İsrail Terörü'ne karşı neler yapılabilir?..
Netanyahu’nun oğlu Yair Netahyahu twitter hesabından Türkiye hakkında küstahça paylaşımda bulunmuş.
Türkiye’ye boykot uygulanmasını talep ediyor, küstah!..
Bizde, batının, İsrail’in, Çin’in vesairenin haksızlıklarına, zulümlerine, soykırımlarına tepki olarak ara sıra “boykot” kampanyaları düzenlenir.
Ben bunlardan herhangi birinin etkili olduğuna, caydırdığına, “kayda değer” geri adımlar attırdığına şahit olmadım.
Unuttuğum varsa hatırlatınız lütfen.
Televizyonlarda bol bol reklamı yapılan ürünlerin kahir ekseriyetinin “insanlık düşmanları” tarafından üretildiklerini biliyoruz.
Ramazanlarda da bol bol “siyah kola, sarı kola” reklamı yayınlanıyor.
Google üzerinden “İsrail ürünleri, Siyonist ürünleri” vesaire araması yaptığınızda karşınıza, Türkiye medyasının reklam gelirlerinin büyük bölümünü oluşturan markalar çıkıyor.
Türkiye’ye “soykırımcı” iftirasını atan Amerika’nın, Fransa’nın, bizi vuran terör örgütlerine kol kanat geren ülkelerin ürünlerini boykot etmememiz için de bir sebep yok.
Böyle bir liste çıkarttığınızda, geriye ne kalıyor?..
Ben, kendi çapımda “kirli” ürünleri almamaya gayret ediyorum ama, yapabildiğim kadar işte.
İsrail Terörü’ne tepki göstermek için kullandığımız “sosyal medya markaları” da onların elinde.
Sosyal medya üzerinden her “Mübarek Gün” kutlamasında, her “Ayet, Hadis” paylaşımında, her “zulüm, soykırım kınamasında” onlara kazandırdığımızı biliyoruz.
Elimiz mahkûm durumları oluyor ve biz manen, maddeten sürekli olarak eziliyoruz.
*
Boykottan başladık.
“İsrail terörüne karşı ne yapabiliriz?” sorusuna bazı kardeşlerimizin verdiği “Askerimizi İsrail’e gönderelim, oralarda taş taş üstüne bırakmayalım!” cevabının da uygulanabilirliği yok.
Uluslararası toplumu harekete geçirme “amacıyla” girişilen diplomatik çabalar elbette önemsiz değil ama bugüne kadar “kayda değer” sonuçlar çıkmadı bu işlerden.
Her vahşet dalgasının ardından, her işgal alanını genişletme adımının ardından “İsrail’in kanun, kural, karar tanımadığından” şikâyet ettik.
“He, tanıyorum, ne olmuş!” tavrı ile adım üstüne adım atıyor İsrail.
İşte, Belfour Deklarasyonu’nun tam 100. Yılında ABD’ye Kudüs’ü başkent ilan ettirdiler!..
Biz bu adımın “yok hükmünde” olduğunu haykırsak da…
Üzerinde en fazla etkili olabileceğimiz ülkelerden biri olan Kosova’ya bile geçiremedik sözümüzü.
Uluslararası toplumun Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan üyelerinin sayısının her geçen yıl artacağını tahmin etmek zor değil.
“Üslerin kapatılması” meselesi de zaman zaman gündeme getiriliyor; hem ABD’ye hem de İsrail’e had bildirme bağlamında.
Bu da, her türlü “sıkıntıya” göğüs gerilmesini sağlayacak bir “yürek zemini”ni gerektiriyor.
İki gün televizyonsuz kalmaya bile katlanamayan, “acı eşikleri” çok düşük insanların ekseriyeti oluşturduğu “konforcu” toplum, buna tahammül edebilir mi?..
*
Şu ana kadar saydıklarımın ve bundan sonra saymaya gerek görmediklerimin bir “çıkışa” işaret etmediği, etmeyeceği ortada.
İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” hayalinin gerçekleşmeyeceğini, bu terör gücünün “zevalinin” geleceğini Kur’an müjdeliyor Müslümanlara.
Bu olacak da, bu sonuca giden yoldan biz ne kadar nasiplenebileceğiz, ne kadar “Kur’an’daki Müslümanlar”dan olabileceğiz, meselemiz bu.
Bu mübarek Bayram gününde, bunun muhasebesini yapmakta fayda var.
Fert fert yapabileceklerimizi yapmak.
Kendimizden başlayarak çevremize çeki düzen vermek.
Zulüm ve mazlum ayırt etmeden bütün zalimlerin “zevali” için, bütün mazlumların da “zaferi” için yürekten dua etmek.
“Dualarımızda” bile küçük politik hesaplar içine girmekten vazgeçmek, zulüm nereden gelirse gelsin ve kime yönelirse yönelsin karşı çıkma şuuruna erişmeye çalışmak.
Kendimizi toparlamak.
“Ölüm” bilincine varmak.
Yalnızca Allah’a “kulluk” eden ve yalnızca Allah’tan korkan Müslümanlar olmak.
*
Bunları söylediğimde, “Somut şeylerden bahset kardeşim, somut şeylerden!” diyenler oluyor.
“Rabbim, bizi ve bu kardeşlerimizi pozitivizmin etkilerinden korusun, kurtarsın!” diye dua ediyorum böyle lâflar işittikçe..
Yukarıda sıraladığım “adımların” ve çok daha fazlasının, bu “şuur altyapısı”nda ne kadar “kolaylaşacağını” idrak edebilmek kolay mesele değil.
“Korkuyu korkutmak, nefsi ayaklar altına almak” meselesini halledebilirsek, başımıza gelenlerden şikâyetçi olmanın ötesine gidebiliriz.
İnşaAllah.
Ha bu arada;
Bazı vatandaşlarımız da, “Bütün sıkıntıyı Türkiye mi çekecek, her dertle biz mi uğraşacağız, bizim derdimiz bize yetiyor!” yollu bir şeyler söylüyor, yazıyor konu İsrail Terörü olunca.
Bu vatandaşlarımız lütfen “Filistin Meselesi”ni sadece bir “kavmin” meselesi olarak görmesinler.
Aslında sadece bir “Din”in meselesi olarak da görmesinler.
İsterlerse meseleye “salt”
Türkiye’nin güvenliği, ailelerinin güvenliği çerçevesinden baksınlar…
“Suriye’deki, Irak’taki” mazlumların başlarına gelenleri unutmasınlar…
“Arz-ı Mev’ud” meselesine şöyle bir göz atsınlar.
Meselenin sadece “Filistin Meselesi” ya da “Arapların Meselesi” olmadığını kavrarlar.
Vesselam.
Akit TV Yönetim Kurulu Başkanı Muhterem Osman Nuri Karahasanoğlu’nun Muhtereme Hanımefendisi vefat etti.
Cenab-ı Allah’tan Merhume’ye rahmet diyorum.
Mekânı cennet olsun.
Muhterem Osman Nuri Karahasanoğlu’na, Merhume’nin evlâtlarına, diğer yakınlarına ve Akit Ailesi mensuplarına sabırlar diliyorum.