in oğlu Emin’in başından geçenleri, o dönemin gazetecilerinden Çetin Altan da şöyle nakletmektedir: “İçeri tıraşı uzamış, üstü başı bakımsız, yaşlıca, çelimsiz bir adam geldi. Hazırolu andıran bir duruş ve hafif bükük bir boyunla: Bendeniz, dedi. Mehmet Âkif’in oğluyum… Şaşıran Çetin Altan, buyrun der, içeri çağırır. Emin Ersoy: ‘Rahatsız etmeyeyim, dedi. Sizden ufak bir yardım rica etmeye gelmiştim…’ ‘Ve yine tek yapabileceğim şeyi yaptım, cüzdanımı çıkarıp uzattım. O, bükük boynuyla: Siz ne münasip görürseniz, dedi…Cüzdanımı açtım; içinde ne varsa çıkardım -fazla bir şey de yoktu- elimde tuttum. Bir iki adım attı. Sanırım sadece bir 10, yahut 20 lira aldı… Emin: Çok teşekkür ederim, rahatsız ettim, dedi ve çıktı. Aradan bir ay geçti geçmedi. Gazetelerde küçük bir haber ilişti gözüme… Beşiktaş’taki çöp bidonlarından birinde Mehmet Âkif’in oğlunun ölüsü bulunmuştu.” (Babam Mehmet Âkif, 24, 112, 125, 128)

Âkif’in torunu Selma’nın naklettiğine göre; annesi ve dayısına geçmişle ilgili sorular sorduğunda onların, “Selmacığım, tamam soruyorsun da eskileri anmak bizi hüzünlendiriyor, çok yaşlandık, annemizi, babamızı çok özledik, bizi fazla konuşturma.” diye cevaplar verdiğini anlatmaktadır. Selma, annesi ve dayısının babalarını, Kurtuluş Savaşı’ndaki yolculuklarını, yaşadığı zorlukları kendi aralarında ‘fısır fısır’ konuştuklarını da nakletmektedir.

Torun Selma annesinin bir müddet sonra felç olduğunu ve hastaneye yatırıldığını; akabinde 93 yaşında, dayısının da ondan sonra vefat ettiğini, ölmeden önce de kendisine “Selmacığım, sen üzülme; annen vefat etti ama ben yanındayım, asla gitmeyeceğim” diyerek onu teselli ettiğini hüzünle anlatmaktadır.

Selma, onları ve dedesinden başlayarak tüm aileyi Edirnekapı Şehitliğine ebedî misafirhanelerine defnettiğini şöyle ifade etmektedir: “…İkisi de boyun koyun koyuna Edirnekapı Şehitliği’nde yatıyorlar. Devletten rica ettim, bir yer verdiler. Orayı iki katlı yaptırdım. Önce annemi, sonra dayımı oraya defnettik. Dedeciğim, anananeciğim, dayıcıklarım, anacığım, babacığım ve teyzelerim. Eminim huzur içinde orada birlikteler. Ruhları ve sevgileri bizlerle. Biz onları andıkça hep yaşayacaklar. Bilerek veya bilmeden yaptığımız hatalar, yanlışlıklar, yaramazlıklar ve yaşattığım sıkıntılar için bizi bağışlasınlar ve haklarını helal etsinler. Belki onların istediği gibi mükemmel okuyup meslek sahibi olamadık ama onları çok ama çok sevdik. Bunca sene sonra seslerini, gülüşlerini, kızmalarını, sevgilerini ve kucaklarını çok özlüyorum. Bazen uykumdan seslerini duyarak uyanıyorum. Uyanmak istemediğim sabahlar oluyor, çünkü rüyamda onlarla birlikte oluyorum.”

Torun Selma, annesi ve babasının evliliklerine Dedesi Mehmet Âkif’in verdiği tepki ve hassasiyeti anlatırken, adeta onlarla beraber yaşıyormuş gibi izahatlarda bulunmaktadır. Bir yerde anne ve babası karşılaşır ve birbirlerini beğenirler. Âkif, kızını istemeye gelenlere bir cevap vermeden önce, onu bir kenara çekerek: “Bak kızım iyi düşün, evlendiğin zaman bunun geriye dönüşü yok” diye ciddi ve dikkatli bir şekilde sorar ve onun müspet cevabı üzerine evliliğine izin verir.

Selma Argon, Babası ve Dedesi arasındaki sıcak, samimi ve saygılı ilişkiyi de anlatırken de şunları söylemektedir: “Babamla annem 1925 yılında evlendiler. Evlendikten sonra babamın görevi gereği Anadolu’da gitmedikleri yer kalmamış. Beytüşşebap, Erçiş, Milas, Muğla… Babam da dedem gibi veterinerdi, ama babam albay veterinerdi. Dedem babamı çok takdir ederdi. Mesleğine çok düşkündü. Askerliği de, veterinerliği de severdi. Dedem mektuplarında babama, ‘Evladım Ahmet Bey’ diye hitap ederdi. Dedeciğim babamı çok severmiş, babam da onu çok severmiş. Belirli zaman sonra karı koca anlaşamamışlar ve ayrılmışlar.”

Babasının annesiyle ayrıldıklarında, kendisinin beş yaşında olduğunu söyleyen Selma Argon, babasının da 1957 yılında atmış dokuz yaşında kalp krizi geçirerek vefat ettiğini hüzünlü bir şekilde anlatmaktadır. (Dedem Mehmet Âkif, 35-39)

Şu halde İstiklal Şairimiz Mehmet Âkif’in ömrü, zorlu ve sıkıntılar içinde geçmiş; ancak bereketli, verimli bir hayatı olmuştur. Ömrü boyunca, hatta vefat ettiğinde cenazesi ve defin törenine yönelik ilgisizlik ve şık olmayan tavır bile, onun beklediği, Âsım’ları tarafından büyük kitlelere dönüştürülerek hemen telafi edilmiştir.

Münzevi Şairimizin, hayattayken kendi yaşadıklarıyla kalmayıp, bir de çocuklarının başına gelenleri gördükçe büyük yıkımlar yaşadığını tahmin etmek zor değildir. Ömrü resmi görevlerle geçen, milletvekili olmasına rağmen, kendisine emekli maaşı bile çok görülen Âkif, yine de kimseden bir talepte bulunmayacak karar onurlu ve izzet sahibi şerefli bir mücadele adamı, bir mütefekkir olarak hayatını tamamlamıştır.