İsteklerimiz imtihanımızın sebebidir
Çocukça bir şımarıklıkla büyüyor taleplerimiz bizimle beraber. Elde olanla yetinmek yerine hep daldakini istemenin sızlanmasını gösteriyoruz hayata karşı. Bu hayatın yeter noktasının nerede olduğunu bile unutmuş bir vaziyetteyiz. Yetinme duygusundan yoksunuz.
Hep dahası diye büyüyen bir ağaç boy vermeye başlamış içimizde. Dalları büyüyüp hayatımızı kuşatırken kökleri bütün damarlarımızı mesken tutmuş. Bu isyan “hep daha fazlası” telkinleriyle ruhumuzu işgal ederek ele geçirdikten sonra kurduğu hükümetini sürekli diri tutuyor içimizde. 'Hırs' dediğimiz bu duygu hastalıktan ziyade hasletimiz olarak kuşatıyor ruhumuzu.
Var olanla yetinmek, sadece ihtiyacı giderme duygularını unutalı bir hayli zaman oldu. Lüksü, şatafatı hayatımızın merkezine aldık. Yetinme yetisini unutarak ihtiyaçtan fazlasını alıp tüketerek ve israf toplumu haline geldiğimizi görmezden gelerek, bu durumun üstünü örtmeye gerek duymak bir yana, en ufak bir pişmanlık bile hissetmedik iç dünyamızda.
Nereden nereye geldik diye sormadan edemiyor insan. Aynı tabaktan hep birlikte yemek yediğimiz sofralardan herkesin ayrı tabağı, hatta ayrı sofrası olduğu günlere eriştik. Çocukluğumuzda “yokluk ile varlık” arasındaki ince çizginin üzerinde yaşarken şimdilerde “varlık ile yok oluş” arasındaki sınırı aşmak üzere olduğumuzu göremez olduk.
Yetinmekle yetinemez ve ihtiyaçlarımıza yetişemez olduk. Sonra da doyumsuzluğumuzdan şikâyet etmeye başladık. Önceleri lüks olarak bildiğimiz şeyleri şimdilerde hayatın vazgeçilmezleri olarak kendimizi inandırmaya belki de kandırmaya çalışıyoruz. Bir yerde durmamız gerekiyor.
Neyi, ne kadar çok istersen onunla imtihan olunacağı gerçeği yanı başımızda dururken bu kadar hırsın içinde onu dahi görmekten aciz hale geldiğimizin farkına varmadan yaşamaya devam ediyoruz. Kim bilir belki de hırs denilen bu şeyin hakikatin üstünü örtmek gibi bir yetisi vardır.
Bazen de değerlerimizin ve inandıklarımızın inşası için talepler oluşturduk hayatımızda. Geçmiş örneklerden ders alma gereği bile duymadan. Bazen evladımızla, bazen varlıkla, bazen de yoklukla imtihan oluyoruz.
Mesela Hz. İbrahim, oğlu ile imtihan oldu ve peygamber oluşu ve Allah’ın merhametine nail olması hasebiyle imtihanını verenlerden oldu. Onun imtihanının vesilesi olarak da bizlere kendimizin ve sevdiklerimizin canı mukabilinde kurban ibadeti vacip oldu.
Bazı imtihanların neticesi güzelliklerin vesilesi iken bazı imtihanlar da vardır ki, hakkıyla verilemezse sonu hüsrandır, nihayeti cehennemdir. O sebeple dikkatli olunması gerekir.
Sahihliği ile ilgili bazı kaynaklarda şüpheler olduğu söylense bile çıkartılacak ders olması hasebiyle güzel bir hikâye olarak anlatıla gelen, çoğumuzun işittiği “Salebe” olayı vardır. Kısaca değinmek gerekirse Medine döneminde Müslümanların maddi durumlarının zayıf olması nedeniyle bu durumu dert edinen Salebe, Peygamberimizin kendisi için dua etmesini ve kendisine çokça mal vermesini talep etmektedir. Peygamberimiz de “Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü eda edemediğin çok maldan hayırlıdır.” diyerek bu teklifi defaatle geri çevirmesine rağmen Salebe ısrar edince Peygamberimizin duasına mazhar olur ve kısa zamanda zengin olur. Lakin bir zaman gelir ki Salebe, Müslümanlara yardım etmek bir yana dursun, sahip olduğu malın zekâtını bile vermez. O en çok istediği şey imtihanı olmuştur ve bu imtihanı verememiştir diye rivayet olunur.
Sahihliği ile ilgili çeşitli rivayetler olan bu olaydan kendimiz için çıkaracağımız en güzel ders “Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü eda edemediğin çok maldan hayırlıdır.” hadisi olmalıdır.
“Hep dahası” ve “hep daha fazlası” gayesi ve hırsı ruhumuzda işgalini tamamlamadan ona karşı tevazu ve kanaat zırhımızla karşı koyalım.
Neyi ne kadar çok istersek onunla imtihan olabileceğimizi düşünerek elimizdekiyle yetinmeyi başarabilmek ve içimizde büyüyen hırs ağacını kökünden söküp atabilme umudunu içimizde diri tutalım.
İsteklerimizin imtihanımıza sebep olabileceğini unutmayalım.