Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.42
Gram Altın
2962.51
BIST 100
9146.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Eylül 2024

İşte yine eylül...

Bitmez tükenmez bir fısıltıyla geldi yine eylül... Saçımıza başımıza karıştı gazel... Sokakları istilâ eden yaz ıssızlığının yerini, eylülün canlılığı, doluluğu, hareketliliği aldı. Mektep ve iş kaçkınlarının, kalabalık okul çıkışlarını beklemelerine az kaldı. Okulu asıp, birilerinin çıkışını beklemediğimiz, yolunu gözlemediğimiz, volta atmadığımız için, bunları yapanı saran duygunun nasıl olduğunu bilemeyiz. Ama bazen, kızın yolunu gözleyen başkalarından, yaptıkları bu hareketin karşılığında dayak yediklerine şahit olmuşluğumuz vardır.

Kimi tek başına, kimileri ise gruplar halinde dolaşırlardı okulların dağılma vaktinde bunların... O yaşlar için, kendini bilerek bir gençlik aşkı yaşamak belki gereklidir. Ne var ki, ömrün o döneminde bunu becerebilen o kadar azdır ki... Şimdilerden ise, belki hiç gerek yok söz etmeye... Çünkü işin tadını kaçırdılar.

Boynunu bükerek arkasından yürümek, utana sıkıla onu gideceği muhite kadar, uzaktan ve buğulu gözlerle takip etmek... Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayalin ardından koşmak gibidir bu... Eylül’ün yolunu bunun için gözleyenler bile vardır herhalde...

Bazı zamansız gelen konuklar gibi, çoğu zaman Eylül de zamansız düşer toprağımıza... Her yıl bir öncekinden daha çabuk geldiğini sanırız. Halbuki o dünya kurulalı beri hep vaktinde gelir. Bizse havadaki sıcaklığa, yapraklarını vermemekte direnen ağaçlara bakarak, Eylül’ün bu yıl da yine vakitsiz geldiğinden söz açarız.

Fakat o, yine yapacağını yapar ve biz yazdan kalan üç beş sıcak günle avunmaya çalışırken, gücünü, kuvvetini ve geldiğini etrafa göstermek için, eser, savurur, toz duman içinde bırakır ortalığı... İşte o an daha iyi anlarız ki duygu dünyamızdaki, daha doğrusu şair ve yazarların dünyasındaki yeri bambaşka, kendine has olan Eylül ayı ve de hazan mevsimi gelmiştir. Ve anlayışsızlığımıza kızarak, gösterdiği davranışla bize sitemler yağdırmaktadır. Lisan-ı hâliyle "Anlayın artık ben geldim. " dercesine...

Bazen de amansız acılarla düşer koynumuza eylül... Hayatın ona benzeyen bölümünü yaşayan bbirilerini ve tabii başkalarını da alır götürür aramızdan... Ama ne hikmetse, şuârâya mensup olanlar, bu gidişlere daha çok eylül ayı gelince kayıt düşmüşlerdir. Yoğun bir hatıralar demeti bu ayda daha çok başlarına üşüşünce, onlar da şiirin efsunlu güzelliğine kapılmış yüreklerini, yine onun havasıyla teselli etmeye çalışmışlardır. Yazarak rahatlamak ve belki de yazarak geleceğe bir şey bırakmak için olsa gerek.

Onlar bu ayda, kalplerinden geçeni mısralara döküp, güneşin solan güzelliği ve yazdan kalan günlerden sözederken, hüznü çağrıştıran sarı ve solgun yapraklara mısra dizerken, başkaları için eylül, kışa hazırlık ve bir takım tedbirlerin alınacağı aydır.

Şair ve yazar takımı, birçok şeyi bahane edip yazdıkları gibi, Eylül de yazmaları bir için bir bahanedir.” şeklinde düşünebilir bazıları... Onlar nasıl düşünürse düşünsün, böyle bir meşgale için zaman harcamak pekte kötü olmasa gerek. Şair Cahit Külebi, Türkçe’nin o eşsiz kullanıcısı da buna inandığı için yazmış ya "Güz Yorumu" adlı şiirini:

Hava bugün de bulutlu

Rüzgâr daha serin esecek.

Bütün insanlar umutlu,

Şairler mahzun gezecek.

(…)

Bu şiiri yazan, caddelerde

Seninle baş başa yürüyecek.

Gelip geçenler, yağmur altında

Bu adam tek başına ne geziyor, diyecek.

Yapraklar yollara dökülecek.”

Ne yazık ki, kuşlara ve çocuklara da çok tesir eden bir aydır Eylül ve sonrası... Biri bahçelerini yitirecektir, diğeri oyunlarını. Kuşlar ise, büzülüp kalacaktır sokaklarda ya da bulabildiği bir kovukta... Yine yapacağını yapacaktır Eylül... Çağrışımları derin, anlatacakları çok olan eylül... Hilmi Yavuz'un mısralarıyla...

eylül... kırılgan mevsim!

canı hançeri güzün

dağılırdı kalbimde

birden gecenin ve gündüzün

perdesiyle örtülürdünüz

tenhayla ve tül

dolardı içim... eylül!

Sadece Eylül mü unutuluştur, terkediştir, aldanıştır, aldatıştır, bırakıp gitmedir, ötelere uzanmadır. Elleriyle gölgeleri kavramadır. Ve acıdır. Ve hüsrandır. Aslında bütün bunları belirleyen hep ama hep o Sultan’dır. Ve hep O’nun bildiği zamandır. Özdemir İnce'nin mısralarıyla; “Çünkü hayatın dört mevsimi/Ve dört fatihi vardır,/Hepsi ölüme ötekinden yakındır.

Biz ki nice eylüller yaşadık, bilemedik yine de kıymetini... Sadece onun mu? Hangi ayın, hangi günün, hangi anın kıymetini bildik ki... Gerektiği gibi ne insana kıymet verebildik ne de zamana... Her ikisi de ancak gidince, elimizden uçunca, arkalarından yalnızca üzülmeyi becerebildik. Gelmeyişlerine... Gelemeyecek oluşlarına...

Barış Manço'nun kırkıncı sanat yılı için bestelediği müziği sayısız kere başa alıp dinlerken içimize düştü bu melânkoli... Ve yazıya dönüştü. Ama istiyoruz ki, eylülün getirdiği hüzün için değil, sevginin büyüsü ve fedakârlığı için yazılmış bir şiirle bitsin bu yazı... Okuyun ve "Armağan" edin sizde Şükran Kurdakul'un bu şiirinde geçenleri sevdiklerinize...

Bunca yıl çok ışık birikti avuçlarımda

Senin olsun

İsimler sevgi dokuyan ellerimden

Bunca yıl şiirin, kardeşliğin, kavganın

Has bahçelerinde yarattım bu gerçeği.

Sabrım senin olsun /Aşkım senin olsun (…)

Biz ki acılar döneminden

Ellerimizi kirletmeden geçtik

Direncim senin olsun

Sevgim senin olsun.