İster inanın...
2011 yılında cereyan etmiş bir hadiseyi, yorumsuz, olduğu gibi aktarıyorum.
Yorgo Kırbaki, o zamanlar muhabiri olduğu gazetesine, Atina’dan şöyle aktarıyor:
Nafplion Festivali’ne katılan Türk ressam Hatice Kumbaracı Gürsöz’ün dağıttığı masa takvimindeki Anıtkabir’i Akropolis zanneden aşırı milliyetçi LAOS Partisi Milletvekili Velopulos, “Akropolis’in Türk bayrağı ve Atatürk siluetiyle resmedilmesi kabul edilmez” diyerek soru önergesi verdi.
Masa takvimindeki ‘Ata’ya saygı’ tablosunun fotoğrafı, Yunanistan’da aşırı milliyetçi çevrelerin büyük tepkisine yol açtı.
Aşırı milliyetçi LAOS Partisi Selanik Milletvekili Kiriakos Velopulos da, tablodaki Anıtkabir’i tarihi Akropolis mabedi zannederek parlamentoya soru önergesi verdi. Velopulos “Akropolis’in Türk bayrağı ve Atatürk siluetiyle resmedilmesi kabul edilmez” diyerek, İçişleri Bakanı’na hesap sordu.
Yunan milletvekilinin soru önergesi üzerine internetteki bloglarda, festivalde Türkiye’yi konuk ülke olarak çağırdığı için Nafplion Belediye Başkanı Panayotis Anagnostaras’a edilmedik hakaret bırakılmadı. Belediyeyi başkanı bloglarda ‘vatan haini’ ilan edildi.
Milletvekili Velopulos’un soru önergesi üzerine İçişleri Bakanlığı bir yazı ile belediye başkanından izahat istedi.
Gerçeğin anlaşılması gecikmedi.
Belediye Başkanı Anagnostaras sert bir açıklama yaparak, “Bir kimse Atatürk’ün mezarını görmemiş olabilir. Ancak Atatürk’ün mezarını Akropolis zanneden ya hiç Akropolis’i görmedi ya da Nafplion’da karışıklık çıkmasını isteyen hastalıklı bir beyindir. Birileri sütunlu her binayı Akropolis mi sanıyor” dedi.
Belediye Başkanı bununla da kalmadı. “Nafplion Festivali’nde “Türk müziği propagandası yapıldı” diye tepki gösteren milliyetçi çevrelere de “Türk sanatçılar yabancı bestecilerin de eserlerini seslendirdiler. Yoksa Mozart, Lizst, Beethoven Türk mü? Ya da Türk ajanı mı?” diyerek dalga geçti.
Gafının ortaya çıkması üzerine milletvekili Velopulos soru önergesini geri çekti.
Telefonla görüşülen milletvekili Velopulos, önce Türkçe olarak “Hoş geldiniz” der, ardından da Konya asıllı olduğunu söyler.
Mine Kırıkkanat
Mine Hanım, son günlerde pek hırçın, yırtınıyor, köpürüyor, saldırıyor, saydırıyor. Arkadaşları ile birlikte çok kinlilermiş!
Kime kinliler?
Davul kafalılara, göbeğini kaşıyan, kömürcü, makarnacılara(!)...
Yani...
Millete...
Mine Hanım, neden bu derece sinirli?
Çünkü, “saltanat”larını kaybettiler!
Artık, millet onlara kul olmayı kabul etmiyor!
Hani siz “Cumhuriyet” çocuğuydunuz?
Cumhuriyet, milletin iktidarı değil miydi?
Siz değil miydiniz, Cumhuriyetle, milleti, kulluktan vatandaşlığa yükselttik diyen?
Peki bu “saltanat aşkı” ne Mine Hanım?
Vatandaşlığa yükselttiğiniz millete neden kinlisiniz?
“Kinliler”, çünkü “Cumhuriyet”, kendi “saltanatları”ıydı.
Cumhuriyet”, lügatlerdeki “Cumhuriyet” anlamına gelmez onlar için...
“Cumhuriyet”ten anladıkları “kinliler” saltanatıdır.
“Cumhuriyet” içkilerini zevkle yudumladıkları, çıkar çarklarını döndürdükleri, malı götürdükleri, hep krema yedikleri tek parti zamanlarıdır.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” boş bir laftır, bir aldatmacadır.
“Millet”, egemen filan değildir, ”bidon kafalı” dır, millete ancak kin tutulur.
“Cumhuriyet” anlayışlarını; “Bizim onaylamadığımız hiçbir şeyi, istediği kadar çoğunluğu olsun devlet veya hükümet onaylayamaz” diye açıklamışlardı.
Bu şu demektir…?
“Cumhuriyet” bizim saltanatımızdır, İktidar kayıtsız şartsız biziz, milletin dediği olmaz, bizim dediğimiz olur.
Devlet te biziz, İktidar da biziz.”
Şimdi...
Millet, iktidarlarını, saltanatlarını ellerinden almışsa, Mine Hanımlar nasıl kızıp, köpürmesinler, nasıl kinlenmesinler?