İslamcılık Tüccarları
İslâmcılık, hem düşünsel hem de siyasal planda Türkiye’nin bir asırdan fazladır gündemini işgal eden bir konu. Genel kabule göre İslamcılık, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecinde İslam coğrafyasına yerleşmeye başlayan emperyalist güçlere tepki olarak doğmuş modern bir hareket.
Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de Sebilürreşad ve
çevresi, başka İslam ülkelerinde ise farklı kültürel, ilmi, tasavvufi ve
siyasal kimliklerle karşımıza çıkan İslamcılık hâla canlı bir tartışma konusu.
Kimilerine göre İslamcılık ortaya çıktığı dönemde İngilizler tarafından
kullanılan ve yönlendirilen bir hareket, kimilerine göre ise işgalci batılı
güçlere karşı İslam ülkelerindeki milli oluşumların ya da İslami hareketlerin
siyasal, dini ve kültürel alanda geliştirdiği savunmacı atakların bir toplamı.
İslamcılığa her iki pencereden de bakanların ellerinde kendilerini haklı
gösterecek argümanlar var. Örneğin Kadıyanilik gibi bir hareketin neşet ettiği
topraklarda yaşayan Müslümanların kurtuluşuna vesile olmadığı ortada. Öte
yandan Türkiye merkezli İslamcılığın bilhassa İstiklal Mücadelemiz döneminde millilik
noktasında ne denli gayretkeş ve ne denli anti-emperyalist bir çizgide olduğu
su götürmez bir gerçek. Özellikle Mehmed Akif ve arkadaşlarının milli
mücadeleye verdikleri destek hatırlanmaya değer bir milli çizgiye sahiptir.
Türkiye’de İslamcılık iki ana kulvarda yürüyen bir hareket
olarak tebarüz etti. Bu kulvarlardan birisi siyasi alan, ikincisi kültürel,
entelektüel ve sosyal/sivil alan. Siyasal İslamcılık, Milli Nizam Partisi (MNP)
geleneğinden başlayarak Refah Partisi ve AK Parti üzerinden yürüyen gelenekle
temsil edilirken, kültürel ve sosyal İslamcılık bir entelektüel ve sosyal
hareket olarak daha çok ilim ve düşünce dünyasında örgütlendi. Siyasal alanda
örgütlenen İslamcılık MNP, MSP ve Refah Partileri döneminde daha saf ve
bağımsız bir karakter taşırken, AK Parti ve çevresinde örgütlenen İslamcılık
daha eklektik ve daha kozmopolit bir karaktere büründü. Refah Partisi’nin
başarı yakaladığı dönemde yaşanan bazı kötü tecrübeler, AK Parti ve kadrolarını
daha dikkatli olmaya itti. Bunun sonucu olarak AK Parti çeşitli çevrelerle
kurulmuş bir ittifak olarak ortaya çıktı. Bu pragmatist ittifaka kısa bir süre
içerisinde liberaller, kimi sol kimlikli siyasetçiler, küresel bazda örgütlenmiş
bazı cemaat unsurları, milliyetçiler ve muhafazakâr sağ siyaseti temsil eden
çevreler dahil oldular. Dolayısıyla çekirdeğinde eski siyasal İslamcıların
bulunduğu ama Refah Partisi geleneğinden farklı olarak daha ılımlı ve daha
pragmatist bir çizgiye kavuşan melez bir siyasal İslamcı çizgi oluştu.
Bünyesinde farklı kompartımanları taşıyan bu trenden çözüm sürecinde
milliyetçiler, Ergenekon sürecinde ulusalcılar, MİT tırları operasyonu
sonrasında Fetullahçılar indiler. Bir kısım liberaller ise daha evvel
eklemlendikleri sözde cemaat yapılanmasının çökmesiyle birlikte eski
itibarlarını kaybederek köşelerine çekildiler.
An itibarıyla neo liberal çizgide top koşturan siyasal İslamcılık, MNP-MSP döneminde komünizm karşısında gösterdiği sert tutumu yeni dönemde neoliberalizm ve kapitalizme karşı gösteremedi. Başlangıçta hak, adalet, paylaşım, sosyal refah gibi söylemlerle ortaya çıkan siyasal İslamcılık değişip dönüşerek piyasa merkezli ve sürekli zenginleşmeye dayalı bir anlayışa teslim oldu. Bu anlayışın bir sonucu olarak yeni tip İslamcılığa yaslanan ve daha çok yerel plandan yetişip merkez siyasetin aktörleri haline gelen kimi eski tüfek İslamcılar İslamcılığın tarihsel mirasına yaslanarak yeni dönemin ticari aktörleri olarak ortaya çıktılar. Daha açık bir ifadeyle kimi İslamcılık tüccarı siyasetçiler, eski söylemin itibarı üzerinden yeni dönemin menfaat ve çıkar kulelerini inşa ettiler. “Dava” ambalajı ile pazarlama faaliyetlerine girişen yeni nesil İslamcılık tüccarları, neoliberal düzene yaslanarak siyasal zeminin nimetlerinden istifadeyle “başarılı” birer holding patronuna dönüştüler. Dönüşemeyenler ise eleğin üstünde kalarak siyaset sahnesini birer birer terk etmek zorunda kaldılar, köşelerine çekildiler. İşin acı tarafı İslamcılık üzerine literatür üreten entelektüel siyasetçiler de piyasacı ekibe katılarak şirketleşmenin tatlı hülyaları içerisinde servet sahibi oldular. İşin özeti Siyasal İslam iflasın eşiğine geldi ve artık yeni bir hikâye yazacak takate sahip değil. Ancak kültürel ve sosyal alanda örgütlenen İslamcılık hala canlı ve dünya meseleleri üzerine söz söyleme kabiliyetini henüz kaybetmedi. Bu alanın yaşayan iki büyük düşünürü İsmet Özel ve Sezai Karakoç hâla hayatta ve fikri etkileri halen devam ediyor. Siyasal İslam’a sırtını yaslayan bazı tüccarlar Refah Partisi mirasını tüketmek üzereler. Şimdi ise Karakoç ve Özel’in milli duyarlılığa dayalı İslamcılığını siyasal meşruiyetleri için kullanmak kaygısındalar. Birkaç hafta evvel Karakoç’a gıyabında takdim edilen fahri doktora ünvânı, bu pragmatist tutumun bir yansıması. Oysa Karakoç ve Özel bambaşka bir kulvardan konuşuyorlar ve neoliberal siyasal İslamcılardan çok farklı bir çizgideler. Milli duyarlılığa sahip ve yerli kodlarla hareket eden İslamcı anlayış bilhassa İsmet Özel ekolü üzerinden varlığını güçlendiriyor. Özel’in “kalın Türk” tanımlaması ve “İstiklal Marşı”na yaptığı güçlü vurgular, bu duyarlılığın en büyük örneği olarak karşımıza çıkıyor.