Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Ocak 2021

İstanbul risk altında!..

26 Ocak 2021 günü ajanslara “Fatih ve Esenyurt’a yabancı sınırı” başlığı altında bir haber düştü. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul’un Esenyurt ve Fatih ilçelerinde yabancıların yatırım amaçlı kısa dönem ikamet izin talepleri ile üniversitelerde kayıtlı öğrencilerin “öğrenci ikamet izni” talepleri hariç, ikamet izni amacıyla yapılan ilk başvuruların 15 Ocak’tan itibaren kabul edilmeyeceğini bildirdi.

Son yıllardaki iç savaşlar dolayısıyla mitili ilk olarak Fatih’e atan göçmenler buradaki kiraların yükselmesiyle birlikte Esenyurt’a yöneldi. Iraklı, Suriyeli, Afganlı, İranlı, Türkmenistanlı ve Afrikalı sakinleriyle nüfusu 1 milyonu (300 bini göçmen) bulan Esenyurt’un özellikle Bağlarçeşme, Selahaddin Eyyubi ve Koza Mahallesi birer “getto(*)”ya dönüştü. Gece kulübünde “Miss Uganda Güzellik Yarışması” düzenleyen Ugandalılar, kiraladıkları dükkanı kiliseye dönüştüren Nijeryalılar, Kovid-19’a meydan okuyarak düğün yapan Suriyeliler Esenyurt’un ismini Türkiye’nin gündemine taşıdı. Göçmenler, geldikleri yerlere beraberinde birçok problemi de getirdi.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?..

*

Tunus’ta bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla tetiklenen daha sonra Yemen, Libya, Bahreyn, Mısır ve Suriye’yi ölüm tarlasına çeviren “Arap Baharı”nın başlamasının üzerinden 10 yıl geçti.

Halkların demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıktığı iddia edilen bu toplumsal, siyasal ve silahlı hareketten gayri meşru bir dünya peydah oldu.

Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan kirli bir el özgürlük yerine, insanları yerinden yurdundan malından, canından, evladından, sevdiklerinden etti.

Ölüm, kan ve gözyaşı Müslüman coğrafyasının her zerresine yayıldı.

Küresel Firavun”lar diktatör diyerek Saddam’ı, Kaddafi’yi katledip, Mursi’yi alaşağı edip yavaş yavaş canına kıyarken, eli kanlı Esed’in ipini uzattıkça uzattı.

*

Bütün bunlar olurken “Son Kale Türkiye” büyük badireler atlattı.

29 Nisan 2011’de Suriye’den ilk göç dalgası, 11 Mayıs 2013’de Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde başlayan canlı bomba saldırıları, 28 Mayıs 2013’destartı verilen Taksim Gezi olayları, 2016’da tam 17 kez patlatılan seri “canlı bomba” cinayetleri, 15 Temmuz 2016’da darbe girişimi, 24 Haziran 2018’de başkanlık sistemine geçiş sürecinde Türkiye patates ve soğanla başlayan ve dövizle devam eden ekonomik operasyonları vs. ülkemizin beka mücadelesinde atlattığı badirelerden sadece bir kısmı.

*

Beşşar Esed’in Suriye’deki zulmü arttıkça Türkiye göç akınlarına maruz kaldı.

Türkiye dünyanın en cömert ülkesiydi, bunu bir kez daha dosta düşmana gösterdi. Bu göç dalgalarını Avrupa ülkeleri gibi dikenli tellerle önlemek yerine, “ensar-muhacir” şiarıyla hem hane, hem de gönül kapısını sonuna kadar açtı.

Araplar bizi arkadan hançerledi” yaygarasına inat Anadolu irfanının bir gereği olarak insanlar sadece ekmeğini değil, işini, aşını kendinden medet umanlarla bölüştü.

Fakat bu göç dalgası öyle bir büyüdü ki, âdeta tsunamiye dönüştü.

Göç dalgası Gaziantep’ten Şanlıurfa’ya, Hatay’dan Adana’ya, Mersin’den Kilis’e, Bursa’dan İzmir’e, Kahramanmaraş’tan Mardin’e öyle bir büyüdü ki, sayıları 3 milyon 657 bine ulaştı.

*

Memleketlerindeki iç savaş sebebiyle travma yaşayan ve “geçici koruma statüsünde” misafir edilen mültecilerin bu süre içerisinde, 450 bin bebeği dünyaya geldi. (Gayriresmî rakamlar bu sayının daha fazla olduğunu ifade ediyor.)

Suriyeli mültecilere şu ana kadar 40 milyar dolardan fazla para harcandı.

Her şeyden önemlisi bu büyük göç dalgalarıyla birlikte Türkiye’nin demografik yapısı büyük değişime uğradı. Özellikle de İstanbul’un.

Tâbi yoğunluklu olarak başı Suriyeliler çektiği için hep onlar gündeme geldi. Nijeryalılar, Senegalliler, Faslılar, Ganalılar, Gambiyalılar, Kamerunlular, Etiyopyalılar, Somalililer, Ugandalılar, Afganistanlılar, Türkmenistanlılar, Gürcistanlılar, Özbekistanlılar, Iraklılar, İranlılar ise mülteci dalgasının gündeme gelmeyen diğer yüzü.

*

Savaş, iç çatışma ve yoksulluk nedeniyle ülkelerinden kaçıp başka bir ülkeye gitmek isteyen göçmenlerin çoğu mitili İstanbul’a attı. Nijerya, Senegal, Afganistan, Irak, Suriye, Somali ve Filistin’den gelen göçmenler Avrupa yerine İstanbul’da kalmayı tercih etti.

Fatih, Taksim ve Şişli’de yaşayan insanlar apartmanında, işyerinde, sokağında, caddesinde artık kendilerini yabancı hissediyor. Öyle ki, Aksaray başta olmak üzere bazı semtlerde gezinen yurdum insanı Arap, Afrika veya Türkî Cumhuriyetleri’nde bulunduğu vehmine kapılıyor.

İstanbul bu anlamda mültecilerin kuşatması altında. Türkiye’yi Avrupa’ya geçiş noktası olarak görerek İstanbul’u mesken tutan ve burada kendilerine bir yaşam kuran mülteciler, Avrupa’ya gitme hayalinden vazgeçti. Başta Fatih, Taksim ve Şişli olmak üzere İstanbul’u milyonlarca Nijeryalı, Senegalli, Afganistanlı, Iraklı, Suriyeli, Gürcistanlı, Somalili ve Filistinli göçmen mesken tuttu. Özellikle Aksaray, Laleli, Yenikapı ve çevresinde yerleşenler burada ayrı bir dünya oluşturdu.

*

1470 yılında Fatih Sultan Mehmed’in emriyle İshak Paşa, Aksaray vilayeti halkının bir bölümünü İstanbul’a nakletmişti. İstanbul’un Türkleşip İslâmlaşma sürecinde iskânda değerlendirilmiş olan Aksaray halkı, Fatih ilçesi sınırları içinde kalan Aksaray, Cağaloğlu, Laleli, Sofular mahallelerine yerleştirilmişti. Mahalle kültürünü yerle yeksan eden demografik değişim bu semti de yıktı geçti. Fazla parayı ve kirayı görenler mahallelerini terk edip kaçtı.

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte İstanbul, “bavul ticareti” için “Laleli Piyasası”nı mesken tutan “nataşa”ların istilasına uğramıştı. Ticarette milyar dolarların döndüğü semt bir taraftan parasal zenginliğin zirvesine çıkmış, diğer taraftan ise ahlâkî çöküntüde dip yapmıştı.

Aksaray’da Rus ve Rumen kadınlarla başlayan ahlâksızlık, farklı ülke ve renklerdeki iffetsizlerle devam ediyor. Bir avuç kalmış bölge esnafı ve insanı her geçen gün artan yasa dışı işlerden yaka silkiyor.

Şimdi genelde İstanbul’un özelde Fatih’in hemen hemen bütün bölgelerine nüfuz eden Suriyeliler hayata tutunabilmek için kendi ticaret hanelerini, kendi gettolarını, daha doğrusu “Küçük Suriye”lerini inşa etmeye başladı. Millet Caddesi’nde ortaya çıkan ve Vatan’da devam eden ticari faaliyetler artarak sürdü. Tarihî Malta Çarşısı neredeyse Suriyeli esnafların egemenliğine geçti. Basit ifadeyle İstanbul’un dili de, rengi de değişti.

*

Aslına bakarsanız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana da göç akımları hiç hız kesmedi. 1922 ve 1938 yılları arası Yunanistan’dan 384 bin kişi, 1923 ve 1945 yılları arası Balkanlar’dan 800 bin kişi, 1933 ve 1945 yılları arası İkinci Dünya Savaşı sebebiyle Almanya’dan 800 kişi, 1988’de Irak’tan 51 bin 542 kişi, 1989’da Bulgaristan’dan 345 bin kişi, 1991 yılında Körfez Savaşı sonrası Irak’tan 467 bin 489 kişi, 1992 ve 1998 yılları arası Bosna’dan 20 bin kişi, 1999’da Kosova’dan 17 bin 746 kişi, 2001’de Makedonya’dan 10 bin 500 kişi ve Nisan 2011 ve Temmuz 2019 dönemi arası Suriye’deki iç savaş sebebiyle 3 milyon 657 bin kişi topraklarımıza göç etti. Topraklarımızda yaşayan yabancıların toplam sayısı 5 milyonu geçti.

Son yıllarda “ikamet izni” ile Türkiye’de yaşayan yabancı sayısında adeta patlama yaşandı.

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2019 yılında Türkiye’de ikamet izni bulunan yabancı sayısının 938 bin 482’ye çıktı. Bu rakam 2018 yılında 856 bin 470 iken 2017 yılında da 593 bin 151 olarak kayıtlara geçti. “İkamet izni” ile Türkiye’de bulunan yabancılardan da ilk sırayı 104 bin 444 kişiyle Irak’ın aldığı görüldü. Irak’tan sonra ise 99 bin 643 yabancı ile Suriye’nin ikinci sırada yer aldı. İlk 10’un içinde yer alan diğer ülkeler ise Türkmenistan, Azerbaycan, İran, Afganistan, Rusya, Özbekistan, Mısır ve Kırgızistan oldu. Türkiye’deki ikamet eden yabancı sayısı 2019 yılında 938 bin 482’ye çıktığı çıktı.

Bu göç dalgalarının her zaman en ağır yükünü çeken İstanbul’da resmi rakamlara göre kayıtlı 519 bin 171 Suriyeli yaşıyor.

*

Ensarlık” ve “muhacirlik” olgusu bu topraklarda her daim bâki bir hak.

Fakat durum bu defa çok yönlü ve izaha muhtaç…

Küresel Firavunlar”ın kirli oyununun piyonu olarak savaş, iç çatışma ve yoksulluğun pençesine düşürülen milyonlarca insanlar üzerimize salındı.

Fatih Sultan Mehmed’in müjdeli askerlerle, kadırgalarla, Şahî toplarla, kılıçlarla fethettiği İstanbul, en büyük mülteci dalgasıyla âdeta istilaya uğradı.

Arkası kesilmeyen kamikaze saldırılarıyla ekonomimiz çökertilmeye çalışıldı.

Ekonominin sarsılmasıyla 2017’de “Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapan” yönetmelikle Türkiye’ye 2 milyon dolar yatırım yapan veya 1 milyon dolarlık ev alana, başka bir şart aranmaksızın vatandaşlık verilmesinin yolu açıldı. Arkasından 2018’de yine aynı yönetmelikte yapılan değişiklikle bu rakam1 milyon dolardan 250 bin dolara indirildi.

*

Esed’in zulmünden kaçarak Türkiye’nin bütün bölgelerine dağılan Suriyeli mültecilerin rehabilite edilmesi birinci ve hayati öncelik arz etmektedir. Bize sığınan bu insanlar hem maddi, hem de manevi olarak yaralı. Vatanını, toprağını, malını, canını, namusunu kaybetmiş. Atlatılması kolay bir durum değil.

Hem devlet, hem de milletimiz “Şarkta bir Müslümanın ayağına diken batsa garptaki bunu yüreğinde hissetmiyorsa gerçek iman etmiş sayılmaz” düsturu gereği bütün mazlumlara olduğu gibi Suriyelilere de “ensar”lık kapılarını sonunu kadar açtı. İnsanlığın ve İslâmlığın gereği olarak ekmeğini bölüştü. Fakat süreç uzadıkça problemler çıkmaya başladı.

*

Bütün zorluklara rağmen “muhacir ruhlu” kalmaya çalışanlar...

Yaşadığı topluma entegre olamayan masum görünümlü “canlı bomba”lar...

Fahiş fiyata kiralamak zorunda kaldıkları meskenlerinin kirasını denkleştirmek için canhıraş çalışanlar...

İşsizlik karşısında çözümü evini başkalarıyla paylaşarak apartman hayatını kaosa sürükleyenler...

Kısacası kaotik sürecin travması yeni yeni açığa çıkmaya başladı.

*

Süpermarketler bakkalı, siteler ve gökdelenler komşuluğu, mülteciler ise mahalle kültürünü bitirdi. Hülasa vize ile girilmesi teklif edilen İstanbul’dan “mülteci yurdu”na evrilen İstanbul’a gelindi. Her gün biraz daha yozlaşan ve kimliksizleşen İstanbul risk altında!.. İnsanlar tedirgin. 155 çağrılarından artık emniyet güçleri bunalmış vaziyette. Derdini milletvekiline, şehreminine, muhtarına anlatamayan vatandaş huzursuz.

*

Toplum ve Siyaset Mühendisliği”ne soyunarak ülkemizi dizayn etmek isteyenler fırsat kolluyor. Bunun için mülteci manipülasyonu, sosyal medya dezenformasyonu ve terör tetikte bekliyor.

***

SOYLU 6 AY SÜRE İSTEMİŞTİ

1 Eylül 2016 tarihinden beri İçişleri Bakanlığı görevini yürüten sayın Süleyman Soylu kangrene dönüşmeye başlayan mülteci problemini halletmek için 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı seçimi öncesi milletten 6 süre istedi.

“Suriyeli kardeşlerimize biz ev sahipliği yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Bana 6 süre verin, bunu tüm İstanbul’a söylüyorum. Sultangazi’sinden Fatih’ine kadar, Bakırköy’ünden Bağcılar’ına, Güngören’ine kadar, bana 6 ay süre verin, 6 ay sonra buradaki düzenin yüzde 100’e yakın bir oranda herkes tarafından sağlandığını herkes görecektir. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Tüm İstanbul’dan 6 ay süre istiyorum.”

Bu açıklama İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde sokakları adım adım gezerek vatandaşın şikayetlerini dinleyen sayın İçişleri Bakanı Soylu tarafından yapılmıştı. Çünkü seçim bölgesinde hangi caddede yürüse, hangi sokakta vatandaşa kulak verse İstanbul’a mitili atan düzensiz ve kaçak göçmenlerin “getto”laşmasından şikayet ediliyordu.

Gelinen nokta ortada...

***

KÜLTÜREL EROZYON ÇIĞ GİBİ

Seçimlerden hemen sonra çiçeği burnundaki Fatih Belediye Başkanı sayın Mehmet Ergün Turan beyefendi ile sohbet etme fırsatım olmuştu.

31 Mart seçim günü başkanlığını ilk tebrik edenlerden olmanın rahatlığıyla, “Sayın başkanım her ne kadar 25 yıldır yerel yönetimler olarak AK Parti İstanbul’da iktidar olsa da, Fatih Belediye Başkanı olarak “işiniz zor” diyerek söze başlayıp, arkasından da “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) eski Başkanı olarak sizin binaları inşa etmedeki maharetlerinizi biliyoruz. Ancak Fatih’te çığ gibi büyüyen demografik ve kültürel erozyona biran önce çözüm üretmenizi bekliyoruz. Binalar yıkılır-yapılır, fakat nesil bozulursa onun çaresi yok...” diyerek büyüyen sıkıntıya dikkat çekmiştim.

Başkan söylediklerimi önemsediklerini, bununla ilgili acil çözüm üretmek için hem masada, hem de sahada büyük bir gayret sarf edeceklerini ifade etmişti.

Aradan yıllar geçti, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü nihayet “kötü gidişata dur” demek için bir adım atıldığını kamuoyuna deklare etti.

Hamiş:

(*) Getto: Bir kentin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne genel olarak verilen ad.