İslami değerler açısından demokrasi
Adı ne olursa olsun, insanların huzur ve mutluluğu için yürütülen çabalara İslam’ın herhangi bir itirazı söz konusu değildir ve olamaz da.
Tarihi süreç
içerisinde, batılı değerlerle harmanlanarak gelişmiş ve uygulamada Batı medeniyetinin
ilke ve kurumlarının taşıyıcısı konumu dolayısıyla demokrasiye yapılabilecek
meşru itirazlar saklı kalmak şartıyla, kavram ve içerik olarak Müslümanların
çoğunlukta olduğu ve İslam hukukunun uygulandığı toplumlarda uygulanmasının
önünde bir engel bulunmadığı, hatta İslam’ın zorunlu veya tavsiye niteliğindeki
prensiplerinin önemli bir kısmının, demokrasi ile amaçlanan insan iradesine
dayalı toplumsal düzen ve siyaset/yönetime halkın katılımı ilkelerini hayata
geçirmeyi hedeflediğidir.
İslam ve
demokrasinin bir birinin zıddı veya alternatifi olmadığını bilmemiz lazım.
İslam’ın bir
din olarak çoğunlukla kabul edildiği, hatta siyasal/idari mekanizmalarda
belirleyici bir konuma yükseldiği ülke ve toplumlarda da pratikte demokratik
bir yönetimin olması İslam’ın Tevhid ilkelerine kesinlikle aykırı değildir.
Özellikle şu
hususun altını çizmekte fayda bulunmaktadır: Kur’an her hangi bir yönetim
biçiminin adından bahsetmemiş ve insanlara genel olarak uygulamaları gereken
bir yönetim biçimi emretmemiştir. Kur’an’da bulunan toplumsal işlere ilişkin
ayetlerde bu hususta açık ve net bir emir bulunmamaktadır. Bununla beraber,
yöneten ve yönetilenlerin hak ve sorumlulukları, yönetimde uygulanacak etik
ilkeler, Müslüman yöneticilerin sahip olmaları gereken nitelikler ve benzeri
alanlarda yönetsel ilkeler olarak değerlendirilebilecek birçok husus
bulunmaktadır. Bu durum, ilke olarak, İslam’ın devlet/siyaset/kamu yönetimi
alanlarına önem verdiği, yönetime ilişkin adalet
ve şura gibi bazı vazgeçilmez ilkelerin yanında bazı tavsiyelere de yer
verdiği, ancak yönetim modeli konusunu dönemin ihtiyaçlarına, insanlarının
kültürel yapısına, oluşan siyasi şartlara, zamanın ve coğrafyanın getirdiği
imkan ve zorunluluklara göre (yukarıda bahsedilen temel ilke ve esaslara aykırı
olmamak kaydıyla) insanlara bıraktığı sonucuna ulaşılabilir.
Demokrasinin
(daha doğrusu demokrasinin değer boyutunu da içeren çağdaş demokrasinin) en
belirgin özelliklerinden birisi olan hukukun üstünlüğü ilkesi, İslam’ın en
belirgin özelliklerinin başında gelir.
İslam’da
hukukun üstünlüğü ilkesi modern anlamda adil yargılanmayı ve hukuk önünde
eşitliği de kapsayacak şekilde tanımlanmıştır. Modern anlamda İslam’da hukukun
üstünlüğü ilkesi, hukukun herkes ve her kurum için geçerli olması ve kararın
ona ait olması anlamına gelir.
İslam aynı
zamanda cezanın kanunsuz olamayacağı, herkesin kanun önünde eşit olduğu tezini
de vurgular.
Demokrasi,
kurumsal olarak sadece bir devlet başkanlığının seçimi ile değil, çeşitli
devlet işlerinde danışma ve kural koyma işlerini de yürüten yasama işlevi ile
ilgilidir. İslami hukuk ilke ve prensiplerine önem verilen Müslüman ülkelerde,
demokrasiyi kurumsal olarak işletecek bir yasama ve danışma meclisinin
bulunması mümkün olduğu gibi, İslam tarihinde de “Şura kurumu” adıyla bir
meclis hep olmuştur. Bu meclisin işlevsel kılındığı dönemlerde devlet işleri
buralarda yapılan istişareler ile yönlendirilmiş ve devlet yönetiminde
çoğulculuk bu yöntemle sağlanmıştır.
“Onların
işleri, aralarında danışma iledir” (Şûrâ: 95/38) ayeti, Müslümanların hem kendi
aralarındaki işlerde, hem de devlet işleri ve diğer toplumsal işlerde böyle bir
işleyişi öngören bir emir durumundadır.
İslam’ın
benimsediği böyle bir idari yapı, danışma (meşveret) üzerine kurulması
gerektiğinden hareketle, 'otokrasi', 'teokrasi' veya 'oligarşi'
den tamamiyle ayrılmaktadır.
Zira, Sosyal bir toplumda İslam’ın öngördüğü
en önemli değerler, insanlar arasında, eşitliğin, adaletin ve ferdi hukuk
dokunulmazlığının sağlanmasıdır ki bu şekilde, Uhrevi alemin tarlası olan
Dünyayı daha doğru bir şekilde imar edebilelim.