Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2961.23
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Temmuz 2020

İslami söylem fark yaratabildi mi?

İlkokulda bilye (misket) oynamayı çok seviyordum ve bu konuda epey başarılı idim. Mahallemizde iki kişi imam hatip lisesine gidiyordu. Birisi akıncı, diğeri ise ülkücü idi. Benden bir iki yaş büyük olan bu arkadaşlar, imam hatip lisesinde istedikleri gibi bilye oynadıklarını söylüyorlardı. Benim İmam hatip lisesine gitme gerekçem budur.

1979 yılında babamlara imam hatip’e gideceğim diye ısrar ediyordum fakat içimde sakladığım gerekçesini söylemiyordum. Gelenek ve dine saygılı, namazlarını da kılan fakat özel olarak beni İmam Hatip’e gönderme gayretinde olmayan ailemin zihinlerinde imam hatip yer almıyordu. İmam Hatip’e çok zor yazıldım; zira o yıllarda yeni başlayan bir ilgi vardı. Hiç bilye de oynayamadım. Bu arada bazı tanıdık ve akrabalarım da İmam Hatip’e gittiğim için benimle dalga geçiyorlardı. Orta kısmından ayrılmaya niyet ettim olmadı. Liseden sonra ilahiyata gitmek istemiyordum. Nihayetinde ilahiyata gittim ve oradan başlayan serencamın sonunda akademisyenlik ve İstanbul Üniversitesi. Şimdi ilahiyat okumaktan ve ilahiyat hocası olmaktan son derece mutluyum. Dünyaya bir daha gelsem yine ilahiyatçı olurdum.

Okumalarım, geldiğim sosyal sınıf ve düşünsel çerçevemi daha sonra tekrar okuduğumda, islamı tanımasa idim büyük ihtimalle sosyalist olurdum. Şimdi farklı bir dünya görüşünün içinden konuşup yazmaya çalışıyorum. Bütün düşüncelere aynı oranda saygı duyuyor ve hepsinin konuşma özgürlüğünü savunuyorum. En azından öğretmenlik ve akademisyenliğim boyunca bugüne kadar buna özen gösterdim.

Ailemin dini aşırılıklardan uzak oluşu ve okumalarım, beni dini söylemler konusunda her zaman gerçeklere sırtını dönen düşüncelere karşı mesafeli olmamı sonuçlamıştır. 1980’li yıllardan itibaren dindar söylemin edebiyatını dinledim ve tartışmalara özellikle 1990 sonrasında katıldım. Söz gelimi; 1980’lerin başında sınıfta yapılan “televizyon almak caiz mi?” tartışmalarını hatırlıyorum. Hakeza mütevazi bir şekilde peygamberane yaşamda “koltuklara oturmak” nerede duruyordu? Bugünden bakıncı bu tartışmaları gereksiz görmüyorum. Çünkü hayatını nasıl inşa edeceğini ve dünya ile irtibatını nasıl kuracağını önemseyen zihinler vardı. Belki soruları daha esaslı sormak gerekiyordu fakat nihayetinde hassasiyetler önemli idi. Aslında bu hassasiyetler görebildiğim kadarıyla solcu ve diğer ideolojik çevrelerde de vardı. Fakat kapitalizm hepimizi bir şeye benzetti. Şimdi şu soruyu sormadan edemiyorum; “acaba itiraz ettiğimiz şeyler, elimizde olmadığı için mi imiş?”

1970 ve 80’lerin ikliminde “dava” önemliydi ve ihanet edilmemeliydi. Meselâ; Ömer Özbay’ın deyişiyle “aşk illegaldi”. Üniversitede şimdiki eşimle evlenmek üzere irtibat kurmaya çalışırken, “eyyamcı” diye suçlandığımı hatırlıyorum. İslami söylemin retoriği çok hoşumuza gidiyordu. Meselâ; müslümanlar her şeyi adalet esasına uygun yapacak, ahlaki temelleri inşa edecek; hasılı tüm dünyayı düzeltecektik. İslami bir dünya görüşüyle bir fark yaratılacaktı. 1990’larda televizyondaki siyaset programlarının eşliğinde hararetli tartışmalar yapıyorduk.

Yıl: 2020. Peki toplumdaki bütün aktörleri ve bileşenleri ile islami söylem bir fark yaratabildi mi? Cevabı; maalesef hayır. Elbette toplumda bireysel düzlemde her ideolojik görüşten bu farkı gösteren insanlar vardır. Fakat islami söylem söz gelimi; farklı bir kimlik yaratabildi mi? İslami söylem “dünya için bu örnek ve kurtarıcı olabilir” düşüncesini uyandırdı mı? İnsanların gönüllerine girerek, bir kültür oluşturabildi mi? Meselâ; islami söylemde insan ne kadar önem taşıyor? Güçlü retorikler üzerinden oluşturulan göndermelerin, toplumda sahici bir karşılığı var mı?

İşte tam da bu sebeple islami söylem diğer ideoloji ve görüşlere şu şarkı sözünü söyleyemiyor; “benimle senin aranda kocaman bir fark var.”