Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

13 Kasım 2022

İslâmda iyiliğin yeri ve önemi-1

Arapça “hayır”, “ihsan”, “ikrâm” ve “marûf” gibi tabirlerin karşılığı olan “iyilik”; Allahü Teâlâ’nın rıza-i bârisini kazanmaya sebep olan her güzel iş ve davranıştır. Varlığı anlamlı kılan değerler manzumesinin en önemli halkalarından biri olan iyilik, insanın benliğini süsleyen, ruhunu arındıran ve davranışlarını güzelleştiren niteliğiyle önce onu yaratılmışların en seçkini hâline getirir. Sonra da toplumların insan onurunu merkeze alan erdemli bir hayat inşa edebilmelerini sağlar. Bu anlamda iyilik; zihin, inanç, duygu ve davranışların tamamını kuşatan, bir bütün olarak insan ve toplum hayatının katmanlarını şekillendiren öz ve mayadır.

İyilik; insan fıtratının doğruya, güzele ve faydalıya öncelik veren yönü ile ilgilidir. Kuran-ı kerim; inancı, değerleri, ahlakî yapısı ve manevî varlığıyla iyilik sahibi insanları “sâlih” (uygun), “muhsin” (iyilik eden), “sâdık” (doğru olan) gibi isimlerle zikrederken, Allahü Teâlâ’nın verdiği imkânları muhtaçlarla paylaşanları da “munfik” (infakta bulunan) ve “mutesaddik” (sadaka veren) gibi vasıflarla anar.

İyilik denildiğinde akla ilk gelen kavramlardan birisi olan “sadaka” ise çok engin bir mefhumdur. Kuran-ı kerim ve Sünnet-i seniyyede sık kullanılan sadaka kelimesi, “sıdk” kökünden gelir ve doğruluk, dürüstlük, samimiyet ve nihayet Yaradan’a karşı sadakatin davranışlara yansıması mânâsını taşır. Dolayısıyla iyilik, bir yönüyle Allahü Teâlâ’ya sadakatin belirtisi, diğer bir yönüyle O’na güçlü bir şekilde bağlanmanın gereği, bir başka yönüyle de birbirine bağlı, birlik ve dirlik içindeki sâdık müminlerden müteşekkil ümmetin ihtiyacıdır.

Yüce dinimiz İslâm’ın iyilik anlayışı, insanın her türlü niyet, istek, söz ve davranışında kendini bulabilen, maddî imkânlarla yahut bedensel güç ve kabiliyetlerle sınırlanamayan geniş bir nuhtevaya sahiptir. En özlü anlamıyla dinin varlık nedeni, insanlığı iyiye ve iyiliğe çağrıdır. Müslümanın temel görevi ise, hayatın tamamını bir iyilik sahası olarak görmek ve insanları iyilik için seferber etmektir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun! İşte onlar kurtuluşa erenlerdir,” (Âl-i İmran 104)

Bir gün Fahr-i âlem Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem:

Her Müslüman sadaka vermelidir,” buyurdu. Sahabe, “sadaka verecek bir şey bulamayan ne yapmalı,” diye sordu. Efendimiz, “çalışır, kazanır ve sadakasını verir,” dedi. Bu kez, “çalışma imkânı bulamayan ne yapması gerekir,” diye sual edildi. Allah Resûlü, “muhtaç ve mazluma yardım eder,” karşılığını verdi. Nihayet, “buna da imkânı yoksa” diye sorulduğunda, Peygamberimiz şu cevabı verdi: “Böyleleri iyilik yapsın, kendisini kötülükten alıkoysun. Çünkü bu da onun için bir sadakadır.” (Buhari) Dolayısıyla iyilik, farklı şekil ve renklerde de olsa Müslümanın hayatında daima var olan, en azından var olması beklenen bir olgudur.

İyi kavramı, çoğunlukla muhtemel eylemler arasında bir seçim yapılması durumunda tercih edilmesi gereken asîl davranışı ifade eder ve kötülüğün tersi olarak kabul edilir. Vabısa bin Mabed isimli sahabi radıyallahü anh, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin yanına geldi. Niyeti Allah Resulü’ne iyilik ve günahın ne olduğunu sormaktı. Huzura vardığında Allah Resulü ona:

Ey Vabısa Bana yaklaş,” dedi. Vabısa yaklaştı. Öyleki, dizleri O’nun dizlerine değiyordu. Efendimiz aleyhisselam: “Ey Vabısa, sormak üzere geldiğin soruların cevaplarını vereyim mi; yoksa sen mi soracaksın,” dedi. Vabısa: “Sen bana onlardan haber ver ey Allah’ın Resulü,” dedi. Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam: “Sen, iyilik ve günah nedir, diye sormaya geldin,” buyurdu. Vabısa: “Evet, yâ Resulallah” diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz, üç parmağını Vabısa’nın kalbinin üzerine koyarak şöyle buyurdu: “Ey Vabısa, fetvayı gönlünden iste. İyilik ve iyi olan şey, gönlünün râzı olduğu, kalbinin sükûnetle karşıladığı şeydir. Günah ise, kalbi tırmalayıp, rahatsız eden; gönüle huzursuzluk veren şeydir. Başkaları sana ne kadar fetva verirlerse versinler, sen yine de kendi kalbine sor.” (Dârimî ve Camiu’s-sağîr)

(Devamı haftaya…)