İslamcılık Ölebilir Ama Ölmez
Doğrusu İslamcılık tartışmalarının başlaması çok güzel oldu. Belki bundan sonra İslamcılığın mevcut durumu ile geleceğine dair daha sağlıklı analizlerin ortaya çıkmasını bekleyebiliriz. Fakat bunun gazete köşelerini aşarak, daha külli, bütüncül ve ilmi düzeylerde ele alınması gerekiyor. Türköne'nin bir damara bastıktan sonra, bu kadar ses çıkmasını belki de hayra alamet sayabiliriz.
Dışarıdan bir bünyeye yapılan saldırılar, eğer o bünyede hala bir ortodoksi varsa, her zaman bir teyakkuz durumu, bir heyecan, aktivite ortaya çıkarır. Modern zamanlarda Aydınlanma Felsefesine de paralel olarak İslam'ın toplum hayatındaki konumunda irtifa kaybettirme çabaları karşısında İslamcılık, bu topraklarda İslamsız bir şey olamayacağına dair bir saf tutuşun adı oldu. Hatta hem teorik düzeyde (modernizm, Aydınlanma felsefesi vb.) hem de pratik düzeyde (İslam coğrafyasının parçalanışı) İslam dünyasına yönelmiş saldırılar karşısında, bir ölüm kalım mücadelesinin verildiği yegane ve sahici bir adresti İslamcılık.
İslamcılık tabii ki içinden çıktığı zaman ve mekanın konjonktürelliğini taşıyacaktı. Tarih boyunca hangi mezhep, tarikat, ekol, grup, hareket bunun bir istisnasıdır ki? Şimdi Mutezile denildiği zaman, akılcılıktan özgür iradeye kadar akla gelen ve Mutezile'ye içkin olan nitelikleri, Emevi iktidarından başlayarak dönemin sosyal, kültürel ve en önemlisi siyasal hareketlerinden ve olaylarından bağımsız olarak ele alabilir misiniz? Mutezile ve Ehl-i Sünnet'in ortaya attığı soru(n)ları siyasal ve toplumsal bağlamlardan uzak bir şekilde nasıl anlamlandırabilirsiniz? Bunların şurası sosyal, burası siyasal diye nasıl ayırabilirsiniz? Fakat tüm bu ekollerin ve hareketlerin tartışma konularının sadece kendi tarihselliği içinde olup bittiğini de söyleyemezsiniz. Çünkü konular Tanrı, insan ve evren gibi evrensel konulardır. Şimdi Mutezile öldü mü?
Tüm hareket, ekol ve düşünce sistemleri her şeyden önce kendi zaman ve mekanının soru(n)larına karşı verilmiş bir cevaptır. Fakat bu durum, onların süreksiz olduklarını göstermez. Şimdi hiç şüphesiz meseleyi bu çerçevede vazedince, doğuşu ve gelişim seyri olan sosyolojik anlamda bir İslamcılık hareketinden bahsediyoruz demektir. Bu bağlamda bir isim, tarih içinde somutlaşmış çerçevesiyle İslamcılığın süreç içerisinde değişebileceğini ve hatta tarihe gömülüp yok olacağını bile söyleyebiliriz. Bu isimlendirmeden bağımsız olarak düşündüğümüzde, İslam'ın tabii ki tarihsel somutlaşmış biçimiyle İslamcılıktan koptuğu zaman, İslam'ın temel hedef, yönelim ve iddialarından vazgeçeceği mi varsayılmaktadır? El hak bazılarının temennisi böyledir ve bir an önce İslamcılığın cenaze namazını kılmayı arzu etmektedirler. Böylece kısa yoldan İslam'dan da kurtulmuş olacaklardır.
Ancak İslamcılığın savunduğu iki temel niteliğin, zaten İslam ile sahih bağlantıları açısından, İslamcılığın genetiğinde içkin olduğunu görmek lazımdır. Birincisi, modern zamanlarda öngörüldüğü şekliyle İslam, Durkheim'ın işlevselleştimeye çalıştığı biçimiyle toplumda herhangi bir kurum değildir. Bir başka deyişle İslam, insanların ekonomi, siyaset vb. sadece "din ihtiyacı"nı gidermez. Bu zaten modern zamanların dini bireysel olarak vicdanlarda konumlandırması çabasının bir neticesidir. Fakat O, bir dünya görüşü olduğu kadar, dünyaya bakışı ve tavır alışları da belirleyen genel bir projeksiyondur. Bu bağlamda islamcılığın ikinci temel niteliği de, insan ve toplum hayatında İslam'ı sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. tüm boyutları haiz bütüncül bir proje olarak ortaya koymasıdır. İşte Yusuf Kaplan'ın "İslamcılık varoluşsal bir meseledir" dediği noktalar burasıdır. Bazılarının İslam, İslamcılık eliyle ideolojikleştiriliyor ve/veya siyasallaştırılıyor sözü, doğrusu kimse kusura bakmasın Kur'an-ı Kerim'in felsefesini teğet geçmektedir. Kur'an'da putperestlik toplumda oluşturduğu kültürel, sosyal, siyasal tüm yapılarıyla eleştirilir. Yoksa Ebu cehil, Firavn, Nemrut niye ayağa kalktılar ve itiraz ettiler? Putperestlik, aynı zamanda ibadetin yönünü değiştiren, yeni bir ahlak yaratan, adil ekonomik paylaşımı ıskalayarak sermayeyi üst sınıfların tekeline sokan, köleliği pekiştiren bir ideolojidir. Kur'an, salih kullarını yeryüzüne mirasçı kılacağından (ki iktidara vurgu yapar) bahsederken, ya da Hz. Peygamber (SAV) Hendek çukurlarını kazdığı sırada, sahabesine Bizans'ı gösterirken kullandığı dil aynı zamanda siyasal değil midir? Bu boyutları birbirinden bağımsızlaştırmak, insan ve toplum hayatını parçalamak anlamına gelir.
İslamcılık, İslam'ın iddialarının bittiği zaman ancak biter. Dolayısıyla "İslamcılık ölebilir ama İslamcılık ölmez." Bir yüzyıl öncesinde Tanrı'nın apar topar cenze namazını kılanlar, şimdi Tanrı'nın dünyaya geri dönüşünden bahsediyorlar. Bazı köşe yazarları, İslamcılığın sanat ve estetik üretmediğinden bahisle ima yollu devrini tamamladığını düşünürler. Onlara ancak İbn Haldun'u okumalarını öneririz. Bunlar sosyolojiyi ıskalayan düşüncelerdir. Osmanlı, Sultanahmet Camii'sini kurulduktan hemen sonra niye yapmadı? demek gibi bir şeydir bu.
İslamcılık, müslümanların yenilgi döneminde Batı ile yaptığı modern zamanların bir karşılaşmasıdır ve kolay bir şey değildir. Tabii ki, bugüne kadarki serencamında bir çok arızaları, zaafiyetleri olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Ben de Onun bir rehavet döneminde olduğunu kabul ediyorum. Eğer ölseydi, bu kadar ses çıkmazdı; çünkü ölüler konuşmaz.