İslamcılık söylemi: Müslümanlıktan vazgeç(me)mek
Osmanlı’nın son döneminde batıcılık
akımının, ancak toplumun içerik ve form olarak batılılaşması durumunda
“geri”likten kurtulacağını öne sürmesi, “İslam” ile irtibat noktalarının
yeniden gözden geçirilmesi noktasında elbette uyarıcı olmuştur. İslamcılık ise,
bundan sonra “islam” ile irtibatın devam ettirilerek kurtuluşun elde
edileceğini öne sürmüştür.
Osmanlı için modernlik, içinde
bulunduğu gaileden kurtulmak anlamına gelmekteydi. Bu sebeple Batı ile temasını
geliştirmek ve gerekli olan sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel düzenlemeleri
yapmak zorunlu olarak görülmekteydi. Bu süreçte Osmanlı’nın İbn Haldun’un
deyişiyle “asabiyet”inin zayıflamış olması meselenin ruhunu anlama konusunda
elini zayıflatmaktaydı.
Batılılaşma ve/veya modernleşme
bugüne kadar hız kesmeden devam etmiştir. Her ne kadar aralarında detay
görüşler açısından benzerlikler söz konusu ise de, tarihsel süreçte gerilim
batıcılar ile İslamcılar arasında oluşmuş görünmektedir. Batıcıların savları
ile pratiklerinin egemen olduğu zamanlarda, İslamcıların bu durumdan kurtuluşa dair
batıcılara rezervlerinin dışında kuvvetli iddiaları bulunmaktaydı. Hatta
İslamcılar “yerlilik” kavramından yola çıkarak tarımdan eğitime, ekonomiden
sağlığa kadar farklı alanlarda sorunları ancak kendilerinin çözeceğine dair
tezler öne sürmekte idiler.
Hatta 1970’lerden itibaren
İslamcılığın tedrici olarak yükselişine tanıklık etmeye başlandı. Bu tedrici
gelişmenin içinde entelektüel alanda kendisini göstermeye başladı. Bilhassa
1980 ve 90’lar mağduriyetlerle birlikte İslamcılığın entelektüel söylemlerini
geliştirdikleri bir zaman dilimiydi.
Öncelikle İslamcılık, toplumun ve bu
toprakların islam ile irtibat noktaları açısından önem taşımaktadır. Fakat
“İslamcılık” bir akım ve perspektif olarak sosyolojik bir yapı niteliği
taşımaktadır. Bir başka deyişle, İslamcılığın İslam ile bağlantısı ontolojik
olmayıp konjonktürel ve sosyolojiktir. Fakat kimi görüşler İslamcılığı
ontolojik olarak İslam ile irtibatlandırmaktadırlar.
Bu bağlamdan yaklaşıldığında,
üzerinde durulması gereken nokta İslamcılığın İslam ile irtibat kurma
biçimidir. İslamcılık islamı bir bütünsellik içinde ele almak bakımından
holistik bir yaklaşıma önem vermekle birlikte, son kertede kendi konjonktürü ve
dünyayı çok iyi analiz edebilmiş değildir. Hasılı bugünden bakıldığında
İslamcılığın geniş ölçekli bir kritiğinin yapılması zaruret arz etmektedir. Bu,
aynı zamanda kendine eleştirel bir bakışı da gerektiren bir durumdur.
İslamcılığın eleştirisi gündeme
geldiğinde, bazıları islam ile tek irtibat kurma biçimi olarak İslamcılığı
düşünmüş olmasından dolayı, bunu bir müslümanlıktan vazgeçiş şeklinde
algılayabilmektedirler. Şunu belirtmek gerekir ki, İslam bu toprakların, kültürün
gelecek projeksiyonunun vazgeçilmez bir ögesidir.
Fakat bugün batı karşısında yaşanan
başarısızlığa dair duygusal, akli ve zihinsel bunalım daha da derinleşmiş
görünmektedir. Bunun en temel göstergesi, genç nesilden başlayarak kendi
paradigmasına güvenmemek; geleceğini kendi paradigmasında görmemek ve nihayetinde
geleceğini Batı’da görmek şeklinde tezahür etmektedir. Elbette böyle bir
gerçekliğin varlığı, uzun veya kısa vadede müslümanların kendilerini ciddi
anlamda kritik etmelerini zorunlu kılmaktadır.
Bu kritik çerçevesinde Müslümanlar
yaşanan zafiyet noktalarını dikkate alarak islam ile irtibat noktalarını
yeniden kurmaları gerekmektedir. Dinin tanımından başlayarak dünya ile sahih
bir ilişki kurmaya, bilgi üretimi ve kritiğinden ilişkilerin ahlakiliğine kadar
yeni bir tefekkür zorunlu görünmektedir. İslam’ın metafizikleştirilerek
sorunları görmezden gelme tavrının uzun vadede sonuç vermeyeceği bilinmelidir.
Çünkü gezegenimizin yaşadığı sorunlar karşısında paradigmatik bakış açısı
gereklidir; fakat metafizikleştirme sorunların üzerini örtmektedir.