Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Mart 2022

İstiklâl Caddesi'nden aşağı

Kitap alırken içindekileri, arka kapak yazısını okumanın ve seçtiğimiz başlıkların altında öz süzen anlamlara bir göz atıp hâlelenen bir zihinle yürümenin tadı hayatın önemli tatlarındandır. Kitapların özgül ağırlığını hissederek İstiklal caddesine bakmak. Bu çok hareketli vesikalık resim albümünün sayfaları, kendiliğinden hızla çevrilirken karakteristik yüzlerin hikâyelerini yazarak... kendi yüzünü aramak.

Derken mülteciliğini unutup, tıpkı yerleşikler gibi cazgır bir şekilde kavga edebilenlere ve yanında yöresindeki çocuk halkına gözüm çarpıyor. İçimden; ülkem dünyanın yetimhanesidir. Zalimlerin itip kaktığı kim varsa bahçemizin bir kenarına ocak kurar, minderini atar. Gelememişse bir tas çorba uzatılır. Düzenli düzensiz, teşekkür edilen veya küfür edilen bir merhamet illa sunulur. Yetimin hakkına girene de umarım bir gün hesabı sorulur, diyerek ilerliyorum.

Neden ben de kendimi bir yetim gibi hissetmekteyim? Misafirleri kıskanmış olabilir miyim?

Ev sahibi olduğum için, samimiyetten sürekli ertelenmişliğe itiraz mı geliştirmiş kendince kalbim?

Derken tabelaların biri değil, ikisinde rasgeldiğim için zihnen uyandığım o kelimeyi üçüncü kez görünce; her şeyin başına "hakiki", "öz", "has" kelimelerini çokça sahteleştiğimiz veya yıkıcı bir rekabet için koymuş olabileceğimiz aklıma düşüyor.

Bu arada -bugün ne günüydü?- diye alay ederek soruyorum kendi kendime. O günün hangi kutlamaya tekabül ettiğini en son bilecek kişiyim. Bilse de aldırmayacak, kılını kıpırdatmayacak ilk kişi… Vaktimizin nakit olduğu belletildiğinde kaç yaşındaydık? Cebimize, cüzdanımıza ömrümüzü sığıştırmaya başlayalı ne kadar yıl geçti? Vakit; harcanması gereken bir şeydi bir ezbere göre. Tabi sadece nakit para kazanmak amaçlı harcanması gerekendi en başta… Ve hayatımızı nasıl harcadığımız konusunda aklımızdan başka danışmadığımız akıl kalmamıştı...

Caddenin bir kenarında “Bir çay alabilir miyim” dedikten sonra durmadı içim: Sahi takvimimizi kim hazırlıyor? Ömrümüzü kim yönetiyor? Hangi gün kutlama yapacağız?

Hangi gün nasıl bir etkinliğe koşup etkisiz eleman olacağız?

Derken çok farklı dünyadan iki tanıdık aniden masama oturdu. Yanımda kendimin olduğunu görmediler. Kendimle koyu sohbetin ortasına hunharca daldılar. Nezaket hanım dilimi koparacağına dair imalarla beni susturdu. Hatır sorduktan hemen sonra şahsımı iktidar bölge temsilcisi konumuna koyma kabalığı ile içlerindeki kavgayı özgürce masama döktüler. Çayımın içine dahi kaçtı kinleri. Neyse ki biraz rahatlayıp kalktılar.

Böyle politik cemaatler var bu ülkede. Durumları patolojik. Kendileri zararda ve etrafa da zarar veriyorlar. Olmadığına inandığı Tanrı ile her "Allah'ın günü"(seçimlere o kadar saygılıyım ki şeytanın günü mü deseydim) kavga eden, yoksulluğa lanet okurken ölçüsüzce içen ve kendine, ekonomisine zararlı olana, yaptığı fakirlik edebiyatına bakılırsa çok lüks tüketime de bir şekilde para bulan ve insanlığın bütün değerlerine, kıymet verilen her şeye anlayamadığımız bir kin ve kibirle küfredip duranlar güruhu... Onlar bütün üst güzellikleri reddin yalnızlığı ile iyice koyulmuş bir aşağılık kompleksinin tepetaklak ters dönmüş hali: kibrin somut temsilleri. Bir de bu güruhun içinde olan ve onları en azından dengesizliklerinin dengesinde tutmaya çalışan, merhametli, sorgulayıcı zihinler var ki, bu politik yobazlar onları da içlerinde barındırmıyor, en ufak bir sorgulamada örümcek zihniyetlerinden “sokağa” atıyorlar. Tıpkı dini çok iyi, en iyi temsil ettiğini sanan, hatta şahsı âlisini dinin sahibi sanan, bir emlakçı gibi cennet anahtarlarını kemerinde sallandıran diğer yobazlar gibi…

Aman neyse.

Bu bembeyaz örtü kalkar kalkmaz bahar, bütün ergenliğiyle, bütün neşesi ve gelişi güpgüzelliğiyle buralarda olacak. Melun bir hastalıktan yeni kurtulmuş gibiyiz. Aman dikkatli olalım. Bu havalar da tekin değil. Bu çiçekler, bu rüzgar… Mecazi aşk ta kalbin sıcak algınlığıdır. Tribal enfeksiyon. Genellikle bahar aylarında görülür. Tedbirlerinizi alınız. Sağlık bakanlığından bu hastalığa dair bir koruyucu tedbirler açıklaması bekliyoruz. Hiç birine uymayacağız ayrı konu. Fakat ben sağlık bakanlığı bünyesinde olsaydım, aşkı uzun süren bir kalp krizi başlığı altında incelemeye alır mıydım ki… Bir ara bir hastalık için doktor sorduğunda; “Daha önce hiç kalp krizi geçirmiş miydiniz?” sorusuna, “Aşık olmuştum, o sayılır mı?” dediğim vakidir.

Biraz üşüdüm. Ama ne güzel üşümektir bu. Kendi varlığına uyanmak. Zihnin esnemeyi bırakıp deli deli düşünmeye başlaması hali. Hem kimse korkmasın bahar geliyor diye. Özellikle yaşını da başını almış olanlar… Aşkı süründürme sırası bizde... Yaşını almış ta başını alamamış olanları bilmem. Belki onlardan biriyimdir, kim bilir.

İçine biraz üşüme-titreme katılmış çay iyiydi. Bir de şu aniden gemi olmak isteyen ve ara sıra denize doğru yürüyüverecek gibi yapan şaşkın iskeleye bakarak mı içsem?

Erken uyandırılmış/çok uyanmış çocuk satıcılar iskelenin yanındaki kıyıdan kıvılcımlarını denize vermiş genç aşıklara neler söylüyor. Duydum. Size de söyleyeyim:

"İnşaallah evlenirsiniz"

"Ablaa" diyor yanındaki sevgilisine yan bakarak

"Şen şen(sen dedi ama ben öyle seslendiriyorum) çok ünlü birine benziyosun. Hani bi’ filmde oynuyo ya?!" Tabi filmi asla hatırlamayacak, çünkü yok öyle bi’ film.

Bir diğeri sevgililerden erkek olana sırtını, kıza yüzünü tam cephe dönmüş, yani yanlış tarafa dönmüş vaziyette:

"Siz çok yakışmışsınız, inşaallah hemen evlenirsiniz"