Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İsrail'in krizi

Hamas, yahudilerin önemli bir bayramının ardından yine önemli bir gün olan Cumartesi İsrail’e karşı atağa geçti. Bu cesamette ilk defa olan ve planlanmış olduğu anlaşılan Hamas’ın saldırısının İsrail’de büyük bir şok etkisi yaptığı kesin.

Her halükarda saldırı ve dolayısıyla kontrol üstünlüğünü elinde bulunduran İsrail için bu saldırı, artık durumların değişebildiğini gösterdiği gibi İsrail’in var olan imajının da ciddi olarak yara almasını sonuçlanmıştır. Bundan sonra İsrail saldırılarını ne kadar artırırsa artırsan, artık kendisine “derinden dokunulmuş”tur.

Bu olayın gerçekleşme biçimi ve ardından gelen sürece dair yorumlar yapılmaya devam etmektedir. Açıklamalar birbirini takip ederken, bazı yorumların bu meselenin tarihsel derinliklerden gelen aslını ve önemini kavrayamadıkları anlaşılmaktadır. Öncelikle Filistin halkına on yıllardır hayat hakkı tanımaksızın her fırsatta saldıran bir İsrail dünyanın karşısında durmaktadır. Bu gerçeğin asla unutulmaması gerekir.

Meseleyi daha iyi anlayabilmek ve Kudüs merkezli toprakların İsrail için niçin vazgeçilmez olduğunu kavrayabilmek için Yahudi teolojisine yani Tevrat’a ciddi olarak bakmak gerekir. Birinci olarak, Yahve sadece yahudilerin tanrısıdır. Dolayısıyla gerçekte orijinalinden bir müddet sonra dönüşerek sadece yahudilerin ulusal tanrısı haline gelmiştir.

İkincisi, Yahudiler kendi teolojileri açısından seçilmiş millet olup, dünyadaki diğer insanlardan (Yahudi olmayan goyimlerden) üstün olduklarına inanırlar. Bu seçilmiş millet, Tanrı Yahve’nin bir şekilde dünyadaki hedeflerini yerine getirecek, diğer milletler üzerine kesin bir zafer elde edecektir.

Üçüncüsü, yahudiler için Tanrı “arz-ı mevud” olarak isimlendirilen toprakları vadetmiştir ki, bunlar Nil’den Fırat’a kadar uzanan coğrafyayı kapsamaktadır. Bu yahudiler için sonuna kadar uğraştıkları bir hedeftir.

Dördüncüsü, Aslında Kudüs üç büyük din için tarihsel ve sosyolojik bağlamda önem taşımaktadır. Hz.İsa’nın doğum yeri ve nihayetinde birçok peygamberin mücadelesinin geçtiği ve Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapan Kudüs yahudiler için merkezi önemdedir. Bu sebeple, Kudüs’ü hedefleyerek Osmanlı’nın zayıflamasından istifade ile hareket geçmişler ve nihayetinde 1948 yılında İsrail Devleti’ni kurmuşlardır. Fakat bunu bugün bir işgal ile devam ettirmektedir.

Beşincisi, Yahudi şeriati yahudiler için sıkı takip edilen dini normlardır. Zaten içine kapalı bir cemaat hüviyetinde olan yahudiler gündelik hayatlarının tüm alanlarında bu normların takip edilmesini sağlamaktadırlar.

Tüm bunları bir bütünsellik içerisinde düşündüğünüzde, yahudiler uzlaşısı olmayan temel hedeflerine kilitlenmiş, bu konuda siyasi, askeri, sosyal ve kültürel adımlar atan bir topluluk olarak öncelikle İsrail’de tecessüm etmişlerdir. Nitekim bugüne kadar dünyanın çok farklı yerlerindeki yahudileri İsrail’e yerleştirmişlerdir. Bir yandan kendi nüfuslarını artırırken, diğer yandan Filistinlileri azaltmaya çalışmaktadırlar.

Buradan yola çıkarak İsrail’in barış içinde “birlikte yaşama” gibi bir uzlaşma noktasına son derece uzak olduğu pratiklerinden anlaşılmaktadır. 1993 Oslo antlaşması yapılmış olmasına rağmen (ki bu antlaşma eşit koşullar yaratmıyordu), bu antlaşma da hayat bulmadı. İzak Rabin antlaşma dönüşünde İsrail’de bir Yahudi tarafından suikast sonucu öldürülmüştü.

“Nil’den Fırat’a” kadar geniş bir coğrafyayı Tanrı’nın kendilerine vaadi olarak gören İsrail, acaba bunu nasıl bir barış içinde gerçekleştirmeyi planlıyor? Bu coğrafyada yer alan ülkeler ve toplumlar ile onların hinterlandında yer alan ülkeler bir barıştan emin mi olacaklar? Yoksa kendilerine bir tehdit mi hissedecekler?