İstanbul’un Fethi’nden
Şiiri Yazılmamış Şehir
Gökçe atlar üstünde fethe uçan cihangir
Bu pür-füsun şehire nasıl yazılır şiir?
Bir masal diyarının gölge-ışık kaf’ını
Kalem çizebilir mi mânâ fotoğrafını?
Medine-i fazıla, kutsanmış dersaadet
İstanbul sevda gibi, ölüm gibi mücerret
Yakamoz şehrayini, tılsımlı, aşkın-verâ
Sözle şerhedilemez, bu ilâhi manzara
Sanatın bütün sırrı mazmun olsa yine zor
İstanbul nûrrevnakı, İstanbul bir metafor
İstanbul şiiristan, bedestân pazarıdır.
İstanbul mâverâyâ dervişan nazarıdır.
İstanbul taç-neşide, ona remz olan lâle
Dökülür gökyüzünden bedii bir şelâle
Aşk-baz suzidilâra, raks ederler leylü nehar
İstanbul âteş-efruz, erguvani Nevbahar
Bir teşbih-i belî, hüsne ad olan gazel
İstanbul güzelliğin hayran kaldığı güzel
Efsaneler sultanı dalmış ulvî uykuya
İstanbul lamenkânda ruhun gördüğü rüya
-----------------------------------------------------------------------------
Gönüllerin Fethine Doğru
Rivayet edilir ki, Hazret-i Peygamber tarafından müjdelenen İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed, şehri aldıktan sonra yanındakilere “İstanbul’un fethinden sonra şimdi insanların gönüllerini fethetmeliyiz” demiş.
Esasen Osmanlı ve bütün ecdadımız, sadece bu muhteşem şehir değil girdikleri bütün beldeleri ve illeri bu anlayışla fethettiler. Önce topraklar, sonra gönüller fethedildi. Böylece üç kıtada altı asır süren muazzam bir medeniyet kuruldu.
Mehmet Nuri Yardım
Tam 17 yıl önce İstanbul’un fethedilişinin 550. yıldönümünde bir avuç idealist insan bir araya gelmiş ve şehrin şanına yakışır bir kutlama yapmak istemiştik. Mademki İstanbul’u şairler ve yazarlar şiirlerinde ve yazılarında anlatmış, sevdalandıkları ‘belde-i tayyibe’yi dile getirmişler. Biz de kalem erbabını bir araya getirelim ve İstanbul’un fethini birlikte kutlayalım demiştik.
Bu projeyi İstanbul Vakfı Projeler Genel Koordinatörü Ali Mete’ye açtığımda heyecanla karşılamış ve izin alındıktan sonra kolları sıvamıştık. İstanbul Vakfı (Ali Mete), Türkiye Edebiyatçılar Derneği (Ayten Mutlu), Türkiye Yazarlar Sendikası (Güngör Gencay), Beyaz Sanat Derneği (Abdurrahman Şen), Türkiye Yazarlar Birliği (Ahmet Kot), İLESAM (Bestami Yazgan) ve Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı (Mehmet Nuri Yardım) yönetici ve temsilcileri olarak bir araya gelmiştik. Tam bir ay süren yoğun bir hazırlıktan sonra “İstanbul 1. Edebiyat Buluşması”nı gerçekleştirdik.
Foto- istanbul 550 yılı kutlamaları toplantısı
Gülhane Parkı’nda 1 Haziran 2003 tarihinde gerçekleşen bu programa, yıldönümüne uygun olarak 550 şair ve yazarı davet etmiştik ama bu sayı aşıldı ve yaklaşık 700 civarında edebiyatçı buluştu. O gün aramızda bulunan ustalar, şiirlerini okudular, konuştular. Program, Boğaziçi’nde tekne gezisiyle son buldu.
El yazıları ile İstanbul hatıraları
Şüphesiz o unutulmaz faaliyetin en güzel tarafı, davet edilen şair ve yazarların İstanbul’a dair kaleme aldıkları şiir ve yazılarını getirmeleriydi. Bunlar el yazısı ile yazılmıştı. Böyle bir kitap hazırlanacaktı. Hazırlandı da. Ali Mete, Bestami Yazgan, Bekir Soysal, Ahmet Kot, Ali Haydar Haksal, Abdurrahman Şen ve Hasan Akay ile birlikte editör kurulunu oluşturduk. Ve kitap Fethin 550. Yılında İstanbul Şiirleri Yazıları adıyla İBB Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı tarafından neşredildi. Ali Müfit Gürtuna, Erdoğan Soydan, Hüseyin Öztürk ve Ali Mete’nin sunuş yazıları ile başlayan eser, zengin bir antoloji olarak vücut buldu. “Şiir ve Edebiyatımızda İstanbul” merkezli kitapta Divan şiirlerinin yanısıra yabancı seyyah ve yazarların İstanbul intibaları da yer alıyordu. Fatih Sultan Mehmed’den, Dördüncü Mehmed’e, Sultan İkinci Ahmed Han’dan Leyla Hanım’a, Enderunlu Vasıf’tan Bâki’ye, Nedim’den Nef’’î’ye kadar pek çok şairin dilinden dökülenler, büyük boy kitabı süslüyordu.
Kimler yoktu ki
Büyük antolojide yaşayan ve programa katılan şair ve yazarların yanı sıra iştirak edememiş veya vefat etmiş birçok edebiyatçının da İstanbul’a dair kaleminden dökülenler bu sayfalarda buluşmuştu. İşte eskiler: Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Refik, Ahmet Kabaklı, Ali Mümtaz Arolat, Ahmet Kabaklı, Arif Nihat Asya, Asaf Hâlet Çelebi, Bâki Süha Ediboğlu, Balıkhane Nazırı Âli Rıza Bey, Behçet Necatigil, Faruk Nafiz Çamlıbel, Fazıl Ahmet Aykaç, Ercüment Ekrem Talu, Halit Fahri Ozansoy, Haluk Y. Şehsuvaroğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Necip Fazıl Kısakürek, Orhan Veli Kanık, Osman Cemal Kaygılı, Recaizade Mahmut Ekrem, Refik Halit Karay, Ruşen Eşref Ünaydın, Refi Cevat Ulunay, Sabri Esat Siyavuşgil, Sâmiha Ayverdi, Samipaşazade Sezai, Sermet Muhtar Alus, Yahya Kemal Beyatlı, Ziya Osman Saba, Ziya Şakir.
Yakında yitirdiklerimiz de var
Eserde yakın zamanda sonsuzluk âlemine uğurladığımız şair ve yazarların mısra ve yazılarını da okuyoruz. Başlıcaları şunlar: Ziya Bakırcıoğlu, Ömer Öztürkmen, Recep Bilginer, Refet Körükçü, Refik Durbaş, Abdurrahim Balcıoğlu, Atilla İlhan, Bekir Sıtkı Erdoğan, Cahit Zarifoğlu, Dilâver Cebeci, Erdem Bayazıt, Fahri Ersavaş, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ferit Ragıp Tuncor, Feyzi Halıcı, Gültekin Samanoğlu, Gülten Çiçek Tural, Halit Refiğ, Hasan Âli Göksoy, İbrahim Minnetoğlu, İlhan Berk, İlhan Geçer, Melda Özata, Murat Çobanoğlu, Mustafa Necati Karaer, Muzaffer Buyrukçu, Nurettin Özdemir, Nüzhet Erman, Orhan Bayrak, Orhan Duru, Salah Birsel, Sennur Sezer, Şemsi Belli, Ülkü Tamer, Vahap Kabahasanoğlu, Vedat Günyol, Vedat Türkali.
Neler yazmışlardı?
Bahaettin Karakoç 12.12.2014
Bahaettin Karakoç, yazısında İstanbul’u şöyle anlatıyor: “İstanbul merkezli Osmanlı Devleti büyüdükçe büyüdü ve üç kıtada askerî stratejisiyle, siyasetiyle, kültürüyle, özellikle de adaletiyle derin kökler saldı. Büyük devleti, kerim devleti Osmanlı, Asya ve Afrika ülkelerinin sigortasıydı. İstanbul, Osmanlı’ya 470 yıl, 4 ay ve 15 gün payitahtlık yaptı, Devlet’in büyüme ve inkıraz dönemlerinde.”
Sedat Umran
Sedat Umran ise şiirinde “Boğaz Köprüsü”nü tasvir ediyor: “Gece Üsküdar’dan bakış / Çözer parmaklarıyla uzakların düğününü / Nasıl kara düğümünden gece çözerse günü/ Varlıkla yokluk arasında gerili kanat / Göklere uçmak değil; böyle durmaktır sanat / Binicisi yok diye bakınma aval aval /Uçup gitmiş geride bırakmış bir altın nal”
Servet Kabaklı
Servet Kabaklı yazısında, “Ben İstanbullu olmakla, İstanbul içre Sultanahmetli olmakla bahtiyarım.” diyor ve devam ediyor: “Ben geri kalan ömrümü İstanbul’da yaşamalıyım. İstanbul, bende yaşamalı… Bir gün Emr-i Hakk vaki olduğunda, Harput’a hasret kalsam da, Eyüp Sultan’ın Piyer Loti Tepesi’ne, Şeyhülmuharrin Ahmet Kabaklı’nın ayakucuna götürülmeliyim. Üzerime İstanbul toprağı atılmalı… O mana ikliminden, Kabaklı Hoca nezaretinde seyretmeliyim.”
Sadettin Kaplan
Sadettin Kaplan “Büyülü Gül”de İstanbul sevdasını dile getiriyor: “Duyacağın sızı benim her gül açtıkta sinende / Bir özge nazarlıktır gerdanında nazarım / Seni yaşamadım ki sende, olsun mezarım / Heybemde tükenişim bir yoldayım sıcakta / Sağlıcakla kal İstanbul o mahzun Salacak’ta / Çürüse de yüreğim gönlüm inan ki sende / Sen beni sevsen de olur gayrı hiç sevmesen de…” Fikirler bu şehre, hisler İstanbul’a dair.
Foto-Ali Nar
Ali Nar da “Açılık (Fetih)” şiirini şu mısralarla tamamlar: “Üç tepeler ardından, beş tepeler üstünden / Üç yiğit belirir, üç hilal, üç tuğ / Şehâdet parmağı yukarda başbuğ / Bir hedef verilir uzak ve uluğ; / Gönüller açılır gökler açılır.”
Bir gönül insanı olan Nusret Özcan’ın “Sevgili Şehir!..” güzellemesinde, ayrılık ihtimali ve hasret coşkusu görülür: “Sevgili şehir!... Ne kadar bahtiyarım bir bilsen! Bir ömür boyu sürekli tazelenen, değişen, zenginleşen ve çoğalan bir masalı sürdürüyorum sende… Bir gün mutlaka ayrılacağız… Ama senin, sözlerimizi saklayarak, onların yankılarını sürdüreceğini bilmek, büyük bir teselli bizim için…”
Memduh Cumhur
Memduh Cumhur “Fetih Rübalieri”nde asırlar ötesine geçmek, o ruhu ve imanı kazanmak ister: “Yârâb ne cihan mülkünün imkânını ver / Hâttâ ne de bir saltanatın şânını ver / İstanbul’un idrâk ile kudsiyyetini / Fetheyleyen askerlerin imânını ver”
“İstanbul kara sevdadır”
Orhan Okay
Galiba hepimizin bağlı olduğu derin sevgiyi Orhan Okay hocamız terennüm ediyordu: “İstanbul sevda değil kara sevdadır.” Mustafa Miyasoğlu “İstanbul’un Kuşları”nı şiirinde anlatırken Necla Pekolcay şehri sahiplenmekten dem vurur: “İstanbul’da kaybolmaya yüz tutmuş değerleri belirleyip faydalı duruma getirmek, İstanbul’da doğanlar yanında, İstanbul’u candan seven her kesimdeki vatandaşın da ana görevi olmalıdır.” İsmet Bozdağ fethin anlamını şu satırlarda dillendirir: “Fatih’in topları, yalnız İstanbul surlarını değil, bütün Avrupa’nın şatolarını da yıktı!... Ortaçağ’ın sona ermesi bundandır!... Yavuz’un, Çaldıran ve Mercidabık zaferlerinin sırrı bundandır!... Velhasıl, ‘yeni bir dünyanın oluşması bundandır!... Onun içindir ki dünya, deri değiştirdi ve yeniçağ, perdelerini açtı. Hangi şehir, çağ açıp kapmıştır. İstanbul’dan başka!... Hangi şair söylemiştir hayat hikmetini Fatih’imden gayri.” Mehmet Zeki Akdağ “İstanbul’un Fethi”ni mısralarıyla canlandırır ve şiirini şöyle tamamlar: “Taşlar ezdik sille ile / Burçlar doldu kelle ile /Son atılan gülle ile / Köhne bir devir çöküyor” Altan Deliorman fetih hadisesini şu özlü cümlelerle ortaya koyar: “İstanbul’un fethi, sadece kılıcın ve namlunun değil, benzeri az bulunur bir inanç ve iradenin zaferi… Delikanlı hükümdarın, yüzyıllar öncesinden müjdelenmiş fetih gününe doğru yürüyüşü ise destan çapında bir azim ışıltısı…”
Dersaadet’e dair söylenmemiş söz var mı acaba? Uğruna
Şairler ve yazarlar yüzbinlerce mısralar ve satırlarla İstanbul’u anlatmaya çalışıyor. Şehrin camilerini, şadırvanlarını, türbelerini, sebillerini, Boğaz’ını, tabii güzelliklerini dile getiriyor. Dersaadet’e dair söylenmemiş söz var mı acaba? Uğruna dökülmemiş dil, yazılmamış mısra, bestelenmemiş şarkı ne anlatır, neyi ifade eder? İstanbul, süslü ve kutlu endamıyla asırların ötesinden bize sesleniyor, fetih çağlarının hakikatini kulağımıza fısıldıyor. Yüce Peygamberin duasıyla, Eba Eyüb’el Ensarî’nin gayretiyle yunmuşluğu hatırlatıyor. O, nazlı ve nazenin bir aziz şehir olup sahip olduğu misyonun farkında. Umulur ki, biz ve bizden sonraki nesiller de üstünde dolaştığımız bu mübarek toprakların kıymetinin şuurunda oluruz.