İstanbul risk altında!..
26 Ocak 2021
günü ajanslara “Fatih ve Esenyurt’a
yabancı sınırı” başlığı altında bir haber düştü. Göç İdaresi Genel
Müdürlüğü, İstanbul’un Esenyurt ve Fatih ilçelerinde yabancıların yatırım
amaçlı kısa dönem ikamet izin talepleri
ile üniversitelerde kayıtlı öğrencilerin “öğrenci
ikamet izni” talepleri hariç, ikamet izni amacıyla yapılan ilk başvuruların
15 Ocak’tan itibaren kabul edilmeyeceğini bildirdi.
Son
yıllardaki iç savaşlar dolayısıyla mitili ilk olarak Fatih’e atan göçmenler
buradaki kiraların yükselmesiyle birlikte Esenyurt’a yöneldi. Iraklı, Suriyeli,
Afganlı, İranlı, Türkmenistanlı ve Afrikalı sakinleriyle nüfusu 1 milyonu (300
bini göçmen) bulan Esenyurt’un özellikle Bağlarçeşme, Selahaddin Eyyubi ve Koza
Mahallesi birer “getto(*)”ya
dönüştü. Gece kulübünde “Miss Uganda
Güzellik Yarışması” düzenleyen Ugandalılar, kiraladıkları dükkanı kiliseye
dönüştüren Nijeryalılar, Kovid-19’a meydan okuyarak düğün yapan Suriyeliler
Esenyurt’un ismini Türkiye’nin gündemine taşıdı. Göçmenler, geldikleri yerlere
beraberinde birçok problemi de getirdi.
Peki bu
noktaya nasıl gelindi?..
*
Tunus’ta bir
seyyar satıcının kendisini yakmasıyla tetiklenen daha sonra Yemen, Libya,
Bahreyn, Mısır ve Suriye’yi ölüm tarlasına çeviren “Arap Baharı”nın başlamasının üzerinden 10 yıl geçti.
Halkların
demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıktığı iddia edilen
bu toplumsal, siyasal ve silahlı hareketten gayri meşru bir dünya peydah oldu.
Afrika’dan
Ortadoğu’ya uzanan kirli bir el özgürlük yerine, insanları yerinden yurdundan
malından, canından, evladından, sevdiklerinden etti.
Ölüm, kan ve
gözyaşı Müslüman coğrafyasının her zerresine yayıldı.
“Küresel Firavun”lar diktatör diyerek Saddam’ı, Kaddafi’yi katledip, Mursi’yi
alaşağı edip yavaş yavaş canına kıyarken, eli kanlı Esed’in ipini uzattıkça uzattı.
*
Bütün bunlar
olurken “Son Kale Türkiye” büyük
badireler atlattı.
29 Nisan
2011’de Suriye’den ilk göç dalgası, 11
Mayıs 2013’de Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde başlayan canlı bomba saldırıları,
28 Mayıs 2013’destartı verilen Taksim Gezi olayları, 2016’da tam 17 kez patlatılan seri “canlı bomba” cinayetleri, 15 Temmuz 2016’da
darbe girişimi, 24 Haziran
2018’de başkanlık sistemine geçiş sürecinde Türkiye patates ve soğanla başlayan
ve dövizle devam eden ekonomik operasyonları vs. ülkemizin beka mücadelesinde atlattığı badirelerden
sadece bir kısmı.
*
Beşşar
Esed’in Suriye’deki zulmü arttıkça Türkiye göç akınlarına maruz kaldı.
Türkiye
dünyanın en cömert ülkesiydi, bunu bir kez daha dosta düşmana gösterdi. Bu göç
dalgalarını Avrupa ülkeleri gibi dikenli tellerle önlemek yerine, “ensar-muhacir” şiarıyla hem hane, hem
de gönül kapısını sonuna kadar açtı.
“Araplar bizi arkadan hançerledi”
yaygarasına inat Anadolu irfanının bir gereği olarak insanlar sadece ekmeğini
değil, işini, aşını kendinden medet umanlarla bölüştü.
Fakat bu göç
dalgası öyle bir büyüdü ki, âdeta tsunamiye dönüştü.
Göç dalgası
Gaziantep’ten Şanlıurfa’ya, Hatay’dan Adana’ya, Mersin’den Kilis’e, Bursa’dan
İzmir’e, Kahramanmaraş’tan Mardin’e öyle bir büyüdü ki, sayıları 3 milyon 657
bine ulaştı.
*
Memleketlerindeki
iç savaş sebebiyle travma yaşayan ve “geçici
koruma statüsünde” misafir edilen mültecilerin bu süre içerisinde, 450 bin
bebeği dünyaya geldi. (Gayriresmî rakamlar bu sayının daha fazla olduğunu ifade
ediyor.)
Suriyeli
mültecilere şu ana kadar 40 milyar dolardan fazla para harcandı.
Her şeyden
önemlisi bu büyük göç dalgalarıyla birlikte Türkiye’nin demografik yapısı büyük
değişime uğradı. Özellikle de İstanbul’un.
Tâbi yoğunluklu olarak başı
Suriyeliler çektiği için hep onlar gündeme geldi. Nijeryalılar, Senegalliler,
Faslılar, Ganalılar, Gambiyalılar, Kamerunlular, Etiyopyalılar, Somalililer, Ugandalılar,
Afganistanlılar, Türkmenistanlılar, Gürcistanlılar, Özbekistanlılar, Iraklılar,
İranlılar ise mülteci dalgasının gündeme gelmeyen diğer yüzü.
*
Savaş, iç
çatışma ve yoksulluk nedeniyle ülkelerinden kaçıp başka bir ülkeye gitmek
isteyen göçmenlerin çoğu mitili İstanbul’a attı. Nijerya, Senegal, Afganistan,
Irak, Suriye, Somali ve Filistin’den gelen göçmenler Avrupa yerine İstanbul’da
kalmayı tercih etti.
Fatih,
Taksim ve Şişli’de yaşayan insanlar apartmanında, işyerinde, sokağında,
caddesinde artık kendilerini yabancı hissediyor. Öyle ki, Aksaray başta olmak
üzere bazı semtlerde gezinen yurdum insanı Arap, Afrika veya Türkî
Cumhuriyetleri’nde bulunduğu vehmine kapılıyor.
İstanbul bu
anlamda mültecilerin kuşatması altında. Türkiye’yi Avrupa’ya geçiş noktası
olarak görerek İstanbul’u mesken tutan ve burada kendilerine bir yaşam kuran
mülteciler, Avrupa’ya gitme hayalinden vazgeçti. Başta Fatih, Taksim ve Şişli
olmak üzere İstanbul’u milyonlarca Nijeryalı, Senegalli, Afganistanlı, Iraklı,
Suriyeli, Gürcistanlı, Somalili ve Filistinli göçmen mesken tuttu. Özellikle
Aksaray, Laleli, Yenikapı ve çevresinde yerleşenler burada ayrı bir dünya
oluşturdu.
*
1470 yılında
Fatih Sultan Mehmed’in emriyle İshak Paşa, Aksaray vilayeti halkının bir
bölümünü İstanbul’a nakletmişti. İstanbul’un Türkleşip İslâmlaşma sürecinde
iskânda değerlendirilmiş olan Aksaray halkı, Fatih ilçesi sınırları içinde
kalan Aksaray, Cağaloğlu, Laleli, Sofular mahallelerine yerleştirilmişti.
Mahalle kültürünü yerle yeksan eden demografik değişim bu semti de yıktı geçti.
Fazla parayı ve kirayı görenler mahallelerini terk edip kaçtı.
1991’de
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte İstanbul, “bavul ticareti” için “Laleli
Piyasası”nı mesken tutan “nataşa”ların
istilasına uğramıştı. Ticarette milyar dolarların döndüğü semt bir taraftan
parasal zenginliğin zirvesine çıkmış, diğer taraftan ise ahlâkî çöküntüde dip
yapmıştı.
Aksaray’da
Rus ve Rumen kadınlarla başlayan ahlâksızlık, farklı ülke ve renklerdeki
iffetsizlerle devam ediyor. Bir avuç kalmış bölge esnafı ve insanı her geçen
gün artan yasa dışı işlerden yaka silkiyor.
Şimdi
genelde İstanbul’un özelde Fatih’in hemen hemen bütün bölgelerine nüfuz eden
Suriyeliler hayata tutunabilmek için kendi ticaret hanelerini, kendi
gettolarını, daha doğrusu “Küçük Suriye”lerini
inşa etmeye başladı. Millet Caddesi’nde ortaya çıkan ve Vatan’da devam eden
ticari faaliyetler artarak sürdü. Tarihî Malta Çarşısı neredeyse Suriyeli
esnafların egemenliğine geçti. Basit ifadeyle İstanbul’un dili de, rengi de değişti.
*
Aslına
bakarsanız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana da göç akımları hiç
hız kesmedi. 1922 ve 1938 yılları arası Yunanistan’dan 384 bin kişi, 1923 ve
1945 yılları arası Balkanlar’dan 800 bin kişi, 1933 ve 1945 yılları arası
İkinci Dünya Savaşı sebebiyle Almanya’dan 800 kişi, 1988’de Irak’tan 51 bin 542
kişi, 1989’da Bulgaristan’dan 345 bin kişi, 1991 yılında Körfez Savaşı sonrası
Irak’tan 467 bin 489 kişi, 1992 ve 1998 yılları arası Bosna’dan 20 bin kişi,
1999’da Kosova’dan 17 bin 746 kişi, 2001’de Makedonya’dan 10 bin 500 kişi ve
Nisan 2011 ve Temmuz 2019 dönemi arası Suriye’deki iç savaş sebebiyle 3 milyon
657 bin kişi topraklarımıza göç etti. Topraklarımızda yaşayan yabancıların
toplam sayısı 5 milyonu geçti.
Son yıllarda
“ikamet izni” ile Türkiye’de yaşayan
yabancı sayısında adeta patlama yaşandı.
İçişleri
Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2019 yılında Türkiye’de
ikamet izni bulunan yabancı sayısının 938 bin 482’ye çıktı. Bu rakam 2018
yılında 856 bin 470 iken 2017 yılında da 593 bin 151 olarak kayıtlara geçti. “İkamet izni” ile Türkiye’de bulunan
yabancılardan da ilk sırayı 104 bin 444 kişiyle Irak’ın aldığı görüldü. Irak’tan sonra ise 99 bin 643 yabancı ile Suriye’nin ikinci sırada yer aldı. İlk
10’un içinde yer alan diğer ülkeler ise Türkmenistan,
Azerbaycan, İran, Afganistan, Rusya, Özbekistan, Mısır ve Kırgızistan oldu. Türkiye’deki ikamet
eden yabancı sayısı 2019 yılında 938 bin 482’ye çıktığı çıktı.
Bu göç
dalgalarının her zaman en ağır yükünü çeken İstanbul’da resmi rakamlara göre
kayıtlı 519 bin 171 Suriyeli yaşıyor.
*
“Ensarlık” ve “muhacirlik” olgusu bu topraklarda her daim bâki bir hak.
Fakat durum
bu defa çok yönlü ve izaha muhtaç…
“Küresel Firavunlar”ın kirli oyununun
piyonu olarak savaş, iç çatışma ve yoksulluğun pençesine düşürülen milyonlarca
insanlar üzerimize salındı.
Fatih Sultan
Mehmed’in müjdeli askerlerle, kadırgalarla, Şahî toplarla, kılıçlarla
fethettiği İstanbul, en büyük mülteci dalgasıyla âdeta istilaya uğradı.
Arkası
kesilmeyen kamikaze saldırılarıyla ekonomimiz çökertilmeye çalışıldı.
Ekonominin
sarsılmasıyla 2017’de “Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun Uygulanmasına İlişkin
Yönetmelikte Değişiklik Yapan” yönetmelikle Türkiye’ye 2 milyon dolar yatırım
yapan veya 1 milyon dolarlık ev alana, başka bir şart aranmaksızın vatandaşlık
verilmesinin yolu açıldı. Arkasından 2018’de yine aynı yönetmelikte yapılan
değişiklikle bu rakam1 milyon dolardan 250 bin dolara indirildi.
*
Esed’in
zulmünden kaçarak Türkiye’nin bütün bölgelerine dağılan Suriyeli mültecilerin
rehabilite edilmesi birinci ve hayati öncelik arz etmektedir. Bize sığınan bu
insanlar hem maddi, hem de manevi olarak yaralı. Vatanını, toprağını, malını,
canını, namusunu kaybetmiş. Atlatılması kolay bir durum değil.
Hem devlet,
hem de milletimiz “Şarkta bir Müslümanın
ayağına diken batsa garptaki bunu yüreğinde hissetmiyorsa gerçek iman etmiş
sayılmaz” düsturu gereği bütün mazlumlara olduğu gibi Suriyelilere de “ensar”lık kapılarını sonunu kadar açtı.
İnsanlığın ve İslâmlığın gereği olarak ekmeğini bölüştü. Fakat süreç uzadıkça
problemler çıkmaya başladı.
*
Bütün
zorluklara rağmen “muhacir ruhlu”
kalmaya çalışanlar...
Yaşadığı
topluma entegre olamayan masum görünümlü “canlı
bomba”lar...
Fahiş fiyata
kiralamak zorunda kaldıkları meskenlerinin kirasını denkleştirmek için canhıraş
çalışanlar...
İşsizlik
karşısında çözümü evini başkalarıyla paylaşarak apartman hayatını kaosa
sürükleyenler...
Kısacası
kaotik sürecin travması yeni yeni açığa çıkmaya başladı.
*
Süpermarketler
bakkalı, siteler ve gökdelenler komşuluğu, mülteciler ise mahalle kültürünü
bitirdi. Hülasa vize ile girilmesi teklif edilen İstanbul’dan “mülteci yurdu”na evrilen İstanbul’a
gelindi. Her gün biraz daha yozlaşan ve kimliksizleşen İstanbul risk altında!..
İnsanlar tedirgin. 155 çağrılarından artık emniyet güçleri bunalmış vaziyette.
Derdini milletvekiline, şehreminine, muhtarına anlatamayan vatandaş huzursuz.
*
“Toplum ve Siyaset Mühendisliği”ne
soyunarak ülkemizi dizayn etmek isteyenler fırsat kolluyor. Bunun için mülteci
manipülasyonu, sosyal medya dezenformasyonu ve terör tetikte bekliyor.
***
SOYLU 6 AY SÜRE İSTEMİŞTİ
1 Eylül 2016
tarihinden beri İçişleri Bakanlığı görevini yürüten sayın Süleyman Soylu
kangrene dönüşmeye başlayan mülteci problemini halletmek için 23 Haziran İstanbul
Büyükşehir Belediye başkanlığı seçimi öncesi milletten 6 süre istedi.
“Suriyeli
kardeşlerimize biz ev sahipliği yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Bana 6 süre
verin, bunu tüm İstanbul’a söylüyorum. Sultangazi’sinden Fatih’ine kadar,
Bakırköy’ünden Bağcılar’ına, Güngören’ine kadar, bana 6 ay süre verin, 6 ay
sonra buradaki düzenin yüzde 100’e yakın bir oranda herkes tarafından
sağlandığını herkes görecektir. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Tüm
İstanbul’dan 6 ay süre istiyorum.”
Bu açıklama
İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde sokakları adım adım gezerek
vatandaşın şikayetlerini dinleyen sayın İçişleri Bakanı Soylu tarafından
yapılmıştı. Çünkü seçim bölgesinde hangi caddede yürüse, hangi sokakta
vatandaşa kulak verse İstanbul’a mitili atan düzensiz ve kaçak göçmenlerin “getto”laşmasından şikayet ediliyordu.
Gelinen
nokta ortada...
***
KÜLTÜREL EROZYON ÇIĞ GİBİ
Seçimlerden
hemen sonra çiçeği burnundaki Fatih Belediye Başkanı sayın Mehmet Ergün Turan
beyefendi ile sohbet etme fırsatım olmuştu.
31 Mart
seçim günü başkanlığını ilk tebrik edenlerden olmanın rahatlığıyla, “Sayın başkanım her ne kadar 25
yıldır yerel yönetimler olarak AK Parti İstanbul’da iktidar olsa da, Fatih
Belediye Başkanı olarak “işiniz zor”
diyerek söze başlayıp, arkasından
da “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık
Toplu Konut İdaresi (TOKİ) eski Başkanı olarak sizin binaları inşa etmedeki
maharetlerinizi biliyoruz. Ancak Fatih’te çığ gibi büyüyen demografik ve
kültürel erozyona biran önce çözüm üretmenizi bekliyoruz. Binalar yıkılır-yapılır,
fakat nesil bozulursa onun çaresi yok...” diyerek büyüyen sıkıntıya dikkat
çekmiştim.
Başkan
söylediklerimi önemsediklerini, bununla ilgili acil çözüm üretmek için hem
masada, hem de sahada büyük bir gayret sarf edeceklerini ifade etmişti.
Aradan yıllar geçti, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü nihayet “kötü gidişata dur” demek için bir adım atıldığını kamuoyuna deklare etti.
Hamiş:
(*) Getto: Bir kentin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne genel olarak verilen ad.