İstanbul Sözleşmesi Abartılıyor Mu? (2)
Aile Akademisi Derneği’nin; “10 Maddede İstanbul Sözleşmesi Neden İptal Edilmelidir?” raporuna kaldığımız yeren devam ediyoruz.
2. Genel yükümlükler bölümü, Madde 12/1’de “….veya kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” denmektedir.
Burada yerleşik tüm uygulamaların ortadan kaldırılmasından bahsedilirken, yerine konması hedeflenen yeni davranış kalıpların nereden besleneceği muallakta bırakılmıştır. Kadın ve erkeğe ilişkin tanımlanacak olan yeni rollerle, başka bir toplumsal inşa süreci oluşturulmak istenmektedir. Bu yeni rollerin neler olacağı açık değil ve bu eşcinsel evliliklere kadar kadın ve erkeğe verilen alışılagelmiş rollerin değiştirilebileceği ima edilmektedir.
Sözleşmede genel yükümlülükler bölümü, Madde 12/5’te “Taraflar kültür, örf ve âdet, gelenek, din veya sözde “namus” un işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemini için mazeret oluşturmamasını sağlar.” İfadesi sözde namus algısı ile Türk toplumunun olası namus anlayışını ötelemekte hatta dinin gereği olarak dahi uygulamaları gizli bir tanımlamayla ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
Bir aile üyesinin, diğer bir aile üyesine dini veya kültürel değerler üzerinden herhangi bir müdahalesi, uyarısı şiddet olarak adlandırılması için yeterli olabilecek ve cezai müeyyideyle karşı karşıya kalınabileceklerdir.
3. Madde 3, Tanımlar, a bendinde “kadına karşı şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir.” denmektedir.
Burada ki tanımlama belirsiz ve geniş olmakla beraber kadına yönelik şiddetin önlenmesi ifadesi daha çok kadının fiziksel şiddetten veya cinsel saldırılardan korunması düşüncesini akla getirmek gibi görünse de gerçekte öyle değildir. Burada belirtilen ıstırap verebilecek olan ifadesinin neyi içerdiği belirsizdir. Aynı şekilde psikolojik şiddetten ne anlaşılacağı muğlaktır.
Bu ifadeler istismara oldukça açıktır. Sözüm ona mağdur olanın hususi değerlendirmelerine imkân tanıyacak genişlik ve ölçüdedir. Kısacası suiistimale açıktır.
Bir kişinin eşinin kıyafetlerine "karışması" ya da facebook ve twitter hesabına "karışması" şiddet olarak algılanabilecektir.
Aynı şekilde sözleşme kapsamında 18 yaşından küçük kız çocuklarının da kadın olarak tanımlandığına bakacak olursanız bir babanın kız çocuğuna ya da erkek çocuğuna giyim ve kuşam açısından vereceği telkin şiddet kapsamında değerlendirilebilecektir.
Bunlar şiddetin araçsallaştırılarak, aile ilişkilerinin ve aile temelli toplumsal yapının değiştirilmeye çalışıldığını göstermektedir. Aile kurumundaki karşılıklı sorumluluklar yok sayılmakta, eşler sadece bireysellikleriyle ele alınmaktadır.
4. (Madde 4), 3. Bendinde “… din, cinsel yönelim, cinsel kimlik…. temelinde herhangi bir ayrımcılık olmaksızın” denilmekte ve böylece güvence altına alınmıştır. Hatta LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel veya travesti) örgütleri bu sözleşmeye dayanarak, siyasi iktidarın LGBTİ haklarına dair ifadelerin ve statülerin anayasallaştırılması ve yasallaştırılması konusunda hukuki yükümlülüğü olduğunu ifade etmektedirler.
5. Sözleşme kadına yönelik şiddeti sadece toplumsal cinsiyet perspektifi üzerinden açıklamaktadır ve “Kadına karşı şiddetin yapısal özelliği toplumsal cinsiyete dayanmaktadır.” Denilerek kadına karşı şiddetin gerçek tanımlarına değinilmemektedir. Doğal olarak bu yaklaşımla da sözleşmenin ana kaygısının “Kadına Karşı Şiddet” olduğu şüphelidir.
6. Toplumsal cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesi için tek reçete olarak sunan bu Sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği indeksinde üst sıralarda olan ülkelerde, kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının niçin yüksek düzeylerde olduğunu açıklayamamaktadır. Nitekim sözleşmenin kendisi ve irtibatlı olarak çıkarılan yasa sonrasında kadına karşı şiddet önlenememiş ve bilakis artmıştır. Bu da esasında şiddetin önlenmesinde ziyade alışılagelmiş toplumsal cinsiyet algısının değiştirilmesi ve toplum yapısının bozulmasının hedeflendiği algısını ortaya koymaktadır.
7. Sözleşme kapsamında şiddete maruz bireyle şiddet uygulayan aile bireyi arasında arabuluculuğu peşinen kabul etmemekte oluşu da sözleşmenin temel amacının aile yapısını korumak olmadığı açıktır.
8. İstanbul Sözleşmesi dünyanın pek çok yerinde tepkiyle karşılanmaktadır. Çünkü; bazı maddelerde ilk akla gelen anlamlarıyla şiddetin varlığına ilişkin tespitler sunulsa da çözüm reçetesinin toplumsal cinsiyet algısına indirgenmesi ve bu maddelerdeki kavramların tanımlarının belirsizliği sözleşmenin ideolojik olduğunu ortaya koymaktadır.
9. Sözleşme kapsamında çıkan yasada iç hukukta yorum farkı oluşması durumunda iç hukukta gidilebilecek bir merci yoktur. Muhatap doğrudan Avrupa Konseyi olmaktadır. Bu durumda itirazların temel kaynağını oluşturmaktadır.
10. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadına yönelik şiddetin var olduğu, bunun gün geçtikçe arttığı görülmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini istemek; boşanmak isteyen eşlerin öldürülmesini onaylamak, aile bütünlüğünün korunması uğruna kadının can güvenliğini tehlikeye atmak, kadının yaşadığı her türlü travmatik duruma rağmen evliliği sürdürmeye zorlamak veya kadını sadece ev içi rollerle tanımlamak demek değildir.
İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini istemek şiddetin araçsallaştırılmasına karşı çıkmak, aile kurumu üzerindeki tahakkümün kalkmasını istemek demektir. Şiddetin önlenmesine ilişkin ülkemizin yerel özelliklerini ve aile kurumunun saygınlığını esas alan tedbirlerin alınması mümkündür.
Aile politikaları feminist ideolojilerin insafına bırakılamayacak kadar önemlidir. Bu nedenle Türk din, örfi adet ve ananelerine uygun yapıcı tedbirler alınması mümkündür ve bir an önce yapılmalıdır.
Buraya kadar anlatmak istediklerimiz göstermiştir ki İstanbul Sözleşmesine Hayır diyenler asla abartılı değiller. Bilakis belki de sesleri olması gerekende de az çıkmaktadır. Burada en önemli iş siyasi iradeye düşmektedir. Bu insanların haklı haykırışlarını duymalıdırlar.
Aksi takdirde gelecekte din ve ahlaki geleneklerimizin bozulması ve çökmesi kaçınılmazdır. İnanıyorum ki siyasi irade geç olmadan yaptığı hatayı fark edecek ve geri adım atacaktır. Çünkü bu tükürdüğünü yalamak değildir. Bilakis şark kurnazlığı misali uygulanmak istenen gizli ve sinsi bir planın boşa çıkarılması demektir.