İslamiliğin içerikleri
Çok genel anlamda medyadaki
tartışmalara bakıldığında, farklı dünya görüşlerinin sembolik meseleler
üzerinde kısır tartışmalarla vakit geçirdikleri rahatlıkla anlaşılacaktır. İnsanlığı
ortak olarak ilgilendiren insanlığa kastetmiş sorunlar üzerine yoğunlaşma ne
kadar gecikirse, insanlığın ifsadı da o oranda hızlanacak görünmektedir.
Müslüman muhafazakarlar “dini”
olarak adlandırdıkları problemleri öncelediklerini düşünmektedirler. Ya da
onlar genel olarak püre dini sorunlar olduğu kanaatindedirler. Bu bağlamda
“dini” olanı diğerlerinden ayırt edecek şekilde bağımsız bir kategori olarak ele
almaktadırlar. Nitekim bakıldığı zaman başörtüsü, namaz, faiz, kumar vb.
kavramları bu çerçevede konuşma eğilimindedirler. Bunu özellikle bugünlerde
“şeriat” kavramı etrafındaki tartışmalarda müşahede etmekteyiz.
Öyle bir hava oluşturulmaktadır ki,
“İslam” ilan edilen bir şey ve ilan edildiği andan itibaren yeryüzü sihirli
değnek değmiş değişecek diye düşünülmektedir. Ayrıca “islamilik” de sadece
fıkhın hukuki boyutuna indirgenerek gündelik hayatta bir meşrulaştırma
ameliyesine dönüşmektedir. Ayrıca “fıkh”ın arkaplanında varolan epistemolojik,
ahlaki vb. bütün boyutlarının atlanarak bir dincilik yaratıldığı da gözlerden
kaçmamaktadır.
Kıymetli arkadaşım Abuzer Dişkaya
geçenlerde “Arzu edilen erdemlerin hukuk yoluyla insanlara dayatılması”nı
toplumsal mühendislik olarak tanımladı. Bunu biraz daha genişletecek olursak,
tüm güç mekanizmalarının kullanılması durumunu da ekleyebiliriz. 1980 ve 90’lı
yıllarda farklı şekillerde “güç” ögelerine maruz kalan müslümanlar özgürlük
talep etmekteydi; zira başörtüsü de dahil olmak üzere bir toplumsal mühendislik
uygulaması söz konusuydu.
Devran değişti ve şimdi
müslümanların söylemlerine bakıyorum; hoşlanmadıkları her şeyin hukukça
yasaklanmasını istiyorlar. Yani bir dönem maruz kaldıkları şeyi şimdi kendileri
talep ediyorlar. Üstelik bu yasaklama talepleri dinin farklı cemaatsel
yorumları söz konusu olunca o kadar çeşitleniyor ki, buradan toplum
mühendisliğinden başka bir şey çıkmaz. Şunu belirtmek lazımdır ki, toplum
mühendisliği yakın tarihsel örneklerinden de anlaşılacağı üzere olumlu sonuçlar
üretmez. İşte tam da bu sebeple, sorun epistemolojik ve ahlaki düzlemde
odaklanmaktadır.
Sorun Türkiye özelinde son 20-30 yıl
dikkatle takip edildiğinde, “niçin ilmi ve entelektüel boyut gelişme
gösteremiyor?” sorusunu da aynı odak sorun etrafında analiz edebiliriz. Hukuk
mekanizmasıyla birçok şeyi yasaklayarak sorunu halletme zihniyeti, konuyu
entelektüel düzeyde tartışma zahmetine girmeyecektir. Bu açıdan bir gerçeği
ifade etmek gerekirse, 1990’lı yıllardan bugüne entelektüel düzeyde bir
gerilemeden söz etmek olası hale gelmektedir. Faiz, eşcinsellik,
neo-liberalizm, kapitalizm, bireyselleşme vb. birçok sorunla ilgili entelektüel
çözümlemeler yapılmış mı? “İslami ekonomi” kategorisinin “faiz haramdır”
hükmünden ileri giden bir cümlesi var mı? Meselâ; emek ve sömürü hakkında müslümanlar
ne söylüyor? Doğrusu “emek” kavramını Marksizmin temellüküne terk etmiş bir
zihniyet daha çok ortada dolaşıyor.
“Science” ile özdeşleşmiş bir bilim
anlayışının bugün müslüman zihniyette belirleyici olduğu görülmektedir. Bu da
makinalara hayranlıkla bakan bir halet-i ruhiyeyi yaygınlaştırmıştır. Fakat
eşya ile geliştirilecek ilişkide epistemolojik ve ahlaki zemin kaybolduğu
zaman, karşı olduğunuz şeyi çok rahatlıkla din adına hayatınıza alıp
meşrulaştırırsınız.
İnsanlık bugün çok daha ağır
sorunlarla karşı karşıyadır; insan, emek, tohum, fakirlik, sömürü, Özgürlük,
tüketim, kapitalizm vb. Belirtmek gerekir ki, bu sorunları aşacak potansiyeller
İslam’da olmakla birlikte müslümanlarda henüz yok. Açıkça söylemek lazımdır ki,
daha nerede durduklarını bile bilmiyorlar ve maalesef peygamber misyonuna çok
uzaklar.