İstanbul'un içindeki İstanbul; Kapalıçarşı
Evvel zaman
içinde şimdiki gibi değildi hayat. Bazı değerlerimiz kaybolmaya yüz tutsa da; o
değerlerin zuhur ettiği mekânlar hâlâ nefes alır, mâziden haber verir bir ulak
misali. Ayakta kalan arastalar, ribatlar, kervansaraylar, menzil külliyeleri,
hanlar, bedestenler, çarşılar dile gelse de anlatsa biz dinlesek;
zanaatkârlığın, tüccarlığın ve dahi kanatkârlığın ne demek olduğunu. Fatih
Sultan Mehmed, fetih öncesi tebdil-i kıyafet çarşı esnafını teftişe çıkmıştır.
Bir dükkâna
girer ve ilk alışverişini yapar, ardından başka bir şey ister. Bunun üzerine
esnaf, “Ben bugünkü siftahımı yaptım,
onu da komşumdan alın, o da siftahını yapsın!..” der. Aynı olay diğer
dükkânda da tekerrür eder. Bunun üzerine Fatih, “Bu milletteki ahlâkî istikamet yok mu, ona dünyaları fethettirir”
sözleriyle fethe olan inancını tazeler. Heyhât ki, artık “Ben siftah yaptım, yan komşuya...” diyen gözü tok, gönlü zengin
insanlara çok fazla rastlanmaz oldu.
Böyle olunca
da önce mahalle kültürünün temel taşı bakkal, kasap, manav marketlere,
marketler süpermarketlere, süpermarketler AVM’lere dönüştü. Selâmlaşma,
yardımlaşma ile birlikte ahilik kültürü bitti, çoğu şeyin bereketi uçup gitti.
İstanbul’un,
Bursa’nın, Kayseri’nin Kapalıçarşısı, Edirne’nin Ali Paşa, Diyarbakır’ın Yanık
Çarşısı, AVM’lerin çılgın pazarı karşısında rekabet gücünü kaybetti.
Fakat ayakta
ve hayatta kalanlar asırlar geçse de bulundukları şehrin kalbi olduklarını
hissettirmeye devam ediyor. Tıpkı Kapalıçarşı gibi. Beyazıt Kapısı’ndan çarşıya
adım attığınızda kapitalizmin gadrine uğrayan bir zaman tüneline girmiş gibi
hissedersiniz kendinizi, sokaklarında etrafı temâşa eden 72 milletin arasında.
Dünyanın
hiçbir çarşısında bu kadar milleti bir arada göremezsiniz. Buraya açık hava
müzesi, birleşmiş milletler sokağı, Dersaadet’in kalbi desek eksik tarif etmiş
oluruz. Hem de çok eksik.
Bu eksikliği
gidermek için ilmî çalışmalar yapıp, medeniyetlerin gölgesinde bıkmadan
usanmadan yürüyerek “Geçmişten Geleceğe
Kapalıçarşı” eserini Prof. Dr. Ali
Şükrü Çoruk’un rehberliğinde, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yayınları
arasında okurlarla buluşturanların satırları arasında gezinerek hiç eskimeyen
değerleri temâşa etmekten geçiyor.
Çağlar
ötesinde, mimarların eserlerinde, seyyahların izinde, ustaların nefesinde,
tüccarların alışverişinde, münevverlerin kalem izinde yürüyerek, 72 milletin
arasında âlemi seyreyleyerek; Fatih Sultan Mehmed tarafından 560 yıl önce temelleri
“Yeni Çağ”la atılan, içinde sır
içinde sır barındıran Kapalıçarşı’da tarihe yolculuğa çıkmaya ne dersiniz?
Baştan
belirtelim, adını bir çırpıda zikrettiğimiz “Kapalıçarşı” öyle bir kişinin kaleme alacağı, inceleme konusu
yapacağı, doktora teziyle irdeleyeceği, seyyah gözüyle resmedeceği, dahi
edâsıyla sırlarını çözeceği bir yer olmanın çok ötesinde. Kapalıçarşı ne kadar
anlatılsa, yine de eksik kalır. Bu yüzdendir ki, eksikliklerimiz en baştan
affola.
***
FATİH İSTANBUL’U DÜŞKÜNLÜKTEN KURTARDI
İstanbul,
küçük bir sahil kasabası iken onu imparatorlukların başkentine dönüştüren en
önemli
özelliklerinden
biri, eşsiz coğrafi konumunun gereği olarak ticaretin merkezi haline
gelmesiydi. Ticaret, birçok şehrin geleceği üzerinde etkin olmuştur ama hiçbir
şehirle İstanbul ile bütünleştiği kadar bütünleşmemiştir.
330 yılında
Roma İmparatorluğu’nun başşehri unvanıyla, “Kraliçe Şehir” günlerine başlayan İstanbul, ihtişamının ve
güzelliğinin bedelini Latin istilası ile hoyrat ellere düşerek ödemişti. Bu
düşkünlükten onu Fatih Sultan Mehmed kurtardı.
Osmanlı Devleti’ni bir cihan imparatorluğuna dönüştüren Fatih, etrafı surlarla çevrili şehri 29 Mayıs 1453’te Türk hakimiyeti altına aldığında, görkemli günler başlamıştı. Çünkü Fatih Sultan Mehmed, nereden başlayacağını biliyordu. İstanbul’u fetheder etmez, ilk talimatlarından biri de şehri ihya edecek büyük bir çarşının inşa edilmesiydi.
ÇARŞILARIN TARİHÇESİ ASURLULARA DAYANIR
Üretici ve
satıcı ile tüketicinin buluştuğu ticarî mekânların başında gelen “çarşı”nın geçmişi Anadolu’da yaşayan
Asurlulara (M.Ö. 2000–1700) kadar dayanmaktadır. Anadolu, “Asur Ticaret Kolonileri Dönemi”nden bu yana, ticaretin merkezinde
yer almaktadır. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki çarşı birimleri
incelendiğinde, dükkân, arasta, pazar, çarşı, ribat, kervansaray, menzil
külliyesi, han, bedesten ve en son kapalı çarşı şeklinde biçimlendiği
görülmektedir.
Çarşı, bir
ana cadde ve bu caddeye açılan sokaklardan oluşmaktadır. Çarşı içerisinde
üretilen çeşitli türde malların satıldığı dükkânlar yer almaktadır. İlk olarak
ahşap yapılan dükkânlar çeşitli yangın ve tahribatlar sonucunda kâgir olarak
inşa edilmişlerdir.
Kapalı çarşılar bir anda gelişmiş, ticaret merkezleri olarak ortaya çıkmamış, küçük birimler zaman içerisinde büyüyerek kapalı çarşıları meydana getirmiştir. Kapalı çarşıların en eski örneklerine Orta Asya, Kuzey Afrika, İskenderiye, Şam, Halep, Diyarbakır, Tebriz, Musul, Bağdat, İsfahan, Buhara ve Semerkant’ta rastlanmaktadır.
FATİH’İN İLK İŞİ CEVÂHİR BEDESTENİ’Nİ İNŞA ETTİRMEK OLDU
Osmanlı
şehirlerinde kamusal nitelikli kurumlar içinde çok önemli bir yere sahip olan
çarşı, yalnızca bir alışveriş alanı değildir. Çarşılar aynı zamanda loncaların
denetimindeki bir üretim ve yaşam alanıdır. Çarşıda üretim ve ticaret
kurallarının yanı sıra mekânın kullanılmasına ilişkin kurallar da belirlenir.
Burası aynı zamanda dürüstlük, adalet ilkeleri, insanlık değerleri gibi
toplumsal-kültürel kuralların biçimlendiği, yaşatıldığı bir sosyal ve ekonomik
mekândır.
Fetihten
sonra göç ettirme yöntemiyle oluşturulan iskân sahaları, gündelik hayatın
ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde çarşı, han gibi iktisadî kurum ve cami,
tekke gibi manevî kültür sembollerinin sınırladığı merkez etrafında ortaya
çıkmıştır.
Fatih Sultan
Mehmed tarafından vakıflarına gelir sağlamak amacıyla Çakırağa Mahallesi’nde
(günümüzdeki adı Beyazıd Mahallesi) 1461’de inşa ettirilen Kapalıçarşı’nın
nüvesini oluşturan ilk bedesten Cevâhir
Bedesteni (Bedesten, kumaş ticareti için yapılmış üstü kapalı çarşılardır.
Türk beylikleri zamanında basit bir depo olarak kullanılan bedestenler, Osmanlı
döneminde gelişerek önemli bir ticaret yapısı hâline gelmiştir) 15 kubbenin
örttüğü kapalı bir mekânda 126 sandık (dükkân) ve 14 küçük sergi yerini
kapsıyordu.
İstanbul
böylece Roma İmparatorluğu’nda Mese,
Bizans İmparatorluğu’nda Forumlar’dan
sonra Osmanlı Devleti döneminde de Cevâhir
Bedesteni’yle birlikte Çarşı
kültürüyle tanışıyordu. Bu gelişmeyle birlikte sadece İstanbul’un ve
Anadolu’nun değil, dünyanın en önemli simgelerinden birinin temeli atılmış
oluyordu.
Fatih Sultan
Mehmed’in hayatını yazan tarihçiler (Tursun Bey, Kritovulos, Dukas), çarşının
ilk çekirdeğinin fethin hemen arkasından oluşturulduğunu belirtirler.
Kapalıçarşı,
Fatih Sultan Mehmed tarafından
camiye çevirdiği Ayasofya’ya bir gelir
kaynağı olmak üzere yaptırılan Bedesten etrafında kurulmuş, bunun yanına
daha sonra yine Fatih devrinde Sandal Bedesteni inşa edilmiştir. Bu yapıları
zamanla çevreleyen açık pazarlar, üstleri kiremitli tonozlu çatılarla
örtülerek, bir yollar ve galeriler manzumesi hâline gelmiştir. Ticaret yapıları
içinde evrensel bir statüsü olan Kapalıçarşı’nın merkezi, Eski Bedesten ismi
ile de anılan Cevâhir Bedesteni’dir.
Cevâhir
Bedesteni, İstanbul’daki bedesten yapılarından ilkidir. Başlangıçta Yeni
Bedesten olarak anılan yapıya, Sandal Bedesteni’nin yapılmasıyla “Eski Bedesten” denmiştir. Sandal
Bedesteni, kendisinden önce inşa edilen Cevâhir Bedesteni’nin güneydoğusunda
bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in emriyle Sandal Bedesteni’nin yapımına
1472 yılında başlanmış, 1478 yılında ise tamamlanmıştır. Bedestenin ismi, 18.
yüzyıldan sonra “Sandal” adı verilen
kumaşın burada satılması nedeniyle günümüze kadar “Sandal Bedesteni” olarak gelmiştir. Dörtgen planlı Sandal Bedesteni
ile Cevâhir Bedesteni arasındaki en önemli fark, Sandal Bedesteni’nde mahzen
odalarının bulunmayışıdır. (Sandal Bedesteni’nde şu anda Nusr-et faaliyet gösteriyor.)
Büyük Çarşı, Çârşû-yı Kebîr veya halk arasında Kapalıçarşı olarak adlandırılan
çarşı, tek kitle hâlinde ve aynı zamanda kurulmuş olmayıp iki bedestenin
etrafında hanların yoğunlaşması ve bunların arasındaki sokakların üstlerinin
zaman içinde tonozlarla örtülerek dükkânların kâgire dönüştürülmesi sonucu
oluşmuştur. Belirli girişlerin kapılarla korunması ve emniyete alınması da tek
kitle hâlinde büyük bir kapalı çarşının meydana gelmesine yol açmıştır.
Kapalıçarşı,
günümüzde çarşının çekirdeğini oluşturan Cevâhir (Eski) Bedesteni etrafında
yaklaşık 250 yıl içinde bedesten, arasta ve han düzeni içerisinde halka halka
oluşmuştur.
Fatih döneminde sayılarının 3667’ye vardığı söylenen tek katlı ahşap dükkânlar bu çarşıdan kıyılara doğru inerek, Haliç kıyıları boyunca büyük depolama alanlarının bulunduğu bölgelerde yoğunlaşmıştır. Fatih Vakfiyeleri’ne göre, Fatih Sultan Mehmed, Kapalıçarşı’da 849’u Bedesten, 265’i de Mahmut Paşa İmareti civarında olmak üzere, toplam 1114 dükkân vakfetmiştir.
KAPALIÇARŞI’NIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ VE HANLAR BÖLGESİ
Kâgir olarak
inşa edilmiş olan Kapalıçarşı, Kürkçüler Çarşısı dışında, kemerler ile
desteklenmiş beşik tonozlar ve kubbeler ile örtülmüştür. Kapalıçarşı’nın
bedestenler dışında kalan kısmı, kiremit ile örtülü beşik çatıya sahiptir.
Bedestenlerin kubbeleri ise kurşun levha kaplıdır. Kapalıçarşı’nın aydınlatması
doğal olarak inşa edilmiştir. Aydınlatma biçimi, sokakların üstünü örten
tonozların yanları boyunca pencere açılmasıdır. Bunun anlamı gün ışığı ile
aydınlatılan bir çalışma düzeni olmasıdır. Başka bir deyişle sabah ezanı
öncesi
kalkan, gün batımında dükkânını kapatan İstanbul esnafının tavandan sızan
aydınlıktan fazlasına ihtiyacı olmadığını göstermesidir.
Tarihî Yarımada’nın
sınırları içinde bulunan, dünyanın en büyük açık ticarî alanlarından biri olan
“Hanlar Bölgesi”, bugün de Tarihî
Yarımada’nın ve İstanbul’un en önemli ve canlı ticaret merkezlerinden biridir.
Kapalıçarşı ve Liman Bölgesi arasında konumlanan Hanlar Bölgesi eskiden beri depolama ve konaklama başta olmak üzere ticarî hayatın çok önemli ihtiyaçlarına cevap vermiş bir bölgedir. Fetihten itibaren bu bölgede vakıf sahipleri tarafından, vakıflarına gelir temin etmek amacıyla hanlar yaptırılmıştır. En önemli özellikleri, içinde ikâmet edilmeyip tamamen ticarete yönelik hizmet vermeleridir.
İKİ BEDESTEN ETRAFINDA OLUŞAN HANLAR
Kapalıçarşı, Hanlar Bölgesi ile beraber Tarihî Yarımada’nın batı
sınırına paralel olarak kuzey güney doğrultusunda yer almaktadır. Bu bölge
geçmişten günümüze kadar hem ticarî hem de sosyal açıdan kentin merkezi
olmuştur. İstanbul’un tarihî ticaret bölgesi farklı nitelikteki üç alt bölgeden
oluşmaktadır. Birinci bölge, ticaret
bölgesinin kent içindeki yerini belirleyen liman bölgesidir. İkinci bölge, liman bölgesinden
başlayan ticarî işlevi güney yönünde sürdüren Hanlar Bölgesi ve üçüncü bölge de Nuruosmaniye-Beyazıt
arasında yerleşik ve kendi içinde bir bütün olan Kapalıçarşı bölgesidir. Bu alt
bölgeler birbirinden kopuk olmayıp, Eminönü’nden başlayarak Divanyolu’na kadar
uzanmaktadır.
İki bedesten etrafındaki sokakların ticaret merkezleri olarak çoğalması ile birçok han da Kapalıçarşı’nın sınırları içinde kalmıştır. Değişik yüzyıllarda yapıldıklarından ayrı mimari karakterler gösteren bu irili ufaklı hanların başlıcaları şunlardır: Paçavracı, Sarnıçlı, Ali Paşa, Camili, Çuhacı, İç ve Dış Cebeci, Yağcı, Rabia, Baltacı, Sorguçlu, Yolgeçen, Sepetçi, Bodrum, Astarcı, Pastırmacı, Mercanağa, Tarakçılar, Perdahçılar, Kızlarağası, İmameli, Zincirli, Büyük ve Küçük Kebeci, Büyük ve Küçük Safran, Evliya, Sarraf, Kuyumcular ve Yarımtaş. 1894 depreminden sonra çarşı tamir edilirken sınırları daraltılmış ve bu hanların yarısı dışarıda bırakılmıştır. Bugün çarşıya doğrudan bağlı kalan, yani sadece içeriden girilebilen ve dışarıya kapısı olmayan hanlar ise Astarcı, Büyük ve Küçük Safran, Evliya, Sarraf, Mercanağa, Zincirli, Varakçı, Rabia, Kuyumcular ve Yarımtaş’tır.
İSTANBUL YANIYOR, ALLAH’INI SEVEN SÖNDÜRSÜN!..
Sağlam kâgir
yapılı bedestenlerin yangın tehlikesini nispeten kolay atlatmalarına karşılık
sokaklarının üstleri ve dükkânları tamamen ahşap olan Kapalıçarşı’nın bu
tehlikeden kurtulabilmesi mümkün olmuyordu.
25 Ağustos
1515, 4 Temmuz 1539, 1546, 20 Kasım 1652, 24 Temmuz 1660, 3 Aralık 1701
tarihlerinde meydana gelen yangınlar sonucu tekrar imar edilen Kapalıçarşı,
1702 yılında Sultan 2. Mustafa’nın
hükmüyle, ciddi bir tedbir olarak ahşap dükkân, hatta ev yapımının yasaklanıp
bundan böyle ev ve dükkânların kâgir yapılmalarına özen gösterilmesi
emredilmiştir.
Kapalıçarşı’nın
sokak üstlerinin kâgir tonozlarla örtülerek kapalı bir çarşıya dönüştürülmesi
bu tarihten itibaren başlamıştır. Padişahın
hatt-ı hümâyunu ile ve gerektiğinde zor kullanarak kâgir inşaat başlatılmış ve
iki yıl boyunca mülk sahiplerinin çekişmelerine rağmen Kapalıçarşı’nın yanan
yerleri kâgire dönüştürülmüştür.
Kâgire
dönüştürüldükten sonra Kapalıçarşı’da yangınlar seyrekleşti ve verdikleri zarar
azaldı, fakat bütünüyle önlenemedi. 27 Nisan 1750, 1803, 2 Ağustos 1826, 9 Eylül
1943, 26 Kasım 1954 yıllarında meydana gelen yangınlarda Kapalıçarşı ile
birlikte sur içindeki İstanbul büyük zarar gördü. Son yangından sonra yazılan,
Eski Eserleri Koruma Encümeni’nin 30 Kasım 1954 tarihli raporuna göre bu
yangında Kapalıçarşı’nın beşte ikisi harap oldu. Tamiri beş yıl süren çarşı, 28
Temmuz 1959’da tekrar törenle hizmete açıldı.
(Geçtiğimiz günlerde Tahtakale Caddesi’ndeki bir oyuncak imalathanesinde çıkan ve 3 binaya sıçrayan yangın maddi hasarla birlikte yine tarihimizin bir uzvunu daha küle çevirdi.)
DEPREMLERLE BİRLİKTE GELEN BÜYÜK DEĞİŞİM
Tabi bu
arada Kapalıçarşı’da depremlerin
meydana getirdiği yıkımları da unutmamak gerekir.
22 Mayıs
1766’da meydana gelen çok şiddetli bir depremde bazı tahribat olmuşsa da
yıkılan yerler derhal tamir edilmiştir. İstanbul tarihinin en şiddetli
depremlerinden biri 10 Temmuz 1894’te
vukû bulduğunda şehirdeki birçok cami ve bina zarar gördüğü gibi Kapalıçarşı da
geniş ölçüde tahribata uğradı. Bilhassa Bitpazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılar
sokakları ve bunlara açılan tonozlu dükkânlar enkaz yığını hâline geldiler;
yıkıntılar uzun süre kaldırılamadı.
Sultan 2. Abdülhamid’in emri üzerine başlayan ve on sekiz
ay süren tamirde çarşının sınırları daraltılarak zaten tonozu yıkılmış olan
Çadırcılar Caddesi’nin üstü bütünüyle açıldı ve Çadırcılar, Kürkçüler kapıları
kaldırılıp evvelce içeride kalan Duapazarı, Bitpazarı, Yorgancılar, Koltukçular
kapıları dışarı açılır hâle getirildi. Eskiden çarşı içinde bulunan Sarnıçlı,
Paçavracı, Ali Paşa Hanı tamamen, Yolgeçen Hanı da kısmen Kapalıçarşı dışında
bırakıldı. Deprem sonrasında Kapalıçarşı’da ufak bir değişiklik daha yapılarak,
Beyazıt ile Nuruosmaniye Camisi arasını bağlayan iki kapı açıldı.
560 yıl boyunca büyük değişimler yaşayan Kapalıçarşı, birçok deprem geçirdi, yandı, yıkıldı fakat her defasında ayakta kalmayı başardı.
KAPALIÇARŞI’NIN KURULUŞUNDAN GÜNÜMÜZE İSİMLERİ
Kapalıçarşı
15. yüzyılda Bit Pazarı, Takkeciler, Terziler, Bezzazlar, 16. yüzyılda İki Bedesten Etrafı, Kehle Pazarı, 17.
Yüzyılda Bit Pazarı, Sahhaflar, Attarlar, Kuyumcular, Bedesten Etrafı, Sorguççular, Kalpakçılar “Uzun Çarşı” isimleriyle
anılmış. 18. yüzyılın başından itibaren çarşının üstünün kapatıldığı kesinlik
kazanmışsa da, Kapalıçarşı deyimi henüz kullanılmamaktadır. Kapalıçarşı, 19.
yüzyılda çoğunlukla “Çârşû-yı Kebîr”
(Büyük Çarşı), ikinci derecede de “Kapalıçarşı”
şeklinde adlandırılmıştır.
İstanbul’un
her anlamda merkezî, büyük çarşısı olmasından dolayı uzunca süre “Çârşû-yı Kebîr” (Büyük Çarşı) olarak
adlandırılmıştır. Ayrıca burayı tanımlamak için çarşı kelimesi ile aynı manaya gelen “bedesten” tabiri de kullanılmıştır.
Türk halkı
burayı genellikle Kapalıçarşı olarak adlandırırken, bazı yabancı ziyaretçiler Bezesten/Bedesten, bazıları ise Büyük
Çarşı (Grand Bazar, Great Bazar, Gross
Bazar) ismini kullanmayı tercih etmektedir. Kapalıçarşı, iki bedesten ve
etrafındaki hanlara uzanan sokakların üstlerinin örtülmesiyle oluşan geniş bir
kompleks olmasından dolayı seyyahlar burayı “İstanbul’un en güzel çarşısı”, “çok gelişmiş bir alışveriş evi”, “sürekli bir panayır yeri”, “hakiki
bir şehir”, “şehir içinde şehir”
gibi ifadelerle tanımlamışlardır.
Bugünkü Kapalıçarşı’ya adını veren “çarşı” kelimesi, Farsça, “dört taraflı” anlamındaki “çâr-sû” kelimesinden gelmektedir. Nitekim Kapalıçarşı’nın esasını teşkil eden Cevâhir Bedesteni’ndeki dört kapının karşısında, dört sokak bulunmaktadır. Kapalıçarşı’da üstü örtülü olan ve çarşıya esas “kapalı” kimliğini kazandıran toplam 61 sokak ve 21 dış kapı mevcuttur. “Vakıf esaslı ticaret merkezi” bir modele sahip olan ve oluşumu 250 yıllık bir zaman dilimine yayılan Kapalıçarşı, 42 bin metrekarelik alan üzerinde faaliyet göstermektedir.
DÜNYAYA AÇILAN 21 ANA KAPI
Toplamda 22
kapısı bulunan Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye,
Kürkçüler, Merdivenli, Sorguçlu Han,
Çarşı, Yolgeçen Han, Beyazıt, Hacı Hüsnü, Fesçiler, Bodrum Han, Yorgancılar, Lütfullah, Cebeci Han, Örücüler, Tacirler, Mercan, Sarı Odalar, Mahmutpaşa, Çuhacı
Han, Kılıççılar ve Sandal Bedesten
Kapısı olmak üzere 21 kapısı hâlâ doğu-batı ve kuzey-güney doğrultusunda
devamlılık gösteren yollar açılıyor.
Çarşının ana
caddesi durumunda olan ve Beyazıt
ile Nuruosmaniye arasında uzanan
eski Kalpakçılar Sokağı’nın dışarı açılan iki ucuna birer yeni kapı yapıldı.
Sultan 2. Abdülhamid döneminde yaygınlaşan Türk neo-klasiği üslûbundaki bu
kapılardan Nuruosmaniye Camii tarafında olanın mukarnaslı bir saçağı, bunun
altında da sivri bir kemeri vardır. Kemerin alınlığı içine, devletin son
döneminde her resmî binaya konulan bir Osmanlı arması yerleştirilmiştir. Bunun
altında ise Hattat Sâmi Efendi tarafından yazılmış tamiri belirten iki satırlık
bir kitâbe vardır. Gösterişli olmasına özen gösterilen bu kapının iki yanına
ayrıca birer çeşme nişi de yapılarak girişe âbidevî bir görünüm
kazandırılmıştır.
Beyazıt tarafındaki
kapı ise sivri kemerli olmakla beraber diğer uçtaki kadar zengin mimarili
değildir. Bu girişin az ötesinde yer alan ikinci kapının sivri kemeri içine Sultan 2. Abdülhamid’in tuğrası ile
yine Fesçiler Kapısı’na Hattat Sâmi
Efendi’nin “el-kâsibü habîbullah”
(Başkasına yük olmamak için çalışıp çabalaya, kendi eliyle kazandığını yiyen
kişi Allah’ın muhabbetine mazhardır) yazısı işlenen bir kitâbe konulmuştur. Her
köşede, her kapıda Mülkün Asıl Sahibi’ni hatırlatan kitâbelerin yanında
Kapalıçarşı esnafı dükkanlarını her gün dualarla açarmış.
İnşallah, yarın
kaldığımız yerden medeniyetlerin gölgesindeki seyahatimize devam edeceğiz.