İslam’ın Âlemşümul Adaleti-3
İki hafta önce işlemeye başladığımız “adalet” konusunu, bu hafta bitiriyoruz:
İslam’ın öngördüğü adalet, öylesine hassas bir ölçüdür ki; insanın kendi menfaatini ve yakınlarının çıkarlarını kollama duygusunu, başkalarından korkma ve insanlara acıma hissini devre dışı bırakır. Çünkü bir işe menfaat ve iltimas karıştığı zaman, haksızlık ve zulüm onu takip eder. Şahsî çıkarlar ve insanlar arasındaki ayrıcalık, adaletle çelişen bir durumdur. Bununla ilgili olarak Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin! Allah için şâhitlik eden insanlar olun! Bu hükmünüz ve şâhitliğiniz, isterse bizzat kendiniz, anne-babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah, her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın! Eğer dilinizi eğip bükerek hakkı olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şâhitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır!” (Nisa 135)
Görüldüğü gibi âyet-i kerimede; kişinin bizzat kendi aleyhinde bile olsa adaletle şâhitlik yapması emredilmektedir. Sonra insanın en yakını olan anne-babası aleyhinde bile olsa şâhitlik yaparken adaletten asla vazgeçilmemesi emredilmektedir. Bu insanî inkılabı bütün din ve ideolojiler arasında sadece İslam dini başarmıştır.
Kuran-ı kerimin getirdiği adalet evrenseldir. Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah adaleti, ihsanı, yakınlara muhtaç oldukları şeyleri vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl 90) Dikkat edilirse; bu âyet-i kerimede evrensel ilkeler sıralanırken birinci olarak adalet zikredilmiştir. Çünkü adalet hâkim olmadan diğer ilke ve faziletlerin tahakkuku zordur. Adalet olmadan, insan fıtratını lekeleyen ve onu insanlıktan uzaklaştıran günahları, çirkinlikleri, azgınlığı, zulmü yok etmek mümkün değildir. Ayrıca kendi içinde adaleti sağlayamayan kimselerin iyilik yapmaları, akrabalarına yardımcı olmaları, insanlara karşı âdil davranmaları da pek düşünülemez.
“Allah, size emanetleri layık olan ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermeyi emreder.” (Nisa 58) mealindeki âyet-i kerime, daha açık bir ifade ile adaletin evrenselliğine işaret etmektedir. Bu âyet-i kerimede önemle üzerinde durulması gereken husus; “insanlar arasında” ifadesidir. Buna göre adalet ilkesi, bütün insanlar içindir.
Kureyş kabilesi, hırsızlık yapan Fatıma El-Mahzumiyye ismindeki soylu bir kadının elinin kesilmesini bir türlü hazmedemiyordu. Bu sebeple Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin nezdinde aracılık yapması için Üsame bin Zeyd hazretlerini görevlendirdiler. Bunun üzerine Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma bile hırsızlık yapsaydı, kesinlikle onun da elini keserdim.” (Müslim 1688)
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin; yapılan bu teklifin hemen akabinde bütün insanlığı kapsayan böyle evrensel bir deklarasyonda bulunmaları, İslam dininin adalet ilkesine karşı ne kadar hassas ve duyarlı olduğunu göstermektedir.
Ancak adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, insanın vicdanen eğitilmesi gerekir. Çünkü insanın; kibir, gurur, kıskançlık ve bencillik gibi birtakım olumsuz huyları vardır. İşte eğitilerek ıslah edilmeyen bir insan, bu kötü huylarıyla başbaşa bırakılırsa; kendi yaradılış gayesine ve toplumun aleyhine azgınlaşır; adaleti, hakkı ve hukuku tanımaz olur.
Öyle ise, insana maddî ve mânevî sorumluluk yükleyen, kendi serbest iradesiyle uyacağı bir ölçü olmalıdır. Bu ölçü; kulunu her yönüyle kuşatan Allahü Teâlâ tarafından gönderilen Kuran-ı kerim ve O’nun insanlara aşılamaya çalıştığı âhiret endişesi ve yaptıklarının hesabını verme korkusudur. Bu korku; insanı her türlü zulümden alıkoyar.
Yaradılanların en üstünü olan insan, çok şerefli bir şahsiyete sâhiptir. Bu, onun değiştirilemez ve devredilemez hakkıdır. Bu hak, onun insan olmasına bağlıdır. Dolayısıyla İslam, hiçbir kişinin zelil görülmesini ve aşağılanmasını hoş karşılamadığı gibi, hiç kimseye de kendisini başkalarından üstün görme ve başkalarını alaya alma hakkını tanımaz.