İstanbul'un Kültürel Yüzü'ne Bakış
Hiç kimse hafta sonları artık eskisi gibi serbest bir şekilde gezip dolaşamıyor. Salgın dolayısıyla alınan tedbirler çerçevesinde böyle davranılması da son derece doğru. Ben de İstanbul’un Kültürel Yüzü kitabında merkeze alınan bu üç tarihî semtimizi, Beyazıt, Sultanahmet ve Cağaloğlu’nu anlatmaya çalışacağım. 1978’den bu yana, tam 43 yıldır yollarında yürüdüğüm, çevrelerinde dolaştığım bu semtlerin üstümüzdeki kültürel etkisini kısa bir yolculukla dile getireceğim. Aslında eskiden Suriçi denilen, bugün ise Fatih ilçesinin sınırları içinde bulunan neredeyse bütün semtler, buram buram tarih kokuyor. Camileri, medreseleri, çeşmeleri, sebilleri, hanları, hamamları, hazireleri, çınarları, çarşıları ve diğer tarihî eserleriyle bölge, âdeta bir açık hava müzesi gibidir.
Edebiyat Fakültesi’nde okurken sahalarında üstat olan mümtaz hocalarımız vardı. Ve onların yönlendirdikleri irfan müesseseleri ayaktaydı. Fakültede Türk dili, tarihi ve edebiyatı, mükemmel hocalar tarafından biz talebelere öğretiliyordu. Fakültenin hemen yanı başındaki Türkiyat Enstitüsü, bir bakıma hem aradığımız eseri bulup okuduğumuz bir kütüphane, hem de çalışma mekânımızdı. Bulunduğumuz semt, dört bir koldan kütüphanelerle donatılmıştı. Süleymaniye semtine uzananlar büyük mabedin dibindeki tarihî Süleymaniye Kütüphanesi’nde yazma eserlere ulaşabiliyordu. Ondan önce ise İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, mevcut olan kültürel ihtiyacımızı karşılıyordu. Burada bulamadığımız kitapları ise biraz yürümeyle meydanı aşıp Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde temin edebiliyorduk.
Kültürle Çerçevelenmiş Tarihî Meydan
Beyazıt Meydanı herhâlde dünyanın en şanslı meydanı. Zira çepeçevre kültürel mekânlar ve eserlerle bereketlenmiş talihli bir alan. Caddeden bakacak olursak hemen solunda eskiden Belediye Kütüphanesi olan sonradan Hat Müzesi’ne dönüştürülen bir irfan yuvamız var. Arkasında üniversitenin kütüphanesi bulunuyor. Meydan, sırtını üniversitenin tarihî binasına emin biçimde yaslamış. Solunda Türkiye’nin ve dünyanın en zengin kitap hazinelerinde biri olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi. Yanı başında zarif mabetlerimizden Beyazıt Camii ve Haziresi… Caminin kenarından Sahaflar Çarşısı’na geçiyorsunuz. İlim ve irfanla hemhâl olmuş, ömürlerini yazarlar, sanatkârlar ve akademisyenler arasında geçirmiş şanslı sahaflar dizili… Zarif çarşının ortasından yürürken sağlı sollu kitapçılara ve sahaflara rastlıyor, onları muhabbetle ve hürmetle selamlıyorsunuz.
İnsaflı, Merhametli ve Vicdanlı Sahaflar
Her bir sahafın heybesi ve zihni bilgi yüklüdür. Kalbi yumuşaktır ve merhamet yüklüdür. Öğrencilik yıllarımızda hem meydandaki kitap sergilerini gezer kitap alırdık, hem de sahaf dükkânlarındaki eserleri karıştırırdık. Eski zamanlara vâkıf olan sahaflar, çok hoşgörülüydü. Meselâ Necati (Alpas) Amca’yı çok severdik. Derslerimizde lâzım olacak edebiyat tarihlerini bize ucuza verirdi. Paramız çıkışmazsa, “Sonra getirirsiniz.” derdi. Sahaflar’ın altında Hakkı Tarık Us Kütüphanesi’nde süreli yayınları bulurduk. Aradığımız gazetelerin ve dergilerin tamamı mevcuttu. Ve tabii ki muhteşem Kapalıçarşı… Çarşıdan ana yola çıktığımızda karşımızda bir kitap çarşısı daha vardı. Yaklaşık 30 yıl boyunca halkımıza hizmet eden, 50’nin üzerinde kitapçısı ve yayıncısı bulunan bu zemin mekânda genelde dinî yayınlar satılırdı. Sadece dinî neşriyat değil, kültürel kitaplar, tarihî eserler de bulunurdu. Biz meraklı gençler, bu çarşıda birkaç yere uğrardık ama en çok Enderun Kitabevi’ne takılırdık. Zira bize lazım olan tarih, edebiyat, kültür, sanat kitaplarını genelde orada bulurduk. Enderunî İsmail Beye rahmet diliyorum.
Marmara’nın Son Demleri
Meşhur Marmara Kıraathanesi’ne yaşımız gereği yetişemedik. İsmini duyup da uğradığımızda bu muazzam kültür mahfili artık son demlerini yaşıyordu. Bir meraklı arkadaşımla gittiğimizde ise tek tük birkaç büyüğümüz kalmıştı. Onlar da sonradan ayaklarını kesmişti. Zira efsanevi Marmaratörler, daha ziyade 60’lı ve 70’li yıllarda bu mekânı şenlendirmiş, ilim, irfan, tarih ve tasavvuf sohbetlerinde bulunmuşlardı. Aralarında Necip Fazıl Kısakürek, Muzaffer Ozak, Mükremin Halil Yinanç, Ziya Nur Aksun, Sezai Karakoç, Ahmet Nuri Yüksel, Üstün İnanç, Mehmed Niyazi, Erol Güngör, Mehmed Çavuşoğlu, Reşat Şen, Teşkilat Refik ve daha birçok büyüğümüzün iştirak ettiği bu kutlu sohbetlerde neredeyse konuşulmayan mevzu olmazmış. O müstesna mevzuları ve hatıraları, bugün biz ancak ikisi de merhum olan aziz yazarlarımız Mehmed Niyazi’nin Dâhiler ve Deliler ile Ahmet Güner Elgin’in Marmara Kitabeleri kitaplarında bulabiliyoruz. Cem Sökmen ise Marmara Kıraathanesi kitabında, bu irfan meclisine devam edenlerle yaptığı görüşmeleri bir araya getirdi.
Kubbealtı’ndan Erenlere Yol Gider
Beyazıt ile Sultanahmet hatta uzatırsak Aksaray ile Sirkeci arası, tam bir kültür havzasıdır. Burada pek çok kitabevi, kütüphane, kıraathane, dernek, vakıf ve cemiyetler ile mahfiller vardır. Marmara’nın saltanatlı dönemine yetişemedik ama Kubbealtı Sohbetleri’ne iştirak ettik. Zaten hocalarımız da buraları tavsiye ediyor ve katılmamızı istiyorlardı. O zaman Kubbealtı Cemiyeti, şimdi Karamustafa Paşa Medresesi’nde hizmet veren İstanbul Fetih Cemiyeti ile birlikte aynı mekânı kullanıyordu. Cuma akşamları Türkiye’nin tanınmış âlimleri, şairleri, yazarları, tarihçileri, tasavvuf hocaları, devlet adamları, mütefekkirleri burada dinleyicilere hitap ediyordu. Hatırladığım kadarıyla Cemil Meriç, Tahsin Banguoğlu, Ahmed Yüksel Özemre gibi isimlerle hocalarımız Mehmet Kaplan, Muharrem Ergin ve Faruk Kadri Timurtaş’ı burada dinlemiştim. Yeniçeriler Caddesi’nden devam edersek az ileride solda Çorlulu Ali Paşa Medresesi vardı. Oranın çay bahçesinde ise yine düşünce, kültür ve sanat çevreleri buluşuyordu. “Erenler” adı verilen bu sohbet meclisleri de istifadeli geçiyordu.
Klasik Türk İslam Sanatlarına Rağbet
Yanı başında İLESAM’ın hizmet verdiği medrese, yine Çemberlitaş’ta daha sonra Köprülü Medresesi’ne yerleşen, binayı restore edip hizmet veren Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı, bu faaliyetlerin odağındaydılar. Kubbealtı’nda sadece sohbetler yapılmıyor, Klasik Türk İslam sanatları da isteklilere ve meraklılara öğretiliyordu. Ki bu gelenek hâlâ devam ediyor. Vakıf ayrıca konserleri ve neşriyatıyla da dikkat çekiyordu. Divanyolu Caddesi üzerinde bugün üç yerde daha hizmet veriliyor. II. Mahmud Türbesi’nde İstanbul Türkocağı, Kızlarağası Medresesi’ne Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi ve Cevri Kalfa Medresesi’nde Türk Edebiyatı Vakfı… Çatalçeşme Sokağı’nın başındaki ESKADER ile birlikte bu dört müessese, dünden bugüne kültürel faaliyetlerini ve hizmetlerini aşk ve şevkle sürdürüyorlar.
Gazete ve Dergi Meşheri: Bâbıâli
Bâbıâli hakkında bugüne kadar pek çok yazı yazdım. Osmanlı’nın son döneminde siyasetin merkezi olan ve bugün Başbakan’a tekabül eden Sadrazam’ın oturduğu Bâbıâli binası, (Valilik), semte adını vermiştir. Her ne kadar Ankara Başkent olduktan sonra Cağaloğlu’nun bu siyasi havası kaybolmuşsa da bu sefer basının ve yayın dünyasının merkezi olmuştur. 1980’lerde birçok gazete henüz Cağaloğlu’ndan ayrılmamış, uzaklara taşınmamıştı. Hürriyet, Milliyet, Günaydın, Cumhuriyet gibi gazeteler semtteydi. Daha sonra hepsi taşındı. Son olarak Anadolu Ajansı da terk-i mekân etti. Bugün birkaç ilan gazetesinin dışında semtte gazete yok. Ama yayınevleri daha sebatkâr çıktı. Bir kısım yayınevleri uzak semtlere taşınsa da Bâbıâli’yi bırakmayan sadık yayıncıların sayısı az değil. Şüphesiz bu naşirlerin sayısı, eskiye göre bir hayli az. Ne var ki, semtin turizme kayması ve birçok İşhanı’nın otele dönüşmesinden sonra yayıncılar da artık kendilerine yer aramaya başladı. Ankara Caddesi üzerinde bulunan kitabevlerinin sayısında, ciddi düşüş oldu.
Bâbıâli’ye Ağıt Ve Güzelleme…
İşte bu hüzünlü göçün yaşandığı sıralarda editörlüğünü Cevat Özkaya’nın yaptığı ve İstanbul Ticaret Odası Yayınları arasında çıkan İstanbul’un Kültürel Yüzü kitabı önemli bir boşluğu doldurdu. İTO Başkanı Şekib Avdagiç’in takdim ve Cevat Özkaya’nın Önsöz’ünden sonra yazar, yayıncı ve araştırıcıların yazılarını okuyoruz. Tarihe tanıklık eden seçkin ve değerli imzalar: Ahmet İyioldu, Ebubekir Erdem, Turan Türkmenoğlu, Ali Kemal Temizer, Necmettin Turinay, Dursun Gürlek, Beşir Ayvazoğlu, D. Mehmet Doğan, Mustafa Kirenci, Mehmet Varış, Necdet Subaşı’nın yazılarını dikkatle okudum. Büyük boy basılan ve belgelik orijinal fotoğraflarla süslenen kitapta Fahri Aral, Metin Önal Mengüşoğlu, Kurtuluş Kayalı, Necati Mert, Cihan Aktaş, Ali Ayçil, Necip Tosun, Alpaslan Durmuş, Ayşe Olgun, Tahsin Yıldırım, Hanifi Kayan, Ercan Yıldırım ve Mehmet Tevfik Ekiz’in de yazıları var. İsmini zikrettiğim ve adını anamadığım diğer kalem erbabı, yazılarında Bâbıâli’deki hızlı değişime şahitlik ediyorlar. Zaman zaman hüzünlü ifadelerde dillendirilen bu değişim ve dönüşümün hazin hikâyesi, bize hicranlı anlar yaşatıyor. Bazı yazarlar ise şehirlerin tarihlerinde bu tür değişikliklerin olabileceğini ama en azından bazı mekânların korunabileceğini hatırlatıyorlar. Mesela, Cağaloğlu’nda Çatalçeşme Sokağı’nda “Kitap Sokağı” projesinin ihmal edilmeden hayata geçirilmesinin lüzumuna değiniyorlar.
Yaşanmış Hatıralara Keyifli Yolculuk
Kitabın bütününe baktığımızda, hem siyaset tarihimiz, hem basın tarihimiz, hem de yayın tarihimiz hakkında çok önemli ve hayati değerlendirmelerin yapıldığını görüyoruz. Sadece gazeteler değil, dergilerin de serencamı anlatılıyor bu yazılarda. Ve yaşanmış hatıralara yolculuk yapılıyor. Gazeteci veya yayıncı olanlar, mesleklerini icra ederken yaşadıkları ilginç olayları, unutulmaz anıları okuyucularıyla paylaşıyorlar. Hakikaten ibret alınması gereken anlamlı anekdotlar var. Ben 414 sayfalık kitabı okudum, neredeyse bütün sayfalarının altını çizdim. Kitap kırmızı renge büründü. Zira Türkiye’de fikir, kültür, sanat ve medeniyet dünyamızın merkezi olan semtler anlatılıyor. Gazeteleriyle, dergileriyle, kütüphaneleriyle, vakıflarıyla velhâsıl tarihî ve kültürel kurumlarıyla âdeta 200 yıllık bir geçmişe ışık tutuluyor.
Ellerine, Yüreklerine ve Gönüllerine Sağlık
Sadece Marmara Kıraathanesi hakkında yazılanlar ayrı bir kitabı oluşturabilir. Keza Turan Türkmenoğlu, sahaflığın bilinmeyen birçok yönünü bize aktarıyor. Benim yazımın başlığı: “Bâbıâli Bir Efsanedir Hâlâ İçimizde Yaşattığımız.” İstanbul’un Kültürel Yüzü’nde mühim tespitler, tahliller ve tavsiyeler var. Şehrin özgün, sivil tarihi. Kaynak bir şaheser. Meraklı bütün okuyucularıma tavsiye ediyorum. İsrafil Kuralay Beyi, Yayın Kurulu üyelerini, bu hayra vesile olanları kutluyorum. Ellerine, yüreklerine sağlık. İnşallah bundan sonra Fatih, Eyüpsultan ve Üsküdar’ı okuruz.