İslam’ın iddiası ve islamcılık
Osmanlı’nın son döneminde başlayan modernleşme süreci, genelde Batı-dışı toplumların özelde ise Müslümanların bir savrulma yaşadıkları zamanın adıdır. Batı ile Müslümanların bu karşılaşması, Batı’nın hakimiyet koşullarında gerçekleşti ve dolayısıyla Müslümanlar baş etmeleri gereken bir dünya ve iddialarla karşı karşıya kaldılar. Özellikle İslam’ın varlık piramidinde en üstte yer aldığı ve dışarıya “küffar” diye baktığı Osmanlı’daki zihin yapısı, karşılaştığı devasa dünya ve iddialarla hala baş etmeye çalışıyor.
Bu durum, açıkça adını koymak gerekirse Batı karşısında bir yenilgidir. Ancak henüz Müslümanlar bu gerçeği bile zihnen kabullenebilmiş değiller. Zira zihinlerinde “Müslüman yenilmez” şeklindeki ebedi yargı işlemeye devam ediyor. Halbuki önce bu gerçeği kabul ile başlamak, bundan sonra ne yapacağımızın sarahate kavuşması açısından önemli. Belki de zihn-i müşevveşlik durumu bu sebepten devam ediyor.
Osmanlı’nın son döneminde böyle bir konjonktürde “Müslümanlar niçin geri kaldı?” sorusu etrafında oluşan tartışma yeni bir yol ayrımını getirdi. Bu geri kalışın temel sebebini Batı’nın zihni ve sosyal kodlarını takip ederek “İslam’a” yükleyen batıcılar karşısında, İslamcılık denilen akım da müslümanların İslam’a olan mesafeleri ve dünyayı okuyamamalarına bağladı. Bu açıdan düşünüldüğünde, İslamcılık Müslümanların İslam ile reel dünya arasında bir irtibat kurma biçimi olarak ortaya çıktı. Mehmet Akif, Said Halim Paşa gibi isimler ve bunlar etrafındaki çabalar düşünüldüğünde, İslam’ın dünya ile irtibatı konusunun nasıl ciddiye alındığını anlayabiliriz.
Bu açıdan İslamcılık, İslam’ın dünya ile tek irtibat kurma biçimi değildir ve bir dünya görüşü olarak ortaya çıkar. Ayrıca onun başarı ya da başarısızlıkları da bu minvalde konuşulup masaya yatırılmak durumundadır. Yetkin Düşünce dergisinin 8. Sayısı İslamcılık ile birlikte Müslümanların durumlarını “iddia ve gerçekleştirim arasında” alt başlığıyla analiz etmeye çalışıyor. Bu sayıya birçok yazarımızın katkıları olmuştur. Özellikle “kendi” üzerine düşünmek isteyenlere katkılar sunacak mahiyette.
Burada aslında İslamcılık ile bağlantılı veya değil, İslam ve Müslümanlara dair bir noktayı dile getirmek isterim. Derginin alt başlığı olan “iddia ve gerçekleştirim arasında” ifadesini yayın yönetmeni olarak verirken, zihnimde İslam’ın dünyaya dair iddiaları olduğu varsayımından hareket ettim. Özelde İslamcılar bu iddiaları nasıl dile getirdiler? Dile getirebildiler mi? bunlar ayrıca incelenmeli. Ama esas sorun bu iddialar ile gerçekleştirimler arasındaki mesafe nedir? Doğrusu ben yazımda o soruyu cevaplandırmaya çalıştım ve bunu daha çok “entelektüel” çabalar açısından düşündüm.
Bir iki tespitimi şöyle paylaşmak isterim. Birincisi, sürece baktığımız zaman Müslümanlar oldukça iddialı idiler, ancak bu iddialarını gerçekleştirecek bir entelektüel birikim ortaya koyamadılar. Özellikle entelektüel birikimi dile getirmem, bunun öncelik taşıması sebebiyledir. Açıkça belirteyim ki, bundan sonra da Müslümanlar entelektüel bir birikim oluşturamadıkça, Batı ile baş edecek bir gücü kendilerinde bulamayacaklardır. İslamcılık yukarıdan aşağıya bir dönüşüm ve siyasallığı öncelediği için entelektüel birikim geri planda kalmıştır. Ben ilk adım olarak entelektüel üretimi öneriyorum.
Türkiye’de entelektüel anlamda herhangi bir düşünce, ideoloji ve dünya görüşünün bize ümit veren bir entelektüel açılımından maalesef söz edemiyorum. Çünkü ortada sadece birbirini kötüleyen negatif bir dil var. Bu ise, Türkiye’ye kaybettirmeye devam ediyor.