İstanbul'un "Beşi Bir Yerde"si: Eminönü
Kendine has özellikleriyle hep
dünyanın ilgisini üzerine çekmeyi başaran “2
kıta bir şehir” İstanbul; içinde barındırdığı güzellikleri cömertçe
paylaşıyor.
Bugün İstanbul’un kalbi Eminönü’nde,
boğazın mavi sularını gururla seyreden tarihî bir binada, ülkemiz tarihinin her
döneminde başrol oyunculuğu üstlenen çok özel bir kurumun adı yazılı: “İstanbul Ticaret Odası”.140 yıllık
birikimiyle Türkiye ekonomisinin köklü çınarı İstanbul Ticaret Odası(İTO) aynı
zamanda eğitimle birlikte bir kültür elçisi gibi yitik hazinelerin izini
sürüyor.
Dersaadet Ticaret Odası’nı 1882’de
kurarak gelecek nesillere miras bırakan Sultan 2. Abdülhamid Han’ın emanetine
sahip çıkan İTO, medeniyet tasavvuru ile birbirinden güzel eserleri okuyucusuyla
buluşturuyor. Gelenekten beslenen ve derin köklere sahip olan İTO, bir ticaret
odasından daha fazlası olduğunu ortaya koyduğu faaliyetlerle gösteriyor.
İTO Yönetim Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç
beyefendi zenginliğin sadece paradan ibaret olmadığı bilinciyle eğitim, kültür ve
sanat alanlarında da önemli hizmetlere destek veriyor. Herkes yaşadığı bölgedeki
“hazine”lere sahip çıkmalı
düsturuyla hareket ederek, İstanbul’un tarihî ve kültürel mirasını kayıt altına
almaya devam ediyor.
İstanbul Ticaret Odası Yayınları’ndan
çıkan iki güzel eserin satır aralarında gezerek, dünden bugüne İstanbul’u
yeniden keşfetmeye gayret edeceğiz.
***
“İstanbul Eminönü Yeni Cami Külliyesi ve Hünkâr Kasrı”
İstanbul Ticaret Odası Kültür ve Sanat Yayınları tarafından Ocak 2022’de yayımlanan “İstanbul Eminönü Yeni Cami Külliyesi ve Hünkâr Kasrı” isimli eser Kültür-Sanat Tarihçisi / Görsel Sanatlar Uzmanı Abdullah Kılıç tarafından kaleme alınmış.
İstanbul’un 7 tepesini gezerken hep şu
soruyu sorarım kendime; “Şu cami ve
külliyeleri çıkarsak İstanbul’dan geriye ne kalır?..” Kendi kendime
sorduğum bu sorunun cevabı aslında nettir: “Hiç”. Gerçekten de İstanbul’dan vakıf eserlerini çıkarın geriye
kocaman bir hiç kalır.
İşte İstanbul’u İstanbul yapan
eserlerden birisi de hiç şüphesiz ki, Eminönü
Yeni Cami Külliyesi ve Hünkâr Kasrı’dır. “İstanbul Eminönü Yeni Cami Külliyesi ve Hünkâr Kasrı” isimli
eserde, Sultan 4. Mehmed’in annesi Vâlide
Hatice Turhan Sultan’ın taşıdığı inci mühür gibi İstanbul’un ve tarihin
kalbine kondurduğu külliyenin belgesel hikâyesi anlatılıyor.
İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç
beyefendi, kitabın takdiminde öyle ifadeler kullanmış ki, benim başkaca bir şey
ifade etmeme gerek kalmıyor:
“Yeni Cami, bu efsunlu şehrin giriş
kapısı niteliğindedir. Çünkü Yeni Cami, ardında yükselip bu şehre ruhunu yani
silüetini veren Ayasofya Cami’nin de, Bayezid Cami’nin de, Süleymaniye Cami’nin
de, Yavuz Sultan Selim Cami’nin ve diğerlerinin de muhafızı ve misafirleri
şehre girişe hazırlayan nâzenîn süsüdür. Üstelik şehre bir kadın elinin
değmesinin tüm zarafetini üzerinde taşır. Bânileri, Safiye Sultan ve Hatice
Turhan Sultan’da temerküz eden Osmanlı estetiğinin ve güzel sanatlardaki
birikiminin zirve noktasıdır.
Kuşkusuz Yeni Cami’ni böylesine bir
baş yapıt haline getiren alâmet-i fârikası, onun “dünyanın merkezi İstanbul’un merkezi olan Eminönü’nün merkezinde”
yer almasıdır. Ayrıca Osmanlı klasik döneminin son ihtişamlı örneği olarak,
Doğu’nun Batı’ya karşı savunma hattının güçlü müdâfii olmasıdır.
Biz tüccarlar için ise ehemmiyeti
şudur ki, ticaretin kalbi Eminönü kıyısı boyunca uzanan iskelelerin, hanların ve
ticarethanelerin içinde yükselen bu heybetli cami, dünya ile ahireti
birleştiren bir anlayışın yansımasıdır...”
İşte bu kadar iltifatı hak eden
güzellikleri içinde barındıran İstanbul’a dair bir esere imza atan Abdullah Kılıç, sanat, mimarlık, kültür
tarihi gibi birçok bileşeni büyük bir ustalıkla senkronize ederek okuyucuya geçmişle
bağ kurma fırsatı sunmuş.
Kitaba, külliyenin genel olarak
anlatıldığı bölümle başlayarak; bu bölümde külliyenin yeri, konumu, ilk
yapılışı, çevrede meydana gelen yangın, yeniden yapılışı, mimarî
yapısı, çevredeki değişimleri anlatmış. Arkasından külliyenin vakfiyesini ele
alıp, sonra da külliyeyi yaptıran Hatice
Turhan Sultan’ın hayatına dair bilgiler aktarmış.
Daha sonra ise külliyenin birimlerine
geçerek sırasıyla cami, Hünkâr Kasrı, Mısır Çarşısı, türbe, çeşme-sebil,muvakkithâne
anlatılarak, külliyenin kaybolan iki yapısı olan sıbyan mektebi ve dârülkurrâ hakkında
çok bilinmeyenleri tarihe not düşmüş.
Tabi hayatta her zaman yukarıda
anlattığımız gibi güzel olmuyor. Bu anlamda Yeni Cami, Hünkâr Kasrı, Mısır
Çarşısı, Türbe, Sıbyan Mektebi, Dârulkurrâ, Muvakkithâne gibi yapılar
topluluğundan oluşan külliye zaman zaman yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
kalmış.
Fakat tam bu noktada millî hislerimize
tercüman olmanın yanında medeniyetimizin kodlarına sahip çıkan yüce gönüllü Âkif’in,
“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi
desen, / İki kazma kürek, iki de
ırgat gerek. / Ancak, hadi gel
yapalım şunu geri desen, / Bir
Sinan, bir de Süleyman gerek” ifadelerini zikretmek gerekiyor.
Neden mi?.. Kısaca değinmeye
çalışalım. 1938 yılında çevreyi açma bahanesiyle İstanbul Şehremini Cemil Topuzlu Paşa, Osmanlı eserlerini
yok etmek için elinden geleni arkasına koymamış. Fakat, İbrahim Hakkı Konyalı’nın Tan gazetesinde kaleme aldığı “Yeni Cami Yıkılamaz” başlıklı yazısı
üzerine büyük bir tarih katliamı son anda önlenmiş.
Önlenmiş önlenmesine de, uzun yıllar
ilgisizlikten viraneye dönmüş. Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İstanbul Ticaret
Odası (İTO) arasında yapılan protokol gereğince Hatice Turhan Külliyesi, Mısır
Çarşısı ve Türbenin tamiri 2004-2009 yılları arasında gerçekleştirilen
restorasyonla yok olmaktan kurtarılmış.
2009’da hizmete açılan Hünkâr
Kasrı’nda gerçekleştirilen sergiler kasır yönetimini üstlenen İTO tarafından
organize ediliyor. Caminin restorasyonu ise hâlâ sürüyor.
“İstanbul Eminönü Yeni Cami Külliyesi ve Hünkâr Kasrı”
isimli kitap, meraklıları için hem yazı hem de fotoğraflar eşliğinde yarımadayı
daha iyi tanımak için güzel bir fırsat sunuyor.
***
“İstanbul’un Eminönü-Sirkeci Ticaret Merkezi”
Değineceğimiz bir başka eser ise, “İstanbul’un Eminönü-Sirkeci Ticaret Merkezi”. Yüzyıllar boyunca bu bölge, yani Sirkeci, Eminönü, Unkapanı daima ticaretin kalbi oldu ve bütün mirasyediliğe rağmen değerini hiç kaybetmedi. Güzel İstanbul’un muhkem surları hâlâ, aziz fetih şehitleri gibi vakurlu “Suriçi”nin kalbi ise Eminönü-Sirkeci’ydi.
Boğaziçi’nin Altın Boynuz ve Marmara
Denizi ile buluştuğu Tarihî Yarımada’nın en muhteşem yeri, Eminönü’dür.
Payitaht-ı Zemîn Eminönü; bir dünya başkentidir. Hele bu bakış, bir de gurûb
vaktine yakın, İstanbul’u İstanbul yapan silüetin üzerini bir kızıl şal gibi
kaplayan günbatımına rastlarsa, insanı iflah olmaz bir şekilde kendine meftun
kılar.
Eminönü’nü bu kadar vazgeçilmez kılan
şey, “Beşi Bir Yerde” özelliğine
sahip olmasındandır. Birinci özelliği;
emsalsiz doğal güzelliğidir ki, bunu anlatmakta kelimeler kifayetsizdir. İkinci özelliği; iki kıtanın birleştiği
İstanbul’un nüvesini teşkil eden ilk yerleşim yeri olmasıdır. Üçüncü özelliği; ise tarihsel zenginlik
abidesi olmasıdır. 8500 yıl öncesinin tarihsel kalıntıları, Bizans döneminin
görkemli kamu ve dinsel yapıları ve İstanbul’a ruhunu kazandıran Osmanlı İslâm
mimarisinin şaheserleriyle Eminönü, açık hava müzesi gibidir. Dördüncü özelliği; Roma, Bizans ve
Osmanlı gibi üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olmasıdır. İstanbul’u vazgeçilmez kılan esas özelliği;
ticaretle yükselen bir şehir olmasıdır. Bu da “Beşi Bir Yerde”nin tamamlayıcı özelliğidir. Kuzeyden güneye,
doğudan batıya giden yolların buluşma noktası, içinden deniz geçen biricik
şehir İstanbul, her zaman dünya ticaretini yönlendirmeyi başarmıştır.
Dolayısıyla genelde İstanbul, özelde
Eminönü, bu beş özelliği sebebiyle sayfaları çevrildikçe, insan zihnine yeni ve
üretken bilgiler düşüren bir kitap gibidir. Her seferinde meçhul kalan bir yönünü
gün yüzüne çıkartıp emsalsiz bir keşif keyfi yaşatır.
Nuri M. Çolakoğlu’nun editörlüğünde İstanbul
Ticaret Odası’nın tarihçesi ile başlangıç yapılan eserde, geçmişten geleceğe tarihin
izini süren Radi Dikici, Prof. Dr. Aygül
Ağır, Ekrem Işın, Prof. Dr. Üzlifat Canav Özgümüş / M. A. Serra Kaynak, Prof. Dr. Nevra Necipoğlu / Kansu Şarman,
Melih Şabanoğlu, Doç. Dr. Sevgi Parlak,
Prof. Dr. M. Baha Tanman, Halil Solak,
Eremya Çelebi Kömürciyan, Gugas İnciciyan,
Yrd. Doç. Dr. Füsun Seçer Kariptaş, Petrus Gyllius
(PıerreGilles), CosimoComidas De Carbognano, Sarkis Sarraf Hovhannesyan, Sermet Muhtar Alus, Levon Panos Dabağyan, John Freely gibi
tarihten arkeolojiye kadar çok farklı alanlarda uzmanlaşmış bu araştırmacı ve
akademisyen Eminönü’nün farklı yönlerini öne çıkartarak, bölgenin tomografisini
çekiyor. Kaybolmaya, unutulmaya yüz tutmuş “yitik
hazineler”imizin, kadîm yerleşim yerinin, her alanda İstanbul’un “özünün özü” olduğunu ortaya koyuyor.
*
Her asrın farklı, her sokağın ilginç
bir hikâyesi var. Kim bilir bu hikâyelerin bugünkü figürleri bizleri de
birileri tarihe not düşecek. Madem öyle, tıpkı İTO gibi güzel ve özel şeylere
imza atmak gerek.