İslam'ın beden stratejisi
Bugün yaşadığımız dünyada “beden” üzerine odaklanma, postmodern dünya görüşünün bileşenlerinde anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla çözümlenmesi için de bu bileşenlerin öncelikle belirginlik kazanması gerekmektedir.
Birincisi, hakkında tartışmaların giderek
çeşitlendiği sekülerleşme sürecidir. Her ne kadar insan ve dünyaya dair eski
sekülerleşme teorilerinden geri çekilmeler söz konusu ise de, kanaatimizce
sekülerlik tüm sosyal yansımaları göz önüne alındığında hala etkisini devam
ettirmektedir. Her şeyden önce Batı’nın üzerine inşa ettiği temellerden
birisidir. İkincisi de, insan ve hayata dair unsurların sekülerleşmenin de
yansımalarıyla birlikte bir takım düaliteler içerisinde algılanmasıdır. Bu
bağlamda kutsal-profan kadar ruh-beden düalizmi de bunun bir göstergesidir.
Dolayısıyla burada kutsal-profan ve ruh-beden kavramları birbirinden bağımsız
gerçeklik ve entite olarak işlemeye başlamışlardır.
Esasen postmodern zamanlar da
“beden”in profan ve dünya ile birlikte bağımsız bir gerçeklik olarak
algılanması sonucunda merkezileştiği zaman dilimidir. Böylece günümüzde “beden”
üzerine odaklanmanın her boyutuyla tavan yaptığını gözlemlemekteyiz. Meselâ;
insanın belirli beden ölçülerinin içine sığıştırılması, buna yönelik beslenme
rejimlerinin değiştirilmesi, bakım malzemelerinin çeşitlenmesi ve
yaygınlaşması, bedenin farklı yerlerinde yapılan değiştirme işlemleri ve
estetikleştirme bunlardan sadece birkaçıdır.
Tüm bunlar “beden”in arkasında
insanın fazlaca görünmediği, ya da insanın salt beden olarak görünürlük
kazandığı durumları imlemektedir. Bu görünürlüğün arkasında seküler bir bakış
açısını ve hakimiyetini izlemek mümkündür. Bu bağlamda beden, salt bir entite
olarak ve yegane varoluş biçimi görüntüsünde kendisini kodlamakta ve deşifre
etmektedir.
Bu durum aynı zamanda postmodern
dönemde insanın “bedenim benimdir” şeklindeki felsefeyle anlatılacak bir
anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece insan kendi bedenini
temellük etmiş olarak onda istediği tasarrufları yapabilmeyi hakkı olarak
görmektedir. Bedenini mülk edinme, onu istediği gibi değiştirebilmeyi de ihtiva
etmektedir.
İslam’ın belirttiğimiz felsefe ve
öncüllerle belirli gerilim ilişkisi içinde olduğunu peşinen belirtelim. Bir kere
İslam nokta-i nazarından temel öncül “beden emanettir” şeklinde ifade
edilebilir. İnsanın dünyada mutlak anlamda bir şeyi mülk edinmesi mümkün
değildir. Dolayısıyla beden de Tanrı tarafından yaratılmış ve insan verilmiş
bir emanettir. İkincisi, beden, ruh karşısında konumlandırılmış bağımsız bir
entite, gerçeklik değildir. Dolayısıyla insan ve dünyaya dair kutsal-profan ve
beden-ruh ilişkisi bir düalite biçiminde işlemez. Üçüncüsü de, bedeni tamamen
dünyevi ilişkiler çerçevesinde konumlandırmanız mümkün değildir.
Nietzsche başta olmak üzere Batı
düşüncesi bedene dair stratejiler bağlamında iki dönemi birbirinden ayırırlar.
Pre-modern dönemde Nietzsche’ye göre bedenin tutkularının tamamen öldürülmesi
istenmiştir. Hıristiyanlığın bu çağrısı ve stratejisi karşısında modern dönem
bu tutkuların serbest bırakılması ve hatta sonuna kadar yükseltilmesi
zihniyetiyle devreye girmiştir. Bu bir başka açıdan ruh-beden düalizminin
yansıması olarak görünmektedir. Nitekim Ortaçağ boyunca “ruhun yükseltilmesi”
çabaları yerini post/modern dönemde bedene odaklanmaya bırakmıştır.
İslam’ın şayet bu çerçevede bir beden
stratejisinden bahsedecek olursak, bunun “bedenin kontrolü” şeklinde ifade
edilmesi mümkündür. Bu strateji ne tek başına insanın bedenin tutkularına
terketmeyi ne de tek başına bedeni kötüleyerek onun taleplerine sırt dönmeyi
içerir. Bedenin de ruh gibi gerçekliğin bir parçası olduğunu ilzam eder. Hiç
kimse “beden”inden bağımsız olarak konuşamaz.