'İstanbul Sözleşmesi'nin neresine karşısınız?..'
“Kadına
Yönelik Şiddetin Önlenmesi” gibi “süslü” bir ambalajla sunulan İstanbul
Sözleşmesi’ni okumayanlardan…
Okusalar
bile “metnin arkasında yatan felsefeyi” idrak edebilecek
durumda olmayanlardan geliyor bu soru:
“İstanbul Sözleşmesi’nin neresine
karşısınız?”
Soruyu
yöneltenlerin bazılarının hallerinde, “Yoksa siz kadına şiddetten mi
yanasınız?” iması da yok değil…
Yani…
Böylesine
çirkin bir “ima”nın neresini ciddiye alacaksın, “Cennet
anaların ayakları altındadır!” kutlu emrine iman etmiş bir vatan
evlâdı olarak!..
*
Ne kadar çok
yazılmış, söylenmiş olursa olsun, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olmamızın
sebeplerini “aça aça” tekrar etmekte fayda var.
Belki
gözünüzden kaçmıştır…
CHP-HDP
yandaş medyasının çok hoşuna giden bir haber:
“Ankara
2. Aile Mahkemesi, SEVGİLİSİNE şiddet uygulayan gencin evden 3 ay süreyle
uzaklaştırılmasına, tedbir sürecinde erkeğin genç kadına 300 lira nafaka
ödemesine karar verdi!” (23.05.2018)
Gördüğünüz
gibi, ortada “nikah” yok.
Sadece
“Birlikte yaşayanlar” var!..
Zina “serbest” olduğundan, buradaki ilişki “suç” olarak nitelendirilemiyor!..
Amma
velâkin, Türk Medeni Kanunu’na göre, ortadaki bir “aile” olarak
da kabul edilemiyor.
Zira…
Türk Medeni
Kanunu, birlikteliklerin aile hukuku açısından sonuç doğurabilmesi
için,
“Birbiriyle
evlenecek erkek ve kadının evlendirme memurluğuna başvurmaları
gerektiğini” hükme bağlıyor. (Md.134)
Yani…
Tek başına
“sevgililik ilişkisi”, “Aile, karı-koca” olmak için
yetmiyor!..
Aralarında
resmi nikâh akdi olmayanlar, “boşanma dâvâsı” açamıyorlar
meselâ!..
Evlilik yok
ki ortada, bu neyin boşanması!..
Türk Medeni
Kanunu’na göre durum böyle.
Amma
velâkin…
Örneğimizdeki
duruşmada, sevgililerden birinin diğerine şiddet uyguladığı gerekçesiyle “nafaka”yla
cezalandırılmasına karar veriliyor.
Buradaki
mevzu, “şiddet uygulama”nın cezası değil.
Türk Ceza
Kanunu’na göre, bu zaten suç.
Ortada, “sevgiliye
nafaka bağlanması” gibi bir durum var!
Tam da bu
noktaya gelmişken, haberin devamını “sevgili”, “İstanbul Sözleşmesi” ve “partner” ifadelerine
odaklanarak okuyalım isterseniz:
“Dava
dosyasına göre, Z.D., sevgilisi O. D. ile birlikte yaşıyorlardı. Z.
D. hamile olduğunu öğrendikten sonra erkek arkadaşının kendisine şiddet
uygulayıp tehdit ettiğini belirterek 6284 sayılı Yasa'daki tedbirlerin
uygulanmasını ve bu çerçevede nafakaverilmesini talep etti. Ankara 2.
Aile Mahkemesi, genç kadının başvurusunu, İstanbul Sözleşmesi'ni (Kadına
Yönelik Şiddetle ve Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Önleme Avrupa Konseyi
Sözleşmesi) esas alarak karara bağladı.
Kararda,
İstanbul Sözleşmesi'nin 3/b bendi uyarınca ‘partnerlerin’ de aile içi
şiddet tanımı içinde yer aldığına…Bu tespitler ışığında sevgilisine şiddet
uygulayan O. D.’nin 3 ay süreyle genç kadının konutuna, okula ve
işyerine yaklaşmamasına ve iletişim araçlarıyla rahatsız etmemesine, tedbir
kararı sürecince geçerli olmak üzere 300 TL nafaka ödemesine hükmetti.”
Evet…
İstanbul
Sözleşmesi zihniyetine göre, bir ilişkinin “evden uzaklaştırma ve nafaka” talebine
konu olabilmesi için, kadın ile erkeğin “evli” olmaları
gerekmiyor!..
Sevgili
olabilirler.
Bu da “evden
uzaklaştırma ve nafakaya” hükmedilebilmesi için yeterlidir.
Zira...
Buradaki, İstanbul
Sözleşmesi’nde işaret edildiği üzere, bir “partnerlik” ilişkisidir!..
“Partner” nedir?..
“Cinsel
Yönelim” nedir?
“Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği” nedir?
Bu
“Sözleşme”nin yaslandığı “felsefe” nasıl bir felsefedir?
Şunu da
unutmayalım:
Sözleşme’nin
uluslararası hukuka göre geçerli olan “orijinal metni”nde, “aile içi
şiddet" yerine…
“Ev içi
şiddet” ifadesi
var. (Convention on preventing and combating violence against women and domestic
violence)
“Ev” ile “Aile” aynı
anlama gelmiyor.
Tıpkı “Karı-Koca” ile “birlikte
yaşayan insanlar” ifadelerinin aynı anlama gelmediği gibi!..
Konular
birbirine karıştırılmasın, “ev içinde birlikte yaşayan insanlardan” biri
diğerine şiddet uyguluyorsa, bu zaten “suç”tur.
Şiddet gören
gerekli başvuruları yapıp, karşı tarafın cezalandırılmasını talep edebilir.
Amma
velâkin, Türk Medeni Kanunu, “nikah dışı birliktelikleri”, “karı-koca
ilişkileri” kapsamında görmez.
İstanbul
Sözleşmesi ise (mahkeme kararında da işaret edildiği üzere) böyle görür!..
Burada
kararı veren hakimin kusuru yoktur.
Zira,,,
Bizim
hukukumuzla, “onların hukuku” çeliştiğinde…
Anayasa’nın
90. Maddesindeki hüküm gereğince “onların hukuku” geçerlidir!..
*********************
PARTNER,
EŞLER, EBEVEYNLER!..
Mevzu çok
uzun.
Şurasını da
unutmak olmaz:
“Bizimkiler” İstanbul Sözleşmesi’nin
3. Maddesindeki "Eşler ya da partnerler arasındaki
şiddet" ifadesini, "Eşler veya ebeveynler
arasındaki şiddet" olarak tercüme ederek, durumu örfümüze
uydurmak istemişlerse de…
Sözleşme’nin bazı
maddelerinde geçen "evlilik veya ilişki", "eş
veya partner" ifadeleri değiştirilmemiştir!
Hoş,
değiştirilmiş olsaydı da, değişen bir şey olmayacaktı.
Zira…
Türkiye'nin
taraf olduğu 1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 33. Maddesi, “uluslararası
antlaşmaların uygulanmasında tercümelerin değil, orijinal metinlerin bağlayıcı
olduğunu” hükme bağlamaktadır.
Yani…
Sen nasıl
tercüme etmiş olursan ol, neyi “kendine uyarlamaya çalışmış” olursan ol,
geçerli olan, “Batı”nın “Orijinal” metnidir!..
Bu metin de
sonuna kadar bağlayıcıdır!..
Şimdi…
Gelelim
metindeki, “cinsel yönelim” muhabbetine!
Batı’nın
buradaki "cinsel yönelim" ifadesi ile,
eşcinsel bireyleri işaret ettiğini de dünya âlem bilmektedir.
Konular
birbirine karıştırılmasın diye burada da bir noktanın altını çizmek isteriz:
İstanbul
Sözleşmesi’ne karşı çıkanlar "Eşcinsel bireylere şiddet
uygulansın” filan dememektedir!
Hayır, mazluma
kimlik sorulmaz!..
Yani,
haksızlığa kim uğrarsa uğrasın, haksızlığa karşı çıkılmalıdır.
Kaldı ki…
Ortada
şiddet fiili olduğunda, bizim hukukumuz ayrım yapmamaktadır.
Yani…
Eşcinsellere
şiddet uygulanması da aynı şekilde, aynı miktarda suçtur!..
Bir başka
ifadeyle bu açıdan bireyler arasında bir farklılık yoktur.
Buradaki
mesele, “eşcinsel ilişkilerin”, “ev içi partner ilişkisi” bağlamında
değerlendirilip değerlendirilmediği!
Bu
ilişkilerin “meşrulaştırmasına” yol açılıp açılmadığı meselesidir…
Yukarıda
haberini verdiğimiz mahkeme kararının “İstanbul Sözleşmesi”ne atıfları,
batının “hedefini” ortaya koymaktadır!..
“Bizimkiler” tercüme
faslında işi kurtarmaya ve İstanbul Sözleşmesi’ni, “geleneğimizle
tamamen zıtlaştırmamaya” çalışmışlarsa da, bunu yapmak mümkün değildir!..
Zira,
Sözleşme’nin felsefesi ortadadır.
Sözleşme,
“Anadolu Kadını”nın, fıtri özelliklerini ve güzelliklerini reddetmekte, hepsini
bir “rol”e indirgeyerek, yüzyıllarca yıllık “Aile Birikimi”ni, “Batı’nın
Aile Kavramına Bakışı” doğrultusunda “yok saymakta”dır.
Sözleşme’nin
12. Maddesi’nde, “Kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak
klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer
uygulamaların KÖKÜNÜN KAZINMASI” bir hedef olarak işaret edilmektedir.
Bu iş için
de, Milli Eğitim’den sivil toplum örgütlerine, medyasına kadar bir dizi “oluşumun” birlikte
hareket edeceği vurgulanmaktadır.
Nitekim,
bugüne kadar “bu yönde” birçok adımlar atılmıştır ve atılmaktadır.
Milli
Eğitim’in “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” organizasyonları,
sivil toplum örgütlerinin bu yöndeki faaliyetleri, medyadaki “farklı cinsel
tercih” vurgulamaları, rol modellemeleri vesaire, vesaire…
*
Yazı uzadı
biliyorum.
Lâkin, gücümüz
bu kadar uzun bir meseleyi, çok daha kısa bir metinle izaha yetmiyor.
Galiba
söylediklerimizden, dile getirmek istediğimiz diğer hususlar da anlaşılmıştır.
Son söz
olarak şunları söyleyelim:
Türkiye, “kadınını,
erkeğini, çoluğunu, çocuğunu” şiddetten koruyabilmek için“Tek
Dişi Kalmış Canavar”a muhtaç kalacak kadar “çaresiz” bir
ülke değildir.
Dünkü grup
toplantısında 2021’i Mehmet Akif Ve İstiklâl Marşı Yılı ilân
ettiklerini vurgulayan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan,
Merhum Şâir’in, buradaki “Tek Dişi Kalmış Canavar”la “hangi
felsefeye” işaret ettiğini en iyi bilenlerdendir!..
Ülkemiz,
hem “şiddetle” mücadeleye, hem de Ailemizin korunmasına, katkı
sağlayacak…
Cumhurbaşkanlığı
İletişim Başkanı Sayın Fahrettin Altun’un “Eşcinsellik propagandasına
izin vermeyeceğiz!” cümlesiyle ortaya koyduğu “iradenin” hayata
geçirilmesine yardımcı olacak metinleri aziz milletimizin emrine sunabilir.
“Cennet
Anaların Ayakları Altındadır”a iman etmiş bir medeniyet coğrafyası, bu işin üstesinden
gelmelidir ve eminim ki…
Bunu
başaracaktır!..
Zira…
Malûm…
Aile
meselemiz, beka meselemizdir!..