İstiklâl Caddesi'nden aşağı
Kitap alırken içindekileri, arka kapak yazısını okumanın ve seçtiğimiz başlıkların altında öz süzen anlamlara bir göz atıp hâlelenen bir zihinle yürümenin tadı hayatın önemli tatlarındandır. Kitapların özgül ağırlığını hissederek İstiklal caddesine bakmak. Bu çok hareketli vesikalık resim albümünün sayfaları, kendiliğinden hızla çevrilirken karakteristik yüzlerin hikâyelerini yazarak... kendi yüzünü aramak.
Derken
mülteciliğini unutup, tıpkı yerleşikler gibi cazgır bir şekilde kavga
edebilenlere ve yanında yöresindeki çocuk halkına gözüm çarpıyor. İçimden;
ülkem dünyanın yetimhanesidir. Zalimlerin itip kaktığı kim varsa bahçemizin bir
kenarına ocak kurar, minderini atar. Gelememişse bir tas çorba uzatılır. Düzenli
düzensiz, teşekkür edilen veya küfür edilen bir merhamet illa sunulur. Yetimin
hakkına girene de umarım bir gün hesabı sorulur, diyerek ilerliyorum.
Neden
ben de kendimi bir yetim gibi hissetmekteyim? Misafirleri kıskanmış olabilir
miyim?
Ev
sahibi olduğum için, samimiyetten sürekli ertelenmişliğe itiraz mı geliştirmiş
kendince kalbim?
Derken
tabelaların biri değil, ikisinde rasgeldiğim için zihnen uyandığım o kelimeyi üçüncü
kez görünce; her şeyin başına "hakiki", "öz",
"has" kelimelerini çokça sahteleştiğimiz veya yıkıcı bir rekabet için
koymuş olabileceğimiz aklıma düşüyor.
Bu
arada -bugün ne günüydü?- diye alay ederek soruyorum kendi kendime. O günün
hangi kutlamaya tekabül ettiğini en son bilecek kişiyim. Bilse de aldırmayacak,
kılını kıpırdatmayacak ilk kişi… Vaktimizin nakit olduğu belletildiğinde kaç
yaşındaydık? Cebimize, cüzdanımıza ömrümüzü sığıştırmaya başlayalı ne kadar yıl
geçti? Vakit; harcanması gereken bir şeydi bir ezbere göre. Tabi sadece nakit
para kazanmak amaçlı harcanması gerekendi en başta… Ve hayatımızı nasıl
harcadığımız konusunda aklımızdan başka danışmadığımız akıl kalmamıştı...
Caddenin
bir kenarında “Bir çay alabilir miyim” dedikten sonra durmadı içim: Sahi
takvimimizi kim hazırlıyor? Ömrümüzü kim yönetiyor? Hangi gün kutlama
yapacağız?
Hangi
gün nasıl bir etkinliğe koşup etkisiz eleman olacağız?
Derken
çok farklı dünyadan iki tanıdık aniden masama oturdu. Yanımda kendimin olduğunu
görmediler. Kendimle koyu sohbetin ortasına hunharca daldılar. Nezaket hanım
dilimi koparacağına dair imalarla beni susturdu. Hatır sorduktan hemen sonra
şahsımı iktidar bölge temsilcisi konumuna koyma kabalığı ile içlerindeki
kavgayı özgürce masama döktüler. Çayımın içine dahi kaçtı kinleri. Neyse ki
biraz rahatlayıp kalktılar.
Böyle
politik cemaatler var bu ülkede. Durumları patolojik. Kendileri zararda ve
etrafa da zarar veriyorlar. Olmadığına inandığı Tanrı ile her "Allah'ın
günü"(seçimlere o kadar saygılıyım ki şeytanın günü mü deseydim) kavga
eden, yoksulluğa lanet okurken ölçüsüzce içen ve kendine, ekonomisine zararlı
olana, yaptığı fakirlik edebiyatına bakılırsa çok lüks tüketime de bir şekilde
para bulan ve insanlığın bütün değerlerine, kıymet verilen her şeye anlayamadığımız
bir kin ve kibirle küfredip duranlar güruhu... Onlar bütün üst güzellikleri
reddin yalnızlığı ile iyice koyulmuş bir aşağılık kompleksinin tepetaklak ters
dönmüş hali: kibrin somut temsilleri. Bir de bu güruhun içinde olan ve onları en
azından dengesizliklerinin dengesinde tutmaya çalışan, merhametli, sorgulayıcı
zihinler var ki, bu politik yobazlar onları da içlerinde barındırmıyor, en ufak
bir sorgulamada örümcek zihniyetlerinden “sokağa” atıyorlar. Tıpkı dini çok
iyi, en iyi temsil ettiğini sanan, hatta şahsı âlisini dinin sahibi sanan, bir
emlakçı gibi cennet anahtarlarını kemerinde sallandıran diğer yobazlar gibi…
Aman
neyse.
Bu
bembeyaz örtü kalkar kalkmaz bahar, bütün ergenliğiyle, bütün neşesi ve gelişi
güpgüzelliğiyle buralarda olacak. Melun bir hastalıktan yeni kurtulmuş gibiyiz.
Aman dikkatli olalım. Bu havalar da tekin değil. Bu çiçekler, bu rüzgar… Mecazi
aşk ta kalbin sıcak algınlığıdır. Tribal enfeksiyon. Genellikle bahar aylarında
görülür. Tedbirlerinizi alınız. Sağlık bakanlığından bu hastalığa dair bir
koruyucu tedbirler açıklaması bekliyoruz. Hiç birine uymayacağız ayrı konu.
Fakat ben sağlık bakanlığı bünyesinde olsaydım, aşkı uzun süren bir kalp krizi
başlığı altında incelemeye alır mıydım ki… Bir ara bir hastalık için doktor
sorduğunda; “Daha önce hiç kalp krizi geçirmiş miydiniz?” sorusuna, “Aşık
olmuştum, o sayılır mı?” dediğim vakidir.
Biraz
üşüdüm. Ama ne güzel üşümektir bu. Kendi varlığına uyanmak. Zihnin esnemeyi
bırakıp deli deli düşünmeye başlaması hali. Hem kimse korkmasın bahar geliyor
diye. Özellikle yaşını da başını almış olanlar… Aşkı süründürme sırası bizde...
Yaşını almış ta başını alamamış olanları bilmem. Belki onlardan biriyimdir, kim
bilir.
İçine
biraz üşüme-titreme katılmış çay iyiydi. Bir de şu aniden gemi olmak isteyen ve
ara sıra denize doğru yürüyüverecek gibi yapan şaşkın iskeleye bakarak mı
içsem?
Erken
uyandırılmış/çok uyanmış çocuk satıcılar iskelenin yanındaki kıyıdan
kıvılcımlarını denize vermiş genç aşıklara neler söylüyor. Duydum. Size de
söyleyeyim:
"İnşaallah
evlenirsiniz"
"Ablaa"
diyor yanındaki sevgilisine yan bakarak
"Şen
şen(sen dedi ama ben öyle seslendiriyorum) çok ünlü birine benziyosun. Hani bi’
filmde oynuyo ya?!" Tabi filmi asla hatırlamayacak, çünkü yok öyle bi’ film.
Bir
diğeri sevgililerden erkek olana sırtını, kıza yüzünü tam cephe dönmüş, yani
yanlış tarafa dönmüş vaziyette:
"Siz
çok yakışmışsınız, inşaallah hemen evlenirsiniz"