İstanbul'un kalbinde vandalizm!.
Vefa gereği,Vefa’nın sokakları arasındaki hazinelerimizin izini sürmeye devam ediyoruz.
Vefa; Fatih Hacı Kadın Mahalllesi’nde bulunan Şeyh Ebûl VefâCami ve Türbesi’ne uğrayanları Mimarbaşı Sinan’a, Kanûnî Sultan Süleyman’a ve çağları aşarak bizlere miras kalan ulu mâbed Süleymaniye’ye götüren caddenin ismidir. Dostlarla kucaklaşma, berzahtakilerle dualaşma, Allah’a yakınlaşma menzili.
Menzile
ulaşmadan ilim ve edeb gerek. Osmanlı geleneğinde kütüphaneler bir külliyeye
bağlı olarak inşa ve ihya edilirdi. Fakat bunun iki istisnası vardır. İlki 1678
yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın oğlu Köprülü
Fazıl Ahmet Paşa tarafından tamamlanan ve bağımsız binaya sahip ilk
kütüphane olan Köprülü Kütüphanesi,
diğeri ise Sultan1. Mahmud döneminde
başdefterdarlık yapmış, divan sahibi şair Âtıf
Mustafa Efendi tarafından 1741’de kurulan Âtıf Efendi Kütüphanesi’dir.
Âtıf Mustafa Efendi,
iyi bir defterdar, iyi bir şâir, iyi bir hattat, iyi bir kütüphane kurucusu olmanın yanında,
aynı zamanda iyi bir maliyecidir. Osmanlı Devleti’nin maliyecilerinden olan
Âtıf Mustafa Efendi zamanında malî ödemeler hicrî takvim esasına göre
yapılıyordu. Bu sebeple her 33 yılda 1 yıl fazla ödeme yapılıyor, bu ise hazine
giderlerinin önemli miktarda artmasına yol açıyordu. Bu hususta yaptığı
çalışmayla âdeta reform yapan Âtıf
Mustafa Efendi, maaş ve ücretlerin Muharrem’den değil, 1152 (1740) yılında
Mart’tan İtibaren ve Şemsî yıl hesabına göre verilmesini sağlamıştır. Bu
uygulamayla birlikte devlet büyük bir zarardan kurtarılmıştır.
İstanbul’un
eski ev mimarisi ve Türk Barok üslubunun en güzel örneklerden olan Âtıf Efendi Kütüphanesi binasının okuma
salonu girişinde yer alan mermere yazılı 1741 tarihli vakfiyede, kütüphanenin
çalışma kuralları ve kütüphaneden nasıl yararlanılacağı ayrıntılı bir şekilde
açıklanmış.
Özetle;
vakfiyeye göre kütüphaneciler istidatlı, dindar kişiler arasından seçilecekler,
hizmetlerini kendileri yapacaklar, görevlerini vekillere bırakmayacaklardır.
Kütüphanenin yanında yaptırılan evlerde oturmaları şart koşulan hâfız-ı
kütüblerin haftada 5 gün (Salı ve Cuma dışındaki günlerde) sabahtan akşama
kadar görev başında bulunmaları gerekmektedir. Hâfız-ı kütübler,
kütüphaneciliğin dışında, kütüphanede cemaatle kıldırılacak namazlarda imamlık,
müezzinlik de yapacaktır. İstinsah (kopyalama, çoğaltma) ve istifade için
kütüphaneden rehin karşılığında bile kütüphaneden kitap çıkartılmayacaktır.
BİNLERCENÂDİDE ESER OKUNMAYI BEKLİYOR
Kurulduğunda
2 bin 857 adet kitaba sahip olan Âtıf Efendi Kütüphanesi’nde, Darphâne-i Âmire
Başkâtibi Hacı Ömer Efendi,
Şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi
ve Mehmet
Zeki Pakalın’ın da bağışladığı kitaplarla birlikte, birçok eserin tek veya
nâdir nüshalarının yanında önemli sayılabilecek sayıda müellif hattıyla
yazılmış veya meşhur âlimler tarafından istinsah edilmiş nâdideeserler yer
alıyor. Kütüphanede Âtıf Mustafa Efendi, Mehmet Zeki Pakalın koleksiyonlarından
oluşan 12 bin 660 eserle birlikte binlerce nâdide kitap bulunuyor.
Burada
görevlendirilen hâfız-ı kütüb ve şeyhü’l-kurralar, asırlarca kütüphanecilik
görevlerinin yanında cemaatle kılınacak namazlarda imamlık ve müezzinlik
yaparak kapılarından içeri girenlerin hem dimağını hem de gönlünü donatmış.
Geçtiğimiz
yıllarda büyük bir restorasyona tâbi tutulan Âtıf Efendi Kütüphanesi aynı
ruhla, yıllara meydan okuyan vakarıyla Vefa Caddesi’nin üzerinde hâlâ dimdik
ayakta duruyor.Âtıf Efendi Kütüphanesi, Yeni Nesil Depolama Sistemi’yle Süleymaniye
Yazma Eser Kütüphanesi’ne bağlı olarak hizmetvermeye devam ediyor.
BİR EMANET BU KADAR MI SAHİPSİZ
OLUR!..
Bu
ilim ve bilime hizmet eden bilgelik mekânının önünden geçip, birkaç adım
attığımızda vefasızlık ve vandallığın iç acıtan, yürek burkan yüzüyle
karşılaşıyoruz. Önümüzü Rehâbula Kadın Sebili
ve Hazîresi kesiyor. Maalesef burası Âtıf Efendi Kütüphanesi kadar şanslı
değil.“Bir emanet bu kadar mı sahipsiz
olur, bu kadar mı hırpalanır, bu kadar mı vandalizme kurban edilir?..”
sorusunu sorduktan sonra kimliksizleştirilen, Rehâbula Kadın Sebili ve Haziresi’nin kenarında öylece
kalakalıyoruz.
Vefa’da
Âtıf Efendi Kütüphanesi’nin karşısında, Vefa Caddesi ve Sarı Beyazıt
Caddesi’nin kesiştiği noktada kaderine terkedilmiş yapılardan birisi de Rehâbula Kadın Sebili ve Hazîresi.
Çöplüğü andıran görüntüler arasında bakımsızlıktan yıkılmaya, yok olmaya yüz
tutmuş yapı, Sultan 3. Mehmed’in nedimlerinden Şahkulu Mehmed Efendi’nin hanımı olan Rehâbula Kadın tarafından
yaptırılmış.
Sebilin
inşa tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, bânisi Rehâbula Kadın’ın mezar
taşındaki 1734 tarihi, sebilin inşa tarihi olarak kabul ediliyor. Sebil, çokgen
planlı, üç pencereli, köşeli, lokmalı demir parmaklıklı, küfeki taşlı oluşu ve sâde
mimarisiyle dikkat çekiyor. Yapı, 16, 17 ve 18. yüzyıla dair karekteristik
özellikler taşıyor. Üstü kubbe ile örtülü olup kitabesi olmayan sebil, 1972
tarihinde aslına uygun olarak yenilenmiş.
Bu
civarda Şah Kulu Mehmed ve Bula Hatun Mektebi adıyla bilinen bir mahalle
mektebi bulunmaktaymış. Hazîrede medfun bulunan Şah Kulu Mehmed Efendi’nin
mezar taşında “Sahibü’l-hayrat/ve’l-hasenat
bânî-i/mekteb merhum/ ve mağfurun leh Şâh/Kulu Muhammed Çelebi/ruhuna
Fatiha/sene1147/ta’mir-i sânî 1233” ifadelerine yer verilmiş.
Bir
zamanlar Vefa Caddesi’nden yürüyen, Sarı Selim Caddesi’nin dik yokuşundan çıkıp
sebilin başında nefeslenip âb-ı hayat suyundan içtikten sonra bânisine rahmet
okuyup yollarına revân olurmuş.
OSMANLI, SU MEDENİYETİNİ SEBİLLERDE
SEMBOLLEŞTİRMİŞ
Türklerin
hayırseverliğe ve temizliğe verdiği önem, su tesisleri, sanat ve mimarilerine
de yansımış. İstanbul’un kalbi yarımadada neredeyse her adımda karşılaşılan sebiller,
asırlarca sosyal dayanışma ruhunu yansıtmakla kalmayıp, “Su gibi azîz ol”terennümünün duaya dönüşmesine vesile olmuş. Rüstem
Paşa, Hüsrev Kethüda, Divanyolu Mehmed, Çarşıkapı Mehmed Ağa, Mimar Sinan, Koca
Sinan Paşa, Kuyucu Murad Paşa, Damat İbrahim Paşa, Ayasofya, Nuruosmaniye,
Hamidiye, Muradiye, Yeni Cami, Sultanahmet Cami, 3. Ahmed Çeşme Sebilleri bunlara
birkaç örnektir.
Sadece
Türk mimarisine özgü olan sebiller, bir külliyenin içinde veya yapının ya da
bağımsız olarak inşa ve ihya edilmiş.Osmanlı su mimarisinin zarif sanatsal
eserleri sebillerin önlerindeki pencerelerinden dışarıdaki halka haftanın bazı
günlerinde rutin olarak “fî sebîli’llâh” (Allah yolunda, Allah rızası için) şerbet,
bazı günlerinde su ikram edilirmiş.
İşte
bunlara örnek olarak inşa edilen Rehâbula
Kadın Sebili ve Hazîresi vandalizmin pençesinde can çekişiyor.
SEBİL SEBİLLİKTEN, HAZÎRE
HAZÎRELİKTEN ÇIKMIŞ!..
Molla
Gürani, Ekmekçizâde Ahmed Paşa, Cenderecizâde Muhyiddin Çelebi, Arpa Emini
Mustafa Efendi, Hızır Bey, Sarı Beyazıt ve Rehâbula Kadın Hazireleri âdete
misafir ettikleri 1200’den fazla insanla “Vefa’nın
Cennet Bahçeleri” gibidir. Osmanlı’da külliye, cami, mescit, tekke gibi dini
yapıların avlularında yer alan hazîreler olduğu gibi bu yapılardan bağımsız
olanlar da vardır. Bu hazîrelerden birisi de Rehâbula Kadın Hazîresi’dir.
1743 senesinde
vefat eden Rehâbula Kadın, bânisi
bulunduğu sebilin hazîresine defnedilmiş. Sebilin her iki yanında bulunun yığma
duvarla çevrili hazîrede 1734-35 /1833-34 tarihleri arasında defnedilmiş13 adet
mezar taşı tespit edilebilmiş. 9 erkek ve 3 kadın kabrinin yer aldığı hazîrede
medfun kişilerin arasında akrabalık ilişkilerinin de olduğu tespit edilmiş.
Hazîrede
var olduğu bilinen kabir taşı ise maalesef günümüze ulaşmayı başaramamış. 1971
onarımı sonrası geçirdiği yangının ardından harap olan yapı, 1972 yılında
aslına uygun olarak yenilenmiş. 2020 yılında ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı tarafından “önleyici koruma” kapsamında temizlik ve bakım çalışmaları yapılmış.
Fakat
bu bakımdan kısa bir süre sonra hem sebil, hem de hazîre bir kez daha kaderine
terkedilmiş.Zarafeti yansıtanhotoz başlıklı kadın mezar taşlarının da bulunduğu
hazîre yeni vandallıklarla sahne olmuş. Mezar taşlarının bir kısmı kırılmış,
bir kısmı ise sağa sola savrulmuş. Sebil ve hazîrenin içi pislikten mezbeleliğe
dönüşmüş.
Şimdilerde
sebil sebillikten, hazîre hazîrelikten çıkmış!..
Camları
kırılan, demirleri sökülen sebilin içi pislik ve çöplükten geçilmezken,
hazîrenin altında ölüler, üstünde ise diriler yatıyor. Hazîrenin kırık taşları
arasına yatağı atan evsizler, burada Haliç’e karşı beş yıldızlı otel keyfi
yaşıyor!..
*
Kaynaklardan
edinilen bilgilere göre hazîredekilerin tamamı bilinmemekle birlikte, Rehâbula Kadın, Rehâbula Kadın’ın eşi Şah
Kulu Mehmed Efendi, Kîsedâr Emin Efendi ile oğlu Ahmed Rıza, Nûri Efendi,Hacı
Mustafa Halimi Efendi’nin kızı Fatımatü’z-Zehra Hanım, Fatmatü’z-Zehra Hanımın
annesi Râbi’a-i Adeviyye Hanım, Ayşe Hanım, Hasan Şevki Efendi, Muhammed Emin
Ağa, Muhammed Salih Efendi, Mehmed Râşid Efendi, Ahmed Rıza, Emin Efendi’nin
medfun olduğu tahmin ediliyor.
ECDAT YADİGÂRI EMANETLER VANDALİZMİN ESARETİNDE!..
İstanbul’un
kalbi Süleymaniye’de Osmanlı mimarisinin en nâdide eserlerinin tâbi tutulduğu vandalizm,
yıllarca yapılan çalışmalara rağmen maalesef izlerini koruyor. Metruk binalar, işgale
uğramış yapılar, kağıt toplayıcılarının depo olarak kullandığı semt, sırtından
hançerlenmiş bir mazlum gibi hâlâ can çekiyor.
Bir
köşesi Sarı Beyazıt, diğer köşesi Vefa Caddesi’ne bakan Rehâbula Kadın Sebili
ve Hazîresi bütün vandallıklara rağmen acı içinde âdeta “Sana dün bir tepeden baktım azîz İstanbul” dizelerine eşlik ediyor.
Medeniyetimizin
kodlarına sahip çıkan yüce gönüllü Âkif’in, “Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen, / İki kazma kürek, iki de
ırgat gerek. / Ancak, hadi gel yapalım şunu geri desen, / Bir Sinan, bir de
Süleyman gerek” dizeleri önümüzde duran tabloyu o kadar sârih anlatıyor ki,
fazla söze hâcet yok.
*
Vandalların
hışmına uğrayan sebil ve hazîreler medeniyetimizin tapu kayıtlarıdır. Bu
yapıların kaybolup gitmesine lütfen seyirci kalmayalım. Lütfen!..
Kaynakçalar:-
Âtif Efendi Kütüphanesi, İsmail E. Erünsal, Semavi Eyice, Abdülkadir Balgamış. -
Ayşe Seyyide Adıgüzel, Rehabula Kadın Haziresi, Vefa’nın Cennet Bahçeleri, İBB
Kültür A.Ş. Yayınları