İsrail'in gaspçı Lübnan planı
İsrail saldırganlığının yakın coğrafyamızda yayılması, ‘’Arap Baharından’’ sonra, bölge devletlerinin egemenliğini zayıflattı. ‘’Vekâlet savaşı’’ anlayışının bir dış politika ve güvenlik aracı olarak kullanılması ‘’Ortadoğu’’ coğrafyasını her zamankinden daha tehlikeli bir hâle getirdi. Bu durum, Türkiye’nin jeopolitik manzarasını derinden etkilemektedir.
Bugün
İsrail’in bölgede işlediği vahşeti, 23 Eylül 2020 tarihinde ‘’İsrail’in Gaspçı
Lübnan Planı’’ başlıklı yazımızda öngörmüştük. Bu nedenle bundan tam dört yıl
önce öngördüğümüz yazımızı tekrar ilginize sunuyorum:
‘’Lübnan’’ ismi Aramice
kökenli olup anlamı beyaz demektir. Araştırmacılar, Lübnan’a ‘’beyazlar
ülkesi’’ denmesinin nedeni dağların zirvelerinde hiçbir zaman karın eksik
olmamasından kaynaklandığını belirtmekteler.
Lübnan, Antik çağda yaşayan Fenikelilerden modern Lübnan devletinin
kurulmasına uzanan sürece kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır.
Lübnan’ın tarihi incelendiğinde tüm bunların kültürel, siyasal ve dinsel
mirasının günümüze taşınmasında önemli rol oynadığı anlaşılacaktır.
Lübnan’ın jeopolitik konumu ‘’dışta’’ tarih boyunca bölgesel ve
küresel güçlerin mücadele alanı yaparken, farklı inanç, kültür ve ırklardan
oluşan nüfus yapısı ise, rekabet eden güçlerin ‘’içte’’ zemin
bulmasını kolaylaştırmıştır.
Bu bağlamda Prof. Dr. Meliha Altunışık’ın ‘’Lübnan’’ isimli
kitabı bize nüfus yapısıyla ilgili şu bilgileri vermektedir: ‘’Sur şehrine
gittiğinizde Şiiler, Sur limanına indiğinizde Hristiyanlar karşılar sizi. Kuzey
Lübnan topraklarına çıktığınızda Sünniler, ardından İsmaillileri ve Alevileri
görürsünüz. Zgarta bölgesinde Marunî Hıristiyanlar, Suriye sınırına doğru
ilerlediğinizde Türk köyleriyle karşılaşırsınız’’
Günümüzde Lübnan’daki Sünnilerin hamiliğini Suudi Arabistan, Şiilerin
İran, Ermeni ve Marunîlerin Fransa yapmaktadır. Birbirinden farklı çıkarlara
sahip bu ülkelerin her biri Lübnan’ı bir tarafa çekmeye çalıştığından dolayı,
ülke büyük zarar görmektedir.
Bu fırsatı değerlendirmek isteyen İsrail, Lübnan Karasularında keşfedilen
zengin enerji kaynaklarına çökmeye çalışmaktadır. İsrail’in bu amacını daha önce
birçok kez dile getirmiştik.
Fransa’nın Marunîlerle olan tarihsel bağlarını iyi bilen
İsrail, siyasi olarak Fransa Üzerinden, diplomatik olarak da
ABD üzerinden, ekonomik ve psikolojik olarak ta körfezdeki kabile
şefleri üzerinden Lübnan’ı sıkıştırmak istemektedir.
Netanyahu’nun bu şeflerle Beyaz Saray’da poz vermelerinin bir nedeni de,
körfezin ekonomik desteğine muhtaç olan Lübnan’a ‘’bak bunlar artık
avucumdadır’’ mesajını vermektedir. Lübnan-İsrail karasularındaki
ihtilafın çözülememesinin temel nedeni, İsrail, konunun sadece ABD’nin
arabuluculuğunda, Lübnan ise, BM’n nezdinde müzakerelerin yapılmasını
istemektedir.
12 ve 19 Şubat 2020 tarihlerinde Türkiye’nin Lübnan’la bir anlaşma
yapması gerektiğini yazmıştık. Uluslararası ilişkiler alanında çalışan bazı
akademisyen dostların bize gönderdikleri mesajda ‘’böyle bir anlaşmanın mümkün
olamayacağını’’ belirtmişlerdi. Ancak Cihat Yaycı Paşanın ‘’Doğu Akdeniz’in
Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye’’ isimli kitabını okuyunca daha kapsayıcı
önerilerin Cihat Paşa tarafından da yapıldığını gördük. O günlerde yapılan
önerilerin önemi bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Önümüzdeki süreçte İsrail,
ABD’nin de desteğiyle Lübnan’a daha çok baskı yapmasını talep edecektir.
İsrail, kirli plan ve ittifaklarla ‘’Beyazlar ülkesi’’ anlamına
gelen ‘’Lübnan’’ halkının karasularındaki
zenginliklerini gasp ederek bahtını ve ufkunu karartmak istemektedir.
Türkiye, Lübnan konusundaki önerimizi tekrar düşünmelidir. Zira Lübnan
konusu hem bölge açısından hem Türkiye açısından hem de KKTC açısından hiç
olmadığı kadar yeni risk ve fırsatlar dönemi anlamına gelmektedir.’’ (23 Eylül
2020 Milat)
Bugün Lübnan semalarında yükselen siyah dumanlar, ne acıdır ki ‘’Beyazlar
ülkesinin’’ bahtını ve ufkunu karartmaktadır. Ancak her zaman vurguladığımız
gibi bu bir kader değildir, alternatif bir gelecek kurmak her zaman mümkündür.