İslâm'ın kısa bir tarifi- 2
Bazı müfessirler: “Hâlbuki onlara da ancak, tâat ve ibâdeti yalnızca Allah’a has kılıp sadece O’nun rızâsını hedef alarak, bâtıl dinleri terk edip dupduru bir tevhid inancı içinde sadece Allah’a kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte sağlam, dosdoğru ve kıyâmete kadar bâkî kalacak din budur!” (Beyyine 5) âyet-i kerimesindeki; sağlam ve dosdoğru din anlamına gelen “dîn-i kayyim” tabirini şöyle açıklamışlar:
“Dîn-i kayyim;” Allahü Teâlâ tarafından gönderilen, peygamberan-ı izam aleyhimüsselamın tebliğ ettiği, insan tabiatına en uygun, akl-ı selim sahibi bütün insanlar tarafından rahatlıkla kabul edilebilecek sağlam delillere dayalı, hurafe barındırmayan, iman esaslarında ve ana prensiplerinde hiçbir çelişki ve tenakuz bulunmayan, tahrife uğramamış, sağlam ilkelere sahip, insanın yaradılış özelliklerine en uygun, dünya ve âhiret işlerini dengeli bir biçimde düzenleyen İslam dinidir. Evet, hakikaten bütün bu ve benzeri özel ve üstün hususiyetlerin tamamı ve fazlası sadece ve sadece İslam dininde mevcuttur.
Biz Müslümanlar, bütün peygamberlerin Allah’ın kulu ve elçisi olduklarına, onlar aracılığıyla gönderilen kitapların aslına iman ederiz. Yine biliriz ve iman ederiz ki Allah katında kıyamete kadar geçerli olan tek hak din İslam’dır. Bütün insanlığın ebedî kurtuluşu, Allah’ın son dini İslam’a teslim olmaktan geçer. Dünya ve ahiret saadeti, Kuran-ı kerimin hayat veren mesajlarına ve Efendimiz aleyhisselamın eşsiz örnekliğine imana bağlıdır.
Sünnet-i seniyyede de İslam’la alakalı olarak; Müslümanın nitelikleri ile itikadî, amelî ve ahlâkî alanda yerine getirilmesi gereken dinî vecibeler üzerinde durulmuş, bu vecibelerden kalpteki imanı izhar ettikten başka dört temel ibadet üzerinde durulmuştur. Hazret-i Ömer’in rivayet ettiği meşhur Cibrîl hadis-i şerifinde şöyle buyurulmaktadır:
“Birgün Rasûlullah’ın yanında otururken, birara; elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam geldi. Üzerinde yolculuk izleri görünmüyordu. O’nu aramızda tanıyan yoktu. Sonra Rasûlullah’ın yanına oturdu. İki dizini Rasûlullah’ın dizine dayadı. Ellerini uyluklarına koydu ve:
- Yâ Muhammed! Bana imânın ne olduğunu anlat, dedi. Rasûlullah (cevâben) dedi ki; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ahiret gününe ve kadere; hayır ve şerrin (Allahü Teâlâ’dan geldiğine) imân etmendir.
- Doğru söyledin, dedi. Şimdi de bana, İslâm’ı anlat, dedi. Peygamber (efendimiz, cevaben) dedi ki:
- İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan ayında oruç tutman ve bir yolunu bulduğun (imkânın olduğu) takdirde Beyt’i haccetmendir.
- Doğru söyledin, dedi. Şimdi de bana, İhsân’ı anlat, dedi. Peygamber (efendimiz, cevaben) dedi ki:
- İhsân, Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da, O seni görüyor. Doğru söyledin dedi, şimdi de bana Kıyametten haber ver, (dedi.)
- Peygamber (efendimiz cevaben) dedi ki, sorulan kişi, sorandan daha bilgili değildir.
- O zaman bana, alâmetlerinden haber ver, dedi. Resûlüllah (cevaben) dedi ki:
- Cariyenin hanımefendisini doğurması, yalın ayaklıların, çıplakların, koyun güden fakirlerin, yüksek binalar yapmakta birbiri ile yarıştıklarını görmendir. Hazret-i Ömer, diyor ki, sonra adam çekip gitti. (Uzun) bir müddet bekledim. Sonra Rasulullah, ey Ömer! Suâl soranın kim olduğunu biliyor musun, buyurdu. Ben, Allah ve Resul’ü daha iyi bilir, dedim. Rasulullah, O Cebrail idi, size dininizi öğretmeye gelmişti, dedi.” (Mesâbîhu’s-Sünne; Müslim, Ebu Davud.)
Hadis-i şerifte geçen; “cariyenin hanımefendisini doğurması,” ifadesiyle alakalı olarak âlimler şöyle demişler: Çocuk, cariye olan anasının âzâd edilmesine vesile olduğu için onun efendisi diye anıldı. Bunun mânâsı şudur; köleler ve cariyeler çoğalacak. Bu da, İslam’ın yükselmesine ve Müslümanların hâkim olmalarına alâmettir. Bu durum, artık Müslümanlığın gerileyeceğine delâlet eder. Çünkü her kemâlin bir zevâli vardır. (Mişkâtu’l-envâr) Bazı âlimlere göre de bu; “çocukların anne-babalarına çok âsi olacaklarına,” işarettir. (Tacu’l-Usul 1/25)
(Devamı haftaya…)