Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2959.01
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Ağustos 2020

İstanbul Sözleşmesi (2)

İstanbul Sözleşmesi’nin farklı yerlerinde geçen “toplumsal cinsiyet” kavramı üzerinde durmak gerekmektedir. Bu kavramı tanımlamaya geçmeden önce, Sözleşme’de birbiriyle tezat teşkil eden anlam konseptlerine göndermede bulunduğunu belirtmeliyim öncelikle.

Sözleşme toplumsal cinsiyeti şöyle tanımlamaktadır: “Toplumsal cinsiyet”, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır.” (Madde 3/C) Buradan anlaşılan; bir toplumda biyolojik olarak değil, toplumsal anlayışlar çerçevesinde cari olan kadın ve erkeklerin konumlandırılma biçimleridir. Buna göre çok farklı toplumlarda farklı cinsiyet konumlandırmaları olduğundan farklılıklar oluşacaktır. Hatta aynı ülkenin farklı bölgelerinde de bu farklılıklar arasında ciddi mesafeler olabilir.

Sözleşmenin, “taraflar bu Sözleşmeyi tüm aile içi şiddet mağdurları için uygulamaya teşvik edilir. Taraflar bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir. (Madde 2/2)” ifadesi, bu tanıma uygun olarak kullanılmakta ve toplumda varolan negatif cinsiyetlendirmeye atıfta bulunmaktadır. Metinde bu manada oldukça fazla kullanım mevcuttur.

Fakat Sözleşme’nin ilerleyen satırlarında “toplumsal cinsiyet” kavramına başta belirtilen tanımın içeriğinden farklı bir anlam yüklendiği görülmektedir. Şu madde buna örnektir: “Taraflar bu Sözleşmenin uygulanmasına ve sözleşme hükümlerinin etkilerinin değerlendirilmesine bir toplumsal cinsiyet bakış açısı katacak ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğe ve kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalarını yaygınlaştıracak ve etkili bir biçimde uygulayacaklardır.”(Madde 6)

Toplumsal cinsiyet, kavramı cinsiyet kavramından farklı bir bağlamı içermektedir. Cinsiyet, biyolojik anlamda verili olan kadın ve erkeğe atıfta bulunmaktadır. Toplumsal cinsiyet (Gender) ise, cinsiyetlerin biyolojik değil toplumsal ve kültürel olarak kurulduğu tezinden hareketle, kültür değiştirildiği oranda cinsiyet anlayışlarının ve rollerinin de değişeceğini savunmaktadır. Bu bağlamda Simone De Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, olunur” sözü sıklıkla söylenmektedir.

Toplumsal cinsiyet bağlamında üç önemli nokta üzerinde durulmalıdır. Birincisi, Kadına karşı şiddetin toplumsal kültürden kaynaklanan bir boyutu olduğu doğrudur. Dolayısıyla şiddetin önlenmesinde bu unsurların değiştirilmesi önem taşımaktadır. Bunu önlemenin yolu, öncelikle insanların cinsiyetler arasında ayrım yapmayacak bir zihni ve kültürel arkaplana sahip olmalarıdır. İkincisi, fakat toplumsal cinsiyet kavramı giderek “kadın”lık ve “erkek”lik diyebileceğimiz biyolojik cinsiyet faktörü ile toplumsal roller arasındaki ilişkiyi tamamen reddetmekte ve neredeyse sanallaştırmaktadır.

Üçüncü önemli nokta da, toplumsal cinsiyetin göndermelerinin kendi içerisinde çeşitliliğe sahip olmasıdır. Bu bağlamda, kimi cinsiyet rollerinin değiştirilmesi önerisinden kadının ikincilleşmesinin temel sebebini evlilik olarak gören ve dolayısıyla aile ve evlenmeye karşı olan anlayışlara kadar çok geniş bir tayfta toplumsal cinsiyet kavramı temellük etmektedir. Dolayısıyla kadın ve erkek dünyalarını birbirinden tamamen ayrıştırmaya yönelik radikal tavırlar da kendilerini toplumsal cinsiyet kavramına referansta bulunarak ifade etmektedirler.

İstanbul Sözleşmesi’nde toplumsal cinsiyet kavramının ikircikli kullanımı, buradan nasıl bir toplum hedeflendiğini muğlaklaştırmaktadır. Şayet şiddetin önlenmesi temel hedefse, bunu besleyen anlayışların değiştirilmesi gerekir. Cinsiyetlere fırsat eşitliği tanımak esas olmalıdır. Fakat metin toplumsal cinsiyetin sabit pozitif bir anlamı varmış gibi kendi tanımının dışında kullanmakta; bu ise ailenin, evliliğin vb. toplumsal değerlerin nerede durduğunu muğlaklaştırmaktadır.

Bizim burada temel iddiamız, İstanbul Sözleşmesi’nin içeriğinin toplumsal değerler ile gerilim içinde olduğudur. Elbette bu kültürde ayrımcılık ve şiddeti besleyen negatif ögelerin değiştirilmesi önem arz eder. Fakat İstanbul Sözleşmesi’nin negatiflikler için önerdiği enstrümanlar toplumda bir harabiyet yaratacak türdendir.

Gelecek yazımızda da inşaallah bu enstrümanlar üzerinde duralım.