Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İslam'ın beden stratejisi

Bugün yaşadığımız dünyada “beden” üzerine odaklanma, postmodern dünya görüşünün bileşenlerinde anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla çözümlenmesi için de bu bileşenlerin öncelikle belirginlik kazanması gerekmektedir.

Birincisi, hakkında tartışmaların giderek çeşitlendiği sekülerleşme sürecidir. Her ne kadar insan ve dünyaya dair eski sekülerleşme teorilerinden geri çekilmeler söz konusu ise de, kanaatimizce sekülerlik tüm sosyal yansımaları göz önüne alındığında hala etkisini devam ettirmektedir. Her şeyden önce Batı’nın üzerine inşa ettiği temellerden birisidir. İkincisi de, insan ve hayata dair unsurların sekülerleşmenin de yansımalarıyla birlikte bir takım düaliteler içerisinde algılanmasıdır. Bu bağlamda kutsal-profan kadar ruh-beden düalizmi de bunun bir göstergesidir. Dolayısıyla burada kutsal-profan ve ruh-beden kavramları birbirinden bağımsız gerçeklik ve entite olarak işlemeye başlamışlardır.

Esasen postmodern zamanlar da “beden”in profan ve dünya ile birlikte bağımsız bir gerçeklik olarak algılanması sonucunda merkezileştiği zaman dilimidir. Böylece günümüzde “beden” üzerine odaklanmanın her boyutuyla tavan yaptığını gözlemlemekteyiz. Meselâ; insanın belirli beden ölçülerinin içine sığıştırılması, buna yönelik beslenme rejimlerinin değiştirilmesi, bakım malzemelerinin çeşitlenmesi ve yaygınlaşması, bedenin farklı yerlerinde yapılan değiştirme işlemleri ve estetikleştirme bunlardan sadece birkaçıdır.

Tüm bunlar “beden”in arkasında insanın fazlaca görünmediği, ya da insanın salt beden olarak görünürlük kazandığı durumları imlemektedir. Bu görünürlüğün arkasında seküler bir bakış açısını ve hakimiyetini izlemek mümkündür. Bu bağlamda beden, salt bir entite olarak ve yegane varoluş biçimi görüntüsünde kendisini kodlamakta ve deşifre etmektedir.

Bu durum aynı zamanda postmodern dönemde insanın “bedenim benimdir” şeklindeki felsefeyle anlatılacak bir anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece insan kendi bedenini temellük etmiş olarak onda istediği tasarrufları yapabilmeyi hakkı olarak görmektedir. Bedenini mülk edinme, onu istediği gibi değiştirebilmeyi de ihtiva etmektedir.

İslam’ın belirttiğimiz felsefe ve öncüllerle belirli gerilim ilişkisi içinde olduğunu peşinen belirtelim. Bir kere İslam nokta-i nazarından temel öncül “beden emanettir” şeklinde ifade edilebilir. İnsanın dünyada mutlak anlamda bir şeyi mülk edinmesi mümkün değildir. Dolayısıyla beden de Tanrı tarafından yaratılmış ve insan verilmiş bir emanettir. İkincisi, beden, ruh karşısında konumlandırılmış bağımsız bir entite, gerçeklik değildir. Dolayısıyla insan ve dünyaya dair kutsal-profan ve beden-ruh ilişkisi bir düalite biçiminde işlemez. Üçüncüsü de, bedeni tamamen dünyevi ilişkiler çerçevesinde konumlandırmanız mümkün değildir.

Nietzsche başta olmak üzere Batı düşüncesi bedene dair stratejiler bağlamında iki dönemi birbirinden ayırırlar. Pre-modern dönemde Nietzsche’ye göre bedenin tutkularının tamamen öldürülmesi istenmiştir. Hıristiyanlığın bu çağrısı ve stratejisi karşısında modern dönem bu tutkuların serbest bırakılması ve hatta sonuna kadar yükseltilmesi zihniyetiyle devreye girmiştir. Bu bir başka açıdan ruh-beden düalizminin yansıması olarak görünmektedir. Nitekim Ortaçağ boyunca “ruhun yükseltilmesi” çabaları yerini post/modern dönemde bedene odaklanmaya bırakmıştır.

İslam’ın şayet bu çerçevede bir beden stratejisinden bahsedecek olursak, bunun “bedenin kontrolü” şeklinde ifade edilmesi mümkündür. Bu strateji ne tek başına insanın bedenin tutkularına terketmeyi ne de tek başına bedeni kötüleyerek onun taleplerine sırt dönmeyi içerir. Bedenin de ruh gibi gerçekliğin bir parçası olduğunu ilzam eder. Hiç kimse “beden”inden bağımsız olarak konuşamaz.