İsrail'in suikastlar zinciri ve İsmail Haniye
İsrail bir kez daha terörist bir organizasyon olduğunu utanmadan, sıkılmadan gayet şımarık bir cüretkârlıkla dünyanın gözünün içine baka baka ispat etti. Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye, İran cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için gittiği Tahran’da İsrail tarafından düzenlenen bir suikast neticesinde şehit edildi. Daha olayın yankıları devam ederken bu kez de Batı Şeria'nın Tulkerim kentinde bir otomobile düzenlediği hava saldırısında Kassam komutanı Heysem Nureddin Bıleydi ve beş kişiyi daha şehit etti.
Netanyahu, tehdit dolu açıklamasında Haniye'den doğrudan bahsetmeden "İsrail'e dokunan herkesin kanı dökülür. Nerden olursa olsun bize karşı yapılacak herhangi bir saldırganlığın bedelini ağır ödeteceğiz. İran’ın vekillerine ezici darbeler indirdik. Dün Lübnan'da Nasrallah'ın yardımcısını öldürdük. Önümüzde zorlu günler var ve zor günler bizi bekliyor." dedi.
İsrail daha öncede Hamas'ın ruhani lideri Ahmed Yassin ve Hamas'ın askeri lideri Yahya Ayyaş’ı da şehit etmişti. Hamas'ın eski lideri Halid Meşal de Ürdün'de Mossad ajanlarının başarısızlıkla sonuçlanan spreyli saldırısına uğramış ve ölümden dönmüştü.
New York Times’ın yazdığı iddialara göre Haniye suikastı; İran Devrim Muhafızları tarafından korunan Haniye’nin kaldığı belirlenen odaya 2 ay önce yerleştirilen uzaktan kumandalı bir bomba ile gerçekleştirildi.
Bu bir suikastın yapılmasında bir güvenlik zafiyeti olduğu iddiaları da gündemdeki yerini aldı. Yapılan yorumlar arasında İsrail’in İran’ı Ortadoğu’nun tamamında çıkarmak istediği savaşa çekmek istediği de var. Ancak her nedense İran ile İsrail’in muvazaa içinde olduğu kanısı daha hâkim… Zira İran’ın attığı her adım ABD ve İsrail’in işine yaradı.
İsrail, kuruluşundan beri kurduğu gizli örgütlerinin icra ettiği kanlı terör eylemleriyle maruf… Uluslararası hiçbir kuralı tanımadan yaptığı insanlık dışı eylemlerini de büyük şeytan Amerika’nın her dem desteği ile Birleşmişler Milletler nezdinde de hiçbir zaman ciddi bir yaptırıma maruz kalmadan devam ettiriyor.
Bayağı kabarık bir suikast geçmişi var İsrail’in. Geçmişe baktığımızda 1917 yılında fiilen işgal edilen Filistin’de İngilizlerin de marifetiyle adım adım bir İsrail inşa edildiğini görüyoruz. Yaşanan gelişmeler neticesinde 1947 yılında BM, Filistin’in geleceği için Yahudiler ve Araplar arasında bölünmüş iki devletli bir yapıyı önerdi. Aslında ilk bakışta makul gibi görünen bu kararın detayında ise Yahudilere Filistin'in en verili topraklarını içine alan %56'lık bölümü verilirken Araplara ise Filistin’in çoğu çölden oluşan verimsiz alanları bırakılıyordu. Kudüs’e ise özerk ve ortak bir statü veriliyordu. Bu karar aslında Yahudi işgalini resmen kabul etmekten ve Arapları yok saymaktan ibaret bir durumdu. Haklı olarak Filistinliler karar karşı çıktı. BM’de arabulucu olarak İsveç Kral’ı V. Gustave’ı görevlendirdi.
Bu sırada hesapta olmayan bir olay yaşandı. V. Gustave’ın yeğeni Kont Bernadotte Kudüs’ün Araplarda kalması gerektiğini deklare etti. Bu açıklamanın ardından da 17 Eylül 1948'de Yahudi militanlarca öldürüldü.
Yahudiler 14 Mayıs 1948'de tek taraflı olarak İsrail Devleti'ni ilan ettiler. Dönemin ABD Başkanı Truman bu bağımsızlık ilanından sadece 11 dakika sonra yeni kurulan İsrail Devleti'ni tanıdıklarını açıkladı. Bir gün sonra Sovyetler Birliği de İsrail’i tanıdı. İnönü’nün Cumhurbaşkanı, Prof. Dr. Hasan Saka’nın Başbakan olduğu Türkiye ise 24 Mart 1949 tarihinde İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke olarak tarihe geçti. Türkiye, İsrail’i tanıyan 44. ülke idi.
İsrail’in katliamları ve suikastları durmak bilmedi. İsrail kanlı ellerini ülkemize de uzatmaktan çekinmedi. Türkiye’de yaşanan en gizemli suikast, Theodor Herzl'in günlüklerinden hareketle Siyonizm’i ve İsrail'in kuruluşunu incelemeye başlayan ve bu günlükleri Türkiye ve Siyonizm isimli bir kitapta yayınlayan Doç. Dr. Yaşar Kutluay’a düzenlenen suikasttır.
Kutluay, 12 Aralık 1969 günü arkadaşı Avukat Erhan Löker ile birlikte yanlarında usta bir balıkçı hemşehrisi olduğu halde Silifke’den bir motorla balığa çıkarlar ama geri dönemezler. Ailenin müracaatı üzerine Mersin’den gelen donanmaya ait gemiler denizi didik eder, balıkçı motorları koylarda ağlarla tarama yapar, uçaklar Kıbrıs'a kadar tüm denizi havadan tarar. Ama ne denizde motorun battığını gösteren bir yağ sızıntısı, ne sahilde batan tekneden kıyıya vuran gemi kalıntısı ne de üç kişiye ait bir şey bulunur. Ailenin özel bağlantıları ile üst rütbeli bir askeri hâkim ve istihbarat teşkilâtında görev yapan bir aile dostu da olayın peşine düşer. Resmi olarak doğrulanamayan haberlere göre tekne Kıbrıs açıklarında Rumlara yakalanmıştır. Yaşar Kutluay ve arkadaşları Rumların elindedir. Devlet gayri resmi girişimlerle onları geri almaya çalışsa da bu gerçekleşmez. Fırtınadan tam altı ay sonra Haziran 1970'de Liman Kalesi koyunda karaya 60 metre mesafede tekne bulunur. Oysa bu mıntıka olaydan sonra mükerreren taranmıştır. Aslında tekne oraya yeni bırakılmıştır. Motorda kime ait olduğu bilinmeyen kan izleri de bulunmuştur. Daha sonra Kutluay’ın İsrail gizli istihbaratınca metroda öldürülüp cesedinin denize atıldığı fısıldanır kulaktan kulağa.
Filistin direnişinin önemli isimlerinden Ebu Cihad lakaplı Halil İbrahim el-Vezir’i de 16 Nisan 1986'da Tunus'taki evinde iken sahilden botlarla gelen Mossad ajanlarının gerçekleştirdiği bir suikastla eşinin ve oğlunun yanında öldürüldü. Bu olay ile Yaşar Kutluay suikastı arasında müthiş bir benzerlik vardır.
Evet, İsrail denince akla hep vahşet, katliam, suikast ve zulüm gelir. Bu terör örgütü en kısa sürede layık olduğu akıbet ile yüzleşir inşallah.