İsrail'deki polis terörü ve ABD-İsrail hattı üzerine… Bir garip yazı!
Hafta sonu…
“Yarım kapanma” günlerinden
biri daha…
Önümden haberler, mesajlar
akıp geçiyor,
“Biden’in çocuklarının tamamı
Yahudi kökenli Amerikalılarla evli. ABD’nin Biden döneminde ikinci, belki de birinci
ismi olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in kocası da bir Yahudi!”
Bunun “bu kadar da böyle”
olduğunu bilmiyordum.
Şalom’un bir haberinden
öğrendim.
Haberde bu “dikkat çekici”
tablo gözler önüne seriliyor:
“Joe
Biden ve eşi Jill Biden, Katolik olmalarına rağmen üç çocukları da Yahudilerle
evlendi.
ABD Başkan Yardımcısı Kamala
Harris’in kocası Doug Emhoff da Yahudi. Doug sadece ilk ‘Second Gentleman’
olmakla kalmıyor, aynı zamanda bir ABD Başkanı’nın veya başkan yardımcısının
ilk Yahudi eşi.”
*
Şalom’un, ABD Devlet Başkanı ile
Başkan Yardımcısı’nın Yahudiliğe yakınlıklarına vurgu yapmasının sebebi ne?
Onlar için gurur verici bir
tablo olmalı.
ABD Devlet Başkanı’nın bütün çocukları
Müslüman Türklerle evlenmiş olsaydı ve ABD Devlet Başkan Yardımcısı’nın kocası
da bir Müslüman Türk olsaydı, biz neler hissederdik?
Biden İsraillilerin triplex dünürleri
oluyor, Harris de kıymetli yengeleri…
“Çok yakın ilişkiler, çok!”
dedim.
*
Mescid’i Aksa’ya giren İsrail
“polisi”nin namaz kılan Müslümanlara “terör saldırısı” düzenlediği ve yüzlerce
masumu yaraladığı haberlerini öfke ve
üzüntüyle takip ederken, önümüze Biden
ile Harris’in “aile bağları” düştü işte…
Nereden düştüyse.
O an,
Biden’ın genç bir senatörken İsrail’e geziler
düzenleyen kongre ekibi içerisinde yer aldığına dair haberleri hatırladım.
ABD Devlet Başkanı’nın şahsi
internet sitesindeki “Biden-Harris
yönetimi, İsrail’e sarsılmaz bağlılığını sürdürecektir!” cümlesini yerli
yerine oturttum.
ABD Yönetimi’nin dün
geceki terör saldırısına yönelik göstermelik açıklamasını ve Biden’ın “İsrail’i
her koşulda destekliyorum!” cümlesini yan yana koydum.
Trump Yönetimi’nin Kudüs’ü
“İsrail’in Başkenti” ilan ettiğini ve orada Büyükelçilik açtığını düşündüm.
“Kim gelirse gelsin, ABD’nin İsrail politikası pek değişmiyor.
Biden’ın yapacağı da Trump’ın üzerine koymak!” dedim.
Trump’ın Kudüs’e Büyükelçilik
açma, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etme kararını açıkladığı günlerde, İslam
Dünyası’ndan ve özellikle de Türkiye’den “Bunun
kabul edilemez olduğuna” dair açıklamalar gelmişti.
Bizler de, cami
avlularındaki, konsolosluk önlerindeki tepki eylemlerimize yenilerini
eklemiştik.
Otuz beş yıllık gazetecilik
hayatımdaki “İsrail’e tepki eylemleri”,
“Gazze Şeridi” gibi gözümün önünden
geçti.
Sonra..
Bir başlık geldi önüme:
“Kosova Kudüs’te büyükelçilik açtı!”
“Balkanlar!” dedim.
“Kuşatma”
dedim.
Biden’in, 24 Nisan
konuşmasında, “soykırım” ifadesini
kullanması…
“Türkiye Ermenilere soykırım uyguladı!” iftirasını atması.
Reza Zarrab davası…
Yaptırımlar, CAATSA…
Biden demişti ki;
“Erdoğan’ı seçimle değiştireceğiz!”
İmamoğlu’na soruşturma
meselesi…
“Zorla İstanbul’a başkan yaptılar… Şimdi de sıra
Türkiye’ye Başkan yapmakta mı?”
*
Bunları düşünürken…
AB’nin birkaç gün önce
İsrail’e yeni yerleşimleri durdurma çağrısında bulunduğunu hatırladım, güldüm
geçtim.
Alâkalı, alâkasız…
Plândemi geldi aklıma.
“Dünya nüfusunu yüzde şu kadar düşürmek
lâzım” diyen
Bill Gates’in elindeki “aşı”yla pis
pis sırıtan fotoğrafına…
Avusturya Yahudisi Ray
Kurzweil’in İnsanlık 2.0 adlı kitabında ortaya koyduğu senaryolara baktım:
“Virüs üretimi, bir felâket, çiplemeler, yapay et…”
Türkiye’deki “merkez kanal”
denilen televizyonların “Hayvancılık
tabiata zarar veriyor! Yapay et ne zaman?” yayınlarını…
“Bill’in Kurulu” tartışmalarını gördüm…
Aleyna Tilki’nin “Bugün Cumartesi yarın Pazar sonra pazartesi
olucak!” cümlesinin “paylaşım rekoru” kırdığını hatırladım, bu da konumuzla alâkasız
değil mi?..
“Ohooo, kime ne anlatacaksın, hallere
bak!” demek istedim.
“Bir yandan ahlâk öğüten televizyonlar, diğer yandan
eğitimde reform-kültürde reform meselesi…”
Ondan şikâyet bundan şikâyet, ne
iştah kaldı ne de afiyet!..
Vaziyet böyleyken…
“Korkarım ki bir gün teknoloji, insan iletişiminin ve
yakınlaşmasının önüne geçecek ve aptal bir nesil ortaya çıkacak!”
diyen Albert Einstein’a kızdım durdum.
Düşünüp
dururken telefonum çınladı.
Biri video
atmış.
Canan Karatay konuşuyor.
Altına da “Canan Karatay’ın sansür yemesine sebep
olan son konuşması…” diye yazmışlar.
Grip virüsü ve
aşı meselesine dair söyledikleri var…
Canan Karatay’ı
bir ara hep görürdük ekranlarda…
Görünmez oldu,
malûm!..
Neden ve nasıl
acaba?
Nasıl bir
mekanizma?
*
Böyle bir gün…
Bir dolu
alâkalı, alâkasız konuya dalmışım…
“İsrail terörü” haberleri akıp geçiyor önümden…
Bir ara…
Rahmetli
Erbakan Hoca’nın “8
milyonluk İsrail için 1,5 milyar Müslüman Ebabil bekliyorsa, Ebabiller gelse
İsrail'i değil, bizi taşlar." cümlesini görüyorum …
Ve sonra…
“Ümitsizlik olur mu?” derken…
Yine Merhum
Erbakan Hoca şöyle sesleniyor bana:
“Bir gün gelecek İsrail’e öyle bir tokat
atacağız ki, hayatı gözünün önünden ‘Gazze Şeridi’ gibi geçecek”
İnşAllah Hocam, İnşAllah.